Ataerkil ideoloji, kadına yönelik şiddetteki, kadın emeğinin kullanımındaki, cinselliğin düzenlenmesindeki ve yasal yapılanmadaki eşitsizliklerin ortak paydasıdır.
Ataerkil ideoloji, ataerkil sosyal ilişkiler sistemi içinde, erkekler ve kadınlar arasında hiyerarşi ve eşitsizliğin oluşmasını ve devamını sağlayan düşünceler bütünüdür. Ataerkil ilişkiler, özel ve kamusal alanda hem üretilir hem de yeniden üretilerek devamlılıkları sağlanır. Özel alana en iyi örnek aile, kamusal alana da çalışma yaşamı ve siyaset verilebilir. Ataerkil ilişkiler, toplumsal ilişkiler dokusuna sinerek, üretim süreci, kültür, sanat, dil, hukuk, din ve toplumsal cinsiyet ilişkileri ile taşınır ve sürdürülür. Bu ataerkil ideoloji, tarihsel ve toplumsal ilişkiler çerçevesinde farklılaşsa da, cinsler arası hiyerarşinin devamını sağlayan özü pek değişmez. Ataerkil ideoloji, kadına yönelik şiddetteki, kadın emeğinin kullanımındaki, cinselliğin düzenlenmesindeki ve yasal yapılanmadaki eşitsizliklerin ortak paydasıdır.
Ataerkil ideolojinin toplumun dokusuna sinmişliği, görünmezliği, onun belirgin bir hedef olarak tanımlanmasını zorlaştırmakta ve varlığını masum ve meşru bir zeminde sürdürebilmesine olanak vermektedir. Aile kurumundaki cinsler arası iş bölümünün, ev kadınlığının ve anneliğin, işlevsel, kutsal ve ulvi bir görev olarak sunuluşu da bu masumiyetin en önemli göstergelerinden biridir. Medeni Kanun’da cinsler arası ilişkilerin düzenlenme biçimi genel olarak ataerkil kabulleniş temeline oturur. Hukukla düzenlemenin dışına çıkılan durumlarda, sevgi, duygu, vicdan, özveri, itaat, kutsal görev, namus gibi motifler kullanılarak ve cinsiyet eşitsizlikleri güncelleştirilerek ataerkil yapı pekiştirilip devamlılığı sağlanır.
Bu kuramsal çerçeve kullanılarak, hem evliliğin, ailenin ve cinselliğin düzenleniş biçimi hem de bu alanlarda ataerkil ideolojinin varlığını sürdürmesinin somut görüntüleri incelenebilir. En genel olarak, toplumda var olan kadın-erkek eşitsizliği ve kadının ikincil konumu, aile kurumunda da devam eder. Erkek, ‘tabi olunan’ ve kadın ‘tabi olan’dır. Kadının toplumsal statüsünün ve buna paralel olarak ailedeki statüsünün düşüklüğüne neden olan faktörlerin temelinde, maddi hayatın devamı için sürdürülen faaliyetlerde, kadın ve erkeğin işlevlerine atfedilen norm ve değerler yatmaktadır. Kapitalist toplumun aile düzeninde kadın ve erkek rolleri bu değerlere ve beklentilere göre ayrışmış, ekonomik gücü temsil eden erkeğe aktif ve belirleyici, kadına ise erkeğe bağımlı ve düzenleyici bir rol yüklenmiştir. Pazar ekonomisinin söz konusu olduğu durumlarda, üretim sürecini örgütleyen, pazarla ilişki kuran ve ailenin parasal ilişkilerini düzenleyen erkektir. Kadının ev içinde üretim yaparak sarf ettiği emek görünmezdir ve değersizleştirilmiştir. Geçimlik üretim ilişkilerinin hane/aile yapılarının devamlılığında önemli bir rol oynadığı durumlarda kadın emeğinin en az erkek kadar değerli olması gerekirken, erkeğin üretim sürecini hem örgütlemesi hem de denetlemesi, aynı zamanda özel mülkiyet kurumu ve ailenin erkek soy çizgisinde devam etmesi, genel olarak kadının toplumdaki konumunu ve özel olarak onun emeğini önemli ölçüde değersizleştirir.
Kadın emeğinin değersizleştirildiği daha önemli bir alan ise ücretli emek kullanımının yaygın olduğu ve kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu işgücü piyasasıdır. Bu piyasada kadınların ücretli emeğini değersizleştirmede, ataerkil kültür ve ideoloji, en az emek sürecini belirleyen kapitalist üretim ilişkileri kadar sorumludur. Kadınlar, emeklerini piyasaya sunarken, ne tür işlerde çalışacakları tayin edilirken, ücretleri belirlenirken, örgütlenirken ve nihayet bu piyasadan çıkarılırken, kendileri hakkında ataerkil kültürün ürettiği ve sürekli olarak yeniden ürettiği tanımlamaların, rol beklentilerinin, ön yargıların ve cinsiyetçi söylemlerin etkisinde kalırlar. Bu nedenle, kapitalist üretim ilişkileri ile ataerkil kültür örüntülerinin kadın emeğinin ikincilliğini yaratmada nasıl eklemlendikleri ve ne tür roller oynadıkları bu bildirinin tartışmaya açtığı bir alandır.
Yorumlar