Kadınlar ve doğa: Ekososyalist bir feminizme doğru- Jess Spear

Ekofeministler kadınların ve doğanın tabi kılınması ve tahakküm altına alınmasının ortak bir nedene dayandığına haklı olarak işaret ederken, Marksist ekofeministler (veya benim adlandırmamla, ekososyalist feministler) kadınların doğayla olan bağlantısının üremeyle bağlantılı biyolojilerinden kaynaklandığı konusuna katılmıyorlar.

Kadınlar ve doğa: Ekososyalist bir feminizme doğru- Jess Spear

O gün dışarıda hava sıcaktı. Güney Afrika’nın KwaZulu-Natal Eyaletinin ücra bir bölgesinde, genç bir adam verandada beş kişinin ona doğru yaklaştığını gördü. Birisi, “İçecek bir şey alabilir miyiz? diye sordu. Suyu içtikten sonra içeri girip orada yaşayan kadına teşekkür edip edemeyeceklerini sordular. Genç adam onları ön kapıya götürdü. Dakikalar sonra, silahlar patladı ve adamlar genç adamın bir çevre aktivisti olan büyükannesi Fikile Ntshangase’yi vurup, hızla kaçtılar.

Ntshangase’nin ölümü, Tendele Kömür madencilik şirketi açısından bir baş belasını ortadan kaldırmıştı. On yılı aşkın süredir, madencilik faaliyetlerinin genişleyebilmesi için geride kalan az sayıdaki ailenin de topraklarını boşaltması için baskı yapıyorlardı. Ntshangase ve topluluğunun direnişi, kendinden öncesi Berta Cárceres gibi, doğayı kendilerini, tarihlerini, kültürlerini ve geleceklerini savunmanın bir parçası olarak savunan insanların uzun bir tarihinin parçası. Ntshangase ve sayısız diğerleri gibi kadınların doğayı ve onunla birlikte yaşamı savunmada oynadıkları rol, kadınların sömürülmesi ile doğanın sömürülmesi arasındaki bağlantıya işaret ediyor.

Ekofeminizmin Yükselişi

Yıkıcı güçlerin ağaçları kesmeye, havamızı ve suyumuzu kirletmeye ve madenler için toprağı deşmeye çalıştığı her yerde, kadınlar direnişe önderlik ediyor. Şehirlerde ve topluluklardaki kadınlar temiz su, hava ve ailelerinin gelişebilmesi için toprak için savaştılar. Hindistan’daki Chipko Hareketi’ndeki ilk “ağaçlara sarılanlardan”, faşist İtalya’daki (1) kirliliği protesto eden Comitato dei danneggiati, Yaralılar Komitesi’ne,  La Via Campesina’nın köylülerinden dağ zirvesinin kaldırılmasına karşı mücadele eden Appalachia halkına ve Amazon’un yerli savunucularına kadar kadınlar, çevreye yönelik kapitalist yıkıma karşı mücadelede topluluklara önderlik ettiler ve bugün de etmekteler.

1970’lerde çevre hareketlerinin yanı sıra ikinci dalga feminizmin yükselmesi, “doğal dünyanın sömürülmesi ve bozulması ile kadınların tabi kılınması ve ezilmesi arasında bir bağlantı” olduğunu saptayan “ekofeminist” siyasetin ortaya çıkmasına yol açtı. (2) ”Ekofeminizm’ terimi, ilk kez, Fransız feminist Françoise d’Eaubonne tarafından 1974’te yayınlanan Le Féminisme ou la Mort (Feminizm veya Ölüm) adlı kitabında kullanıldı. İlk ekofeminist hareketlerden birisi, Kenya’da Wangari Maathai tarafından 1977’de başlatılan ve ağaç dikerek çölleşmeyi önlemeyi amaçlayan Yeşil Kuşak Hareketidir.

Elbette, kendileri de aktivizmleri nedeniyle trajik biçimde katledilen Amazon’daki Chico Mendes ve Nijer Deltası’ndaki Ken Saro-Wiwa gibi, ormanları ve toprağı savunmak için kitlesel hareketler örgütleyen, kapitalist yıkıma karşı ciddi kampanyalar yapan erkekler de mevcut. Bununla birlikte, bugün en tanınmış çevre aktivistleri şüphesiz kadınlar: Vanessa Nakate ve Greta Thunberg, Alexandria Ocasio-Cortez, Naomi Klein ve Vandana Shiva. Burada, İrlanda’da bile, Maura Harrington, Shell to Sea kampanyasına öncülük etti ve günümüzün en tanınmış radikal çevre aktivisti ise muhtemelen Saoirse McHugh…

Hem kadınlar hem de doğanın egemenlik ve sömürüye tabi kılındığı yadsınamaz bir şekilde doğru. Ekofeministler ve ekososyalistler içinse soru, bunun nedeni ve bu konuda neler yapılabileceği.

Ekofeminizm, patriyarka ve kapitalizm

Bazı ekofeministler için, kadınların doğaya olan yakınlığı ‘fizyolojik işlevlerinden (doğum, adet döngüleri) veya kişiliklerinin bazı derin unsurlarından (yaşam odaklı, besleyen/ bakım değerleri sahibi olmaktan)’ kaynaklanır.(3) Bu şekilde doğayı “anlarlar”, oysa erkekler bunu yapmaz ve yapamazlar. Kadınların toprak “Ana” ile manevi bir bağı vardır. Bu ekofeministler, kadınların ve doğanın sömürülmesini ve ezilmesini, erkeklerin her ikisini de kontrol ettiği, yağmaladığı, tecavüz ettiği ve yok ettiği ataerkinin içine yerleştirirler. İklim değişikliği, kelimenin tam anlamıyla “feminist bir çözüm gerektiren insan yapımı bir sorundur”. Bu durumda feminist çözüm, daha fazla kadının sesinin çıkması, daha fazla kadının iktidar makamlarında yer alması ve daha fazla kadının çevre sorunları için ne yapılacağı konusunda, kendi deneyimlerini tartışarak masaya oturmasıdır.

Toplum kuşkusuz patriyarkal . Bunu istatistiklerden biliyoruz ve biz kadınlar, bunu erkeklerin daha iyi, daha güçlü, daha akıllı ve genel olarak daha yetenekli olduğu fikrini pekiştiren, yaşadığımız milyonlarca deneyimden biliyoruz.

Ataerkil fikirler, normlar ve davranışlar bugün kadınlar üzerinde yıkıcı etkilere sahip. Tek kaynak da erkeklerden, devletten ve devlet destekli kurumlardan gördükleri ayrımcılık, taciz ve şiddet değil. Toplumdaki son derece derin cinsiyetçi iş bölümü, kadınların yalnızca ailelerinin yaşaması için ihtiyaç duydukları her şeye sahip olmasını sağlamak için evin dışında çalışmaları anlamına gelmiyor, aynı zamanda evde de erkeklerden ortalama üç kat daha fazla zaman harcıyorlar. İrlanda’da, kadınlar erkeklere kıyasla evde haftada 11 saat daha fazla çalışıyor. Bu da, girebilecekleri iş türlerini, maaş ve ücretleri, çalışma koşullarını, ilgi ve yeteneklerini tam olarak geliştirip geliştiremeyeceklerini etkiliyor.

Kadınlar aynı zamanda çevresel yıkımın, zehirli kirliliğin yanı sıra iklimsel ve ekolojik çöküşün de ön saflarında yer alıyor. Flint, Michigan’da kurşun zehirlenmesinin etkileri netleştiğinde seslerini yükseltenler ve altı yıl sonra bugün hala temiz su için savaşanlar kadınlar oldu. Küresel olarak gıdanın yarısını üreten ve küresel Güney’de gıdanın % 80’ini ekip hasat eden geçimlik çiftçiler olarak kadınlar, çölleşmeyi, besleyici gıda eksikliğini, temiz suya erişimi ve doğanın tahribatını genel olarak erkeklerden daha fazla hesaba katmak zorunda kalıyorlar. Doğal bir afette de kadınların ölme olasılığı 14 kat daha yüksek.

Gezegendeki en yoksul insanların çoğunluğunu oluşturan, pandemiden ve ertesinden daha çok etkilenen ve etkilenecek olan bu kadınların deneyimleri, iklim değişikliğinin çözümü ve ekolojik yıkım hakkındaki tartışmaların merkezine taşınmalı. Sadece en çok onlar etkilendikleri için değil, aynı zamanda toplum ve doğa arasında nasıl daha uyumlu bir etkileşim kurabileceğimizi planlamanın anahtarı olacak benzersiz bilgi ve becerilere de sahip oldukları için. Vandana Shiva diyor ki,

Çoğu kültürde kadınlar biyolojik çeşitliliğin koruyucusu olmuştur. Tarımda biyolojik çeşitliliği üretir, yeniden üretir, tüketir ve korurlar. Bununla birlikte, kadınların emeğinin ve bilgisinin diğer tüm yönlerinde olduğu gibi, biyo-çeşitliliğin geliştirilmesi ve korunmasındaki rolleri de iş-olmayan ve bilgi-olmayan şeyler haline getirilmiştir. (4)

Kadınların çiftçi ve köylü örgütlenmelerine katılımı, gıda egemenliği mücadelesini toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle mücadele ve kadınların eşitliğini içeren biçimde genişletti. Örneğin La Via Campesina’daki kadınlar, “örgütler ve genel olarak toplum içinde kadın olarak haklarını savunuyor… ve köylü kadınlar olarak çalışma arkadaşları ile birlikte neo-liberal tarım modeline karşı mücadele ediyorlar”. Örgütlerin, kadınların hareketlere katılmasını ve katkıda bulunmasını engelleyen birçok engeli, özellikle de kırsaldaki kadınların en değerli kaynağa, yani zamana daha az erişmesi anlamına gelen cinsiyetçi işbölümünü anlamasına yardımcı oluyorlar. Ekofeminizmin merkezinde, insan egemenliğinin ve doğa üzerindeki kontrolünün, “insanın doğal dünyaya gömülü olmasının merkezi bir önemi olduğunun’ (5) kabulü lehine reddedilmesi yatıyor. John Bellamy Foster (6) ve diğer metabolik çatlak teorisyeninin ileri sürdüğü gibi, bu aynı zamanda, Marks’ın kapitalizm eleştirisinde de merkezi bir nokta. Marks, “[insanlar] doğadan elde ederek yaşarlar… doğa [bizim] bedenimizdir, ölmeyeceksek onunla sürekli diyalogu sürdürmeliyiz. [Bizim] fiziksel ve zihinsel yaşamımızın doğa ile bağlantılı olduğunu söylemek, basit anlamda doğanın kendi kendisiyle bağlantılı olduğu söylemek anlamına gelir, çünkü [biz] doğanın parçasıyız” diye yazmıştır. Üretimin ekolojik anlamda dengeli bir şekilde örgütlendiği, toplum-doğa etkileşimimizin tam anlamıyla dönüşümü için mücadele etmedikçe, doğa ile insanlık arasındaki çatlak insan sağlığı, çevresel yıkım, iklimin bozulması ve telafi edilemez biyolojik çeşitlilik kaybı açısından yıkıcı sonuçlar yaratarak daha da kötüleşecek.

 

Kapitalizm ve Patriyarka

Kapitalizm, erkek özel mülkiyetine dayalı miras ilişkilerinin, kadınların bedenlerinin ve yaşamlarının ailenin ihtiyaçlarına tabi kılınmasını talep ettiği ataerkil bir feodal toplumun içinden doğdu. Her türden cinsiyetçi fikir, kadınların erkeklerden sözüm ona daha aşağı oldukları fikrini desteklerken, kadınların yaşadığı baskı biçimleri de elbette sınıfsal ve ırksal çizgiler paralelinde eşitsiz biçimde tecrübe ediliyordu. Köylü kadınlar, elbette koca bulmak için birden fazla dili ve görgü kurallarının temellerini öğrenmeye zorlanmadılar. Tarlalarda ve evde çalıştılar. Ancak yine de toplumun en tepesinden gelen fikirlerden ve kültürden etkilendiler çünkü Marks’ın açıkladığı gibi:

Egemen sınıfın fikirleri, bütün çağlarda egemen fikirlerdir… Egemen fikirler, hâkim maddi ilişkilerin, fikirler olarak kavranan hâkim maddi ilişkilerin idealleştirilmiş ifadelerinden başka bir şey değildir….

Ataerkil normlar ve davranışlar ve en önemlisi de erkeklerin (ailelerinin kadınlarını da kapsayan biçimde) mülk sahibi olma hakkını yücelten yasalar, kadınların değil erkeklerin ilk kapitalistler olması anlamına geliyordu. Zengin kadınlar tığı işi yaparak ve evlenecekleri günü bekleyerek havasız oturma odalarına kapatılırken, mülkiyet miras ilişkileri erkek soyu üzerinden devam etti ve işçi sınıfından kadınlar ve mülkü olmayan köylü kadınlar, hayatta kalmak için evin dışında ne kadar çalışmaları gerektiğine bakılmaksızın, anneler, bakıcılar ve ev hizmetçileri olarak çalıştılar. Bugün toplumsal yeniden üretim emeğinin bu şekilde kadınlar tarafından devam ettirilmesi, birçok ülkede – sayısız kadının yanı sıra LGBTQ + bireyler ve erkeklerin ısrarlı mücadelesiyle – siyasal ve medeni haklara sahip olmalarına rağmen, işçi sınıfından kadınların ve yoksul kadınların bu hakları kullanma yeteneğinin kısıtlanması anlamına geliyor. Hem kapitalizmin evde gerçekleştirdikleri ücretsiz emeğe, hem değersizleştirilmiş bakım işlerine hem de formal ekonomi içinde gerçekleştirdikleri çoğunlukla güvencesiz, yarı zamanlı işlere bağımlılığı ile engelleniyor ve cinsiyetçi işbölümünün kalıcılığını sağlayan cinsiyetçi fikirler, yıldan yıla ve kuşaktan kuşağa yeniden üretiliyor.

Ekososyalist Feminizm

Ekofeministler kadınların ve doğanın tabi kılınması ve tahakküm altına alınmasının ortak bir nedene dayandığına haklı olarak işaret ederken, Marksist ekofeministler (veya benim adlandırmamla, ekososyalist feministler) kadınların doğayla olan bağlantısının üremeyle bağlantılı biyolojilerinden kaynaklandığı konusuna katılmıyorlar. Ekofeminizmin bazı damarlarının özcülüğü, bizi, ikinci dalga feminizmin yok etmek için büyük bir mücadele verdiği ve hala mücadele etmekte olduğumuz bir biyolojik determinizm yoluna götürüyor. (7)  Ayrıca, basit erkek/kadın kategorilerine ve bunlara eşlik eden kültürel bagaja sığmayan ve sığmayacak olan trans, interseks ve atanmış toplumsal cinsiyetle uyumlu olmayanlarca talep edilen toplumsal cinsiyet/ cinsiyet ikiliği devrimini de hesaba katmamız gerekiyor.  Kadınların bakım işlerini yerine getirirken aileler ve doğa için benzersiz bilgilere sahip olduklarını kabul ederken; bunların bazı ekofeminizmlerin ileri sürdüğü gibi, doğası gereği kadınsı veya dişil olduğunu kabul etmiyoruz. Evi temizlemek, yemek pişirmek, çocuk yetiştirmek, ailenizi doyurmak için tarım yapmak veya günlük suyu getirmek “kadın işi” değil, toplumun sırtında duran ihtiyaçlardır. “Gezegeni kurtarmak” da doğası gereği kadınların işi veya sorumluluğu değildir. Cinsiyet ayrımını evin içinde ve dışında sona erdirmek istiyoruz ve bu işin de daha geniş topluluklar içinde, örneğin ücretsiz kamusal çocuk bakımı, toplum çamaşırhaneler ve kantinler aracılığıyla örgütlenmesini talep ediyoruz. Bu, hemen şimdi kadınları bu işlerden özgürleşmek gibi bir etki yaratacak, ancak aynı zamanda, toplumsal yeniden üretim işini örgütlemekten topluluğun sorumlu olduğu ve “kadın” ve “erkek işi” konusundaki cinsiyetçi fikirlerin sönümlenmeye başlayabileceği bir toplumun da kapısını aralayacak. Kadınlar o zaman, tüm toplumu katkılarıyla zenginleştiren çiftçilik, çevresel / ekolojik işler de dâhil, hangi işi yapmak istediklerini seçmekte özgür olacaklar.

Ekososyalist feminizm, “özcü” ekofeminizmin aksine, kadınların doğa ve çevremizle olan “bağlantısını”, sosyal olarak inşa edilmiş ve maddi nedenler yüzünden pekiştirilen bir bağlantı olarak görür. “Kadınlar doğa ile “bir ve aynı” değildir… bizler onunla ittifakın içine fırlatılıp atıldık” (8)

Kapitalizm, doğayı ve kadınların toplumsal yeniden üretim içindeki emeğini, formel ekonominin tümüyle dışında (ve dolayısıyla bir değere sahip olmayan) ve yine de kar üretme yeteneği açısından kesinlikle merkezi olan ‘ücretsiz hediyeler” olarak ele alır. Örneğin, ağaçlar kesilip ahşap, mobilya yapımında kullanılırken, yaşlı bir ormanın değeri hesaba katılmaz. Kapitalizmde, bir metanın değeri (bu ister bir gömlek isterse bir ev olsun), onu yapmak için kullanılan ortalama emek gücü miktarına dayanır, buna malzemeleri elde etmek için harcanan emek dahildir, ancak başlı başına ham maddelerin “değeri” dâhil değildir. Ev emeği için de aynısı geçerlidir. Evdeki emek – yemek pişirmek, temizlik ve alışveriş – işçilerin bir gün sonra işyerinde zinde ve çalışmaya hazır biçimde bulunmalarını sağlar; doğum yapmak ve çocuk bakmak için gereken emek, yeni kuşak işçilerin işyerine gitmek ve kapitalistler için zenginlik yaratmak için hazırlanmasını garanti eder. Bunların hepsi temelde kadınlar tarafından ve kapitalizm söz konusu olduğunda, ücretsiz olarak yapılır. Doğadan ve kadınlardan gelen bu “ücretsiz hediyeler”, kapitalizm tarafından “temellük edilir-mülk edinilir”. Karşılıksız biçimde sermaye birikimi sürecine dâhil edilir ve tüketilirler; üretim maliyetini ucuzlatır ve gerçek maliyetleri toplumun geri kalanına dışsallaştırırlar. (9)

Marksist ekofeministler için, erkeklerin toplumda kadınlar ve genel olarak doğa üzerindeki egemenliği, tek başına ataerkil fikirlerin sonucu değildir. Kapitalizm tarafından sürdürülmeleri ve kullanılmaları, kârların devam etmesini ve çürümüş sınıf sisteminin devam etmesini sağlamak için (siyah / beyaz, heteroseksüel / LGBTQ, cis / ikili cinsiyete dahil olmayanların yanı sıra) kadınlar ve erkek işçiler ve yoksullar arasındaki bölünmeleri sürdürür.

En önemlisi, ekososyalist feministler, işçi sınıfından kadınlar veya köylü kadınlar ile en üst düzey iktidar kademelerindeki kadınlar arasındaki can alıcı farkın altını çizer. Ekofeminizm kimi zaman “kadınların ve kadınların tarihini aşırı romantikleştirebilir ” ve kadınların farklılıklarını göz ardı ederek…  evrenselleşmiş bir ‘totalize edici’ kadın imgesini ileri sürebilir”. (10) Tüm kadınlar cinsiyetçiliği deneyimlerken, “kadınların”, hatta işçi sınıfından ve köylü kadınların ihtiyaçları ve talepleri de tek tip değildir. İşçi sınıfından kadınların hepsi zorla ev kadını rolüne girmeye zorlanmamıştır. Siyah devrimci sosyalist Claudia Jones’un, “An End to the Neglect of the Problems of the Negro Woman!’adlı makalesinde açıkladığı gibi, kapitalizmin yapısal ırkçılığı, 1940’larda siyah kadınların genellikle ailenin eve ekmek getireni olması; eve gelip işlerini yapmadan önce, genellikle beyaz aileler için temizlik veya çocuk bakımı yapmak üzere uzun saatler çalışmak zorunda olması anlamına geliyordu. (11)

Ayrıca, daha fazla kadının sesinin duyulması çağrısının kapitalizm tarafından Josepha Madigans, Angela Merkels ve Ursula Von Der Leyens gibi isimlerle kolaylıkla yerine getirildiğini de unutmamalıyız. ABD’deki yeni Biden yönetimi, ilk siyah ve Asyalı başkan yardımcısı ve İçişleri Bakanlığı’na getirilen ilk Yerli kadın örnekleri ile bu konudaki en son örnektir.

Yeni kadın hareketinin, büyüyen iklim adaleti hareketinin yanı başında yükselmesi, (şiddetle karşı çıkılması gereken özcü argümanlara rağmen) kesinlikle olumludur ve ekofeminist fikirlere ivme kazandırmaktadır. Yine de, şirketlere ormanlara, toprağa ve suya istedikleri her şeyi cezasızlıktan yararlanarak yapmalarını sağlayan özel mülkiyet hakları varlığını sürdürdükçe ve devletler, ister kadın ister erkek eliyle, bizim çıkarlarımıza karşı hareket ettikleri sürece, doğa tahrip olmaya, iklim bozulmaya ve kadınlar orantısız şekilde acı çekmeye devam edecekler (yoksul, beyaz olmayan ve marjinal kadınlar da en kötüsüne maruz kalacak). Çok daha ileri giderek, kesinlikle anti-kapitalist ve sosyalist bir ekofeminizmi talep etmeli ve emeğimizi, çıkış yolumuzun başlangıç noktası olarak gören ekososyalist bir feminizme doğru ilerlemeliyiz. Ataerkil ve ırkçı (12) kapitalizm koşullarında, çalışan kadınlar ve köylüler evin içinde ve dışında emek sarf ediyorlar. Bu ikili rol, onlara kapitalizmin sürdürülemezliği ve yıkıcı karakteri hakkında bir fikir veriyor. Önümüzdeki büyük engellere rağmen kadınların bu kadar çok sayıdaki radikal değişim hareketine önderlik etmesinin nedeni bu. Ama savaşmak ve kazanmak için en fazla güç kazanmamızı sağlayan da, işyerlerinde ve sermaye için ürettiğimiz yerlerdeki emeğimiz.

Tıpkı motorun yakıtı gibi, kâr da kapitalizme güç verir ve kârlar, işyerindeki emeğimizden elde edilir. İster yer silelim, ister kasaya bakalım isterse üretim hattında makine çalıştıralım, kapitalist sistemi ayakta tutan şey emeğimizdir. Kolektif eylemde bulunmaya, işimizi yavaşlatmaya ve hatta bir saatliğine, bir günlüğüne veya süresiz olarak greve gitmeye karar verirsek, işletmeleri, şehirleri ve hatta ülkeleri durma noktasına getiririz. Bu da sömürülen ve ezilen çoğunluğu oluşturan işçilerin, örgütlendiğimizde muazzam bir potansiyel güce sahip olduğu anlamına gelir.

Kadın işçiler, işyerlerinde erkeklerle birlikte McDonald’s işçilerinin yaptığı gibi –  tecrübe ettikleri cinsiyetçiliğe karşı savaşmak için – ve Batı Virginia’daki öğretmenlerin yaptığı gibi büyük petrol menfaatlerinin peşine düşmek için güçlerini kullanıyorlar. INMO [İrlanda Hemşireler ve Ebeler Sendikası], 2019’da greve gittiğinde, ücret ve hak taleplerinin hepimizin yararlandığı yetersiz sağlık hizmetiyle nasıl doğrudan ilişkili olduğunu apaçık gösterdi ve talep ettikleri her şeyi elde edemeseler de, hükümetin başlangıçta sunduğundan daha fazlasını elde ettiler. Bu örnekler ve tarihten gelen sayısız diğerleri üzerine bir şeyler inşa etmemiz, işyerlerinde ve toplumdaki bağlarımızı güçlendirmemiz ve yaşama, topluma ve çevremize saldırdığı her yerde patriyarkal kapitalizme meydan okumak için örgütlenmemiz gerek.

Notlar :

  1. Ledda, Rachel, 2018. Mamme No Inceneritore komitesi üzerine bir vaka çalışması ile birlikte çağdaş İtalya’nın çevre hareketlerinde kadınların varlığı. Genre et environnement.
  2. Mellor, M. (1996) ‘The Politics of Women and Nature: Affinity, Contingency or Material Relation?’, Journal of Political Ideologies, cilt. 1, no. 2.
  3. Age
  4. Mies, M. Ve Shiva, V., 2014, Women’s Indigenous Knowledge and Biodiversity Conservation”, Ecofeminism içinde, Zed Books, New York.
  5. Mellor, M. (1996) ‘The Politics of Women and Nature: Affinity, Contingency or Material Relation?’,Journal of Political Ideologies, cilt. 1, no. 2.
  6. Bakınız Marx’s Ecology (2000), John Bellamy Foster ve Karl Marx’s Ecosocialism(2018), Kohei Saito.
  7. Marx, Karl, 1845-6, The German Ideology (Alman İdeolojisi), Bölüm I: Feuerbach. Materyalist ve İdealist Bakış Açısının Karşıtlığı B. Çağın Yanılsaması.
  8. Yani, yeniden üretim yeteneği, evdeki ve işyerindeki rolünüzü çocuk bakımı, yemek pişirme, temizlik, öğretme, hemşirelik vb. “kadın” işi sayılanlarla belirlemelidir (ve çoğu durumda da sınırlamalıdır).
  9. Mellor, M. (1996) ‘The Politics of Women and Nature: Affinity, Contingency or Material Relation?’, Journal of Political Ideologies, cilt. 1, no. 2.
  10. Mellor, M. (1996) ‘The Politics of Women and Nature: Affinity, Contingency or Material Relation?’,Journal of Political Ideologies, cilt. 1, no. 2.
  11. Bakınız Spear, Jess, ‘Lesser-spotted comrades: Claudia Jones’, Rupture,Autumn 2020.
  12. Irkçı” kapitalizm, kapitalizmin gelişim tarihinin, acımasız köleliğinin, yerli halkların soykırımının ve doğal dünyanın muazzam yıkımının tarihi olduğuna işaret eder. Marks “Sermaye” diye yazmıştı,  “dünyaya tepeden tırnağa, her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak [geldi]” Kapital Cilt 1.

Bu yazı Mr.Online sitesinden (orjinali Rupture sitesi) Zeynep Türkü Saraç tarafından Kadın Savunma Ağı için çevrilerek derlenmiştir.

Yorumlar