Eşit iş bölümü olmamasının biz kadınları bugünlerde her zamankinden daha çok etkilediğini, kadınlarda sıkışıklığa ve öfke birikimine sebep olduğunu düşünüyorum. Artan iş yükü kadınlar için karantina sürecindeki yakıcı gerçeklerden biri olmakla birlikte istatistikler ev içi şiddetin de ciddi oranda arttığını gösteriyor. Evde kalmamızın sağlığımız açısından güvenli olduğunu biliyoruz ancak kaç kadın için evde kalmanın güvenli olduğunu tam olarak bilmiyoruz.
Kırk günü çoktan geride bıraktığımız, gönüllü inziva, sosyal izolasyon gibi farklı şekillerde ifade edilen karantina günleri benim için bir dejavu oldu. Biliyorum hiçbirimizin daha önce deneyimlemediği bir süreç bu (Hastalık sebebi ile izole yaşamak zorunda olanlar, hapishanede çocuklarıyla kalmak zorunda olanlar vb. hariç). Bende dejavu etkisi yaratmış olması biraz garip gelebilir kulağa. Ancak bu günler beni 3 yıl öncesine, kolik bir bebeğe tüm gün tek başıma baktığım lohusalık günlerime götürdü. Aynı o günlerde olduğu gibi ciddi bir dinlenme ihtiyacı ve yorgunluk hissediyorum.
3 yaşında bir oğlan çocuğuyla karantinada tek başına olunca dinlenmek için uygun şartlar pek mümkün olmayabiliyor. Çocuğun yemeği, uykusu, temizliği, oyun oynama ihtiyacı; evin temizliği, çamaşır, bulaşık ve daha saymakla bitmeyecek onlarca iş yükü içinde bir de çocuğun hareket ihtiyacını nasıl karşılarım, aman hasta olmayalım nasıl daha sağlıklı beslenebiliriz, bu süreçten daha az etkilenerek nasıl çıkabiliriz gibi koca koca yükler bindi omzuma. Üstelik geç saatlere kadar çalışan bir eşiniz varsa “yardım” dahi talep edemiyorsunuz. Yardım diyorum çünkü biliyorum ki evde olan erkeklerin büyük bir çoğunluğu eşit iş bölümü yerine “kadına lütufta bulunup” yardım etmekle yetiniyor. Tabii bu yardım da çoğu zaman kadın talep ettiği sürece devam ediyor. Bu bile işin kadına ait olduğunu gösteriyor maalesef.
Eşit iş bölümü olmamasının biz kadınları bugünlerde her zamankinden daha çok etkilediğini, kadınlarda sıkışıklığa ve öfke birikimine sebep olduğunu düşünüyorum. Artan iş yükü kadınlar için karantina sürecindeki yakıcı gerçeklerden biri olmakla birlikte istatistikler ev içi şiddetin de ciddi oranda arttığını gösteriyor. Evde kalmamızın sağlığımız açısından güvenli olduğunu biliyoruz ancak kaç kadın için evde kalmanın güvenli olduğunu tam olarak bilmiyoruz.
Evinde, sağlığı yerinde, çocuğuyla vakit geçiren bir kadın olarak elbette şiddet gören bir kadın kadar zor durumda olmadığımı biliyorum ancak bu toplumda kadın olmanın yarattığı zorlukları herkesin şartları doğrultusunda yaşadığını düşünüyorum. Duygu değişimlerimizin, endişelerimizin sorumluluklarımızla ve bize yüklenenlerle arttığı kanaatindeyim.
İyi başladığım günüm kötü bitebilirken diplerde başladığım günler daha iyi sonlanabiliyor. Tüm gün evde olup da hiç dinlenemediğim günler ardı ardına başlayıp bitiyor. Gün içerisinde anlık değişen ruh halim, bedenimin yorgunluğu, bir yetişkin sohbetine duyduğum ihtiyaç, bazen hiçbir şey yapmak istemeyişlerim…. Hepsi doğal biliyorum. Ağır lohusa depresyonu yaşamış olan biri olarak lohusalığımdan gelen tecrübe ile bugünleri daha sakin yaşamaya, kendime sarılmaya özen gösteriyorum. Kendime ait bir oda yaratamamış olsam da evde bulduğum sessiz bir köşede kahvemi yudumluyor, derin bir nefes alıp geçecek diyorum.
Bu süreçte zorlanan, duygusal iniş çıkışlar yaşayan, bunalan, bitmeyen iş yükünden yorulan tüm kız kardeşlerime şunu söylemek isterim: “Öncelikle yalnız değilsin. Hepimiz bu süreçten geçiyoruz. Evde bir köşe bul ve kendine bir kahve ısmarla. Sonra sarıl kendine, geçecek de. Çünkü geçecek.”
Yorumlar