Kalın satırlar, ince direnişler: Mülteci kadınların hiç duymadığınız hikâyesi – Fulya Dağlı

Hepimizin hikâyesinde ince bir direniş var. Ne kadar görünmez, duyulmaz, bilinmez olursa olsun biz, birbirimizi bu ince direnişlerden tanırız. Şimdi de eşit, özgür ve sömürüsüz bir yaşam için hep birlikte, hepimiz için gerçekleştireceğimiz bir direnişi ince yerlerinden tanımaya ihtiyacımız var

Her birimizin hikâyesinde tanıdık satırlar var. Bazı satırlar tanışıklığımızı hatırlamamıza engel olabiliyor. O yüzden hikâyeleri önce kalınlaştırılmış yerleri atlayarak ardından onlarla tekrar okumanızı rica ediyorum.

Türkiye’de İnsani İkamet İzni ile kalan Afgan bir kadın, 7 yıldır imam nikâhlı olduğu ve Türkiye’de kayıt dışı şekilde kalan Afgan adam tarafından sistematik şiddete maruz kalıyor. Şiddet gördüğü adam tarafından en büyüğü 6 yaşında olan 4 çocukla birlikte insanca barınma koşullarına sahip olmayan bir evde yaşamak zorunda bırakılıyor. Elinde darp raporu olmasına rağmen insan kaçakçılığı yapan adam ve akrabalarından korkan kadın, koruma tedbir kararı talebinde ve şikâyette bulunamıyor. Şikâyette bulunması halinde adam hakkında soruşturma başlatılacağını ve sınır dışı edileceğini bildiği gibi kaçak yollarla Türkiye’ye girerek kendisine tekrar zarar verebileceğini de biliyor.

Suriye ve Türkiye çifte vatandaşlığı olan başka bir kadına 16 yaşındayken, Suriyeli bir adam ile imam nikâhı kıydırılıyor. Kadın 17 yaşında doğum yapıyor. Bu durum yasalara göre doktorlar tarafından bildirilip adam hakkında cinsel istismar suçundan ceza soruşturması başlatılması gerekirken bir şekilde çocuk, kadının annesi üzerine kaydettiriliyor. Kadın ayrılmak istediğinde ise adam ortak çocuklarını kaçırıyor. Kadını da kendisiyle birlikte İzmir’e gelmezse çocuğu bir daha göstermemekle tehdit ediyor. Kadının ailesi kendileri hakkında da soruşturma başlatılmasından korktuğu için kadının polise gidip adam hakkında şikâyette bulunmasına engel oluyor.

Başka bir hikaye daha… İleri düzeyde Türkçe ve İngilizce konuşabilen, akademik çalışmalarına devam eden Afgan bir kadın yurtdışında olan eski nişanlısı tarafından şantaja uğruyor. Kadın kendisiyle barışmak istemeyince kadına ait özel fotoğrafları çeşitli sitelerde paylaşıyor. Adamın, fotoğrafları kadının işyerine ve ailesine de göndermesinin ardından işinden atılan kadın, ailesi tarafından ölümle tehdit ediliyor. Ailesinin yaşadığı ülke olan Afganistan’a bu tehditler sebebiyle dönmek istemiyor.

Lezbiyen olmasına rağmen ailesi tarafından zorla evlendirilen Türkiye’de yaşayan Suriyeli kadın boşandıktan sonra 5 çocuğunu da alarak kayıtlı olduğu ilden ayrılıyor. Kayıtlı olduğu ilde bulunan eski kocası ve onun ailesi tarafından ölümle tehdit ediliyor. Çocuklarıyla birlikte izini kaybettirerek İstanbul’a gelen kadın kendisine yeni bir hayat kurmaya başlıyor. Son süreçle birlikte kendisini tehdit eden eski kocasının da bulunduğu kayıtlı olduğu ile gönderilme tehlikesi sebebiyle tek gelir kaynakları olan işinden ayrılmak zorunda kalıyor.

Ne kadar kalın, o kadar görünmez

Fark ettiğiniz üzere, bu hikâyeler mülteci kadınların yaşantılarından alındı. Yaşadıkları yerlerden geleceksizlik, şiddet, sömürü, baskı, açlık, yoksulluk, savaş ve bir insanı yerinden etmeye zorlayan diğer tüm olgular sebebiyle göç eden kadınlar göç ettikleri yerde, mesela Türkiye’de, benzeri olgularla mücadele etmek zorunda. Hele bir de Türkiye tarafından verilmiş bir yasal statüleri yoksa mülteci kadınlar ayrımcılık, şiddet ve emek sömürüsüne katmerlenmiş şekilde maruz bırakılıyor.

İkamet izni olmayan Türkmenistanlı kadının polisler tarafından uğradığı tecavüze ilişkin şikâyetçi olmasını engellemek için sınırdışı ile tehdit edildiğini bir yerlerde okudunuz. Şikâyetçi olduktan sonra sınırdışı edildiğini ise okumamış olabilirsiniz. Kayıt dışı, uzun saatler, düşük ücretle, öğle yemeğinden artanları yiyerek beslenen “çabuk çabuk” işinde (tekstil atölyelerinde) çalışan bazı Afrikalı mültecileri bir yerlerde duydunuz. Ancak patronu tarafından taciz edilen, dayak atılan ve işten ayrılamayan diğer birçok mülteci kadın kulağınıza çalınmamış olabilir.

Yabancı kadınlarla evlenen ünlüleri ve varsıllık içerisindeki hayatlarını TV’de izlemiş olabilirsiniz. Evlenme yoluyla vatandaşlığa başvurunun yasal şartlarını taşımasına rağmen kendisine şiddet uygulayan TC vatandaşı kocasının, mülteci kadını “denetim” altında tutmak için başvuruya gelmeyerek vatandaşlık almasını engellediğini TV’lerde göremezsiniz.

Herkes açısından ayrımcılık, şiddet ve emek sömürüsüne karşı halihazırda işletmesi zor olan hukuki süreçler ve daha geniş mücadele yöntemleri, kalınlaştırılan satırlar nedeniyle mülteci kadınlar açısından erişilmez bir halde.

Satırları kalınlaştıran ben değilim. Bu satırları çıkarları için milyonlarca insanın yaşamını etkileyen savaşlar çıkarmakta beis görmeyen emperyalizm; sermayenin karı için kadın ve göçmen emeği sömürüsünü başat koşul haline getiren, hepimizi geleceksizliğe mahkum eden, doğayı talan ederek dünya çapında gerçekleşen iklim krizine yol açan neo-liberal kapitalizm; erkeğin kadın üzerindeki tahakkümüne dayanan, kadınları ve kadın bedenini erkek şiddeti ile denetim altına almaya çalışan patriyarka; ırkçı, kadın düşmanı ve emek sömürüne dayalı politikalar yürüten Saray rejimi kalınlaştırıyor.

Kalınlaştırılan satırlara; ırk, din, mezhep, dil, sınıf, yönelim ve daha bir dizi farklılıklarımıza rağmen her birimizde bir diğerine tanıdık gelen bir parça var. Her birimizde bir diğerinin yaşanmışlığı var. Her şeye rağmen bizi patriyarkaya karşı yan yana getiren bu ortak paydamızın şimdi daha görünür şekilde kapitalizme, ırkçılığa ve savaş politikalarına karşı bizi yan yana getirmesine ihtiyacımız var.

Hepimizin hikâyesinde ince bir direniş var. Ne kadar görünmez, duyulmaz, bilinmez olursa olsun biz, birbirimizi bu ince direnişlerden tanırız. Şimdi de eşit, özgür ve sömürüsüz bir yaşam için hep birlikte, hepimiz için gerçekleştireceğimiz bir direnişi ince yerlerinden tanımaya ihtiyacımız var.

Yorumlar