İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak kadınların yaşam hakkı mücadelesidir! -Selime Büyükgöze

Sözleşme karşıtlarının yaydıkları bilgi kirliliğinin temelinde LGBTİ+ nefreti ve doğrudan kadınların erkeklere tabi olması gerektiğini açıkça söyleyememekten kaynaklı, sözleşmenin cinayetleri artırdığı, aileyi yıktığı gibi akıl dışı uydurmalar var. Asıl niyetin ise LGBTİ+’ları şiddetin odağı haline getirmenin yanı sıra, toplumsal cinsiyet lafını ortadan kaldırarak kadınların maruz kaldığı ayrımcılığı doğallaştırmak ve böylelikle de kadınlar üstündeki egemenliklerini sürdürmek olduğunu biliyoruz.

İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak kadınların yaşam hakkı mücadelesidir! -Selime Büyükgöze

Alttan alta, özellikle de adını anmaya tenezzül etmek istemeyeceğim yayın organları tarafından yükseltilen İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı ilk defa geçtiğimiz yaz kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Dinci muhafazakarların ve türlü tarikatların ortaya attığı, bir hukuk devletinde yaşasaydık kenarda vızıldayacak marjinal sesler olmaktan öteye gidemeyecek bu karşıtlık hükümette, ardından da kamuoyunda yerini aldı. Kısa sürede başlayan tartışma, tüm Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin konuşulduğu, sözleşmenin kapsamını aşan bir tartışmaya dönüştü. Bir uluslararası sözleşmesinin maddelerinin sıradan insanlarca yaygınlaştırılıp savunulduğu bir gündeme dönüşmüş olmasının ardında sözleşmenin bahane, kadın düşmanlığının ise asıl niyet olduğuna dair ortak kanaat vardı.

Sözleşme karşıtlarının yaydıkları bilgi kirliliğinin temelinde LGBTİ+ nefreti ve doğrudan kadınların erkeklere tabi olması gerektiğini açıkça söyleyememekten kaynaklı, sözleşmenin cinayetleri artırdığı, aileyi yıktığı gibi akıl dışı uydurmalar var. Asıl niyetin ise LGBTİ+’ları şiddetin odağı haline getirmenin yanı sıra, toplumsal cinsiyet lafını ortadan kaldırarak kadınların maruz kaldığı ayrımcılığı doğallaştırmak ve böylelikle de kadınlar üstündeki egemenliklerini sürdürmek olduğunu biliyoruz.

Sadece Cuma gecesi yaşadıklarımız dahi bizlere nasıl bir bağlamda olduğumuza dair bir tablo sunuyor. Resmi Gazete’de yayınlanmadan önce çeşitli kaynaklardan duyulan sözleşmeden çıkılacak bilgisi konuşulurken bir diğer yandan troller ağızlarından sular akarak açıklamayı beklemeye, kutlama yapmaya başlamıştı bile. Hep beraber Resmi Gazete sayfasını yenilediğimiz bekleyişin ardından karar açıklandı. Kadınların, alanda çalışan örgütlerin lafını dikkate almak şöyle dursun meclise dahi söz hakkı vermeden bu aşırı grupların sözlerini sahiplenen, tek bir kişinin imzasıyla çıkmış bir karar. Sadece bu yöntemin kendisi dahi bizlere demokratik bir ülkede yaşamadığımız kadar bu devletin kadınları bir özne olarak görmediğini, kadınların haklarını gasp ederek erkeklere hediye verdiğini bir defa daha gösteriyor.

İletişim Başkanlığı tarafından yayınlanan açıklama sözleşmenin “manipüle” edildiğini, amacından saptırıldığını, fakat devletin kadına yönelik şiddetle mücadelede kararlı olduğunu beyan ediyor. Bu sözler yürürlüğe girmesinin üstünden geçen yaklaşık 7 yıla rağmen uygulama kararlılığı göstermediği bir sözleşme varken, 6284 sayılı Kanun’un yani devletin kendi yazdığı kanunun dahi keyfi bir şekilde devlet yetkilileri tarafından uygulanmadığı bir düzlemde sarf ediliyor. Bir devletin vatandaşları tarafından manipüle edildiğini söylediğini de görmüş olduk bu vesileyle. Manipüle edilen bir şey varsa o da sözleşmenin amacı ve kapsamı, manipüle edenler ise en başından beri kaldırılması için uğraşanlar. Sözleşme karşıtlarının yaygın söyleminde yer alan sözleşme sürecinde kadın cinayetleri ve şiddetin artması söylemine burada geri gelecek olursak, devletin taraf olduğu sözleşme ve kanunları uygulamıyor olması bu hukuki metinlerin hatası/eksikliği olarak gösterilip hakikat bükülüyor.Yıllar süren mücadeleye rağmen anayasanın 10. Maddesine “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi için devleti “manipüle” edemeyen LGBTİ+’ların sözleşmeyi nasıl manipüle ettiği ise gizemini korumaya devam edecek.

Daha önce AKP karnesi isimli derlememizde ortaya çıktığı üzere, AKP’nin kadınlar için yaptık diye ortaya attığı ve olumlu olarak değerlendirebileceğimiz her şey ya iktidara gelişlerinin öncesinde başlamış süreçler ya da İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası kamuoyuna seslenen atılımlardı. Bir diğer yandan ise aileyi güçlendirme politikalarının yavaş yavaş yükseldiğini görebiliyorduk. Son yıllarda ise her gün bir diğer hakkımızın gasp edildiğini, var olan haklarımıza erişimin uygulamada engellendiğini görüyoruz. Doğum kontrolünden sosyal desteklere, şiddetle mücadeleden kreşlere her biri kadınları aileye/erkeğe tabi kılma ve kadınları içine piyasada ucuz işgünü olmanın da eklendiği geleneksel rollere hapsetmeye çalışan hak kayıpları yaşanıyor. Var olan haklardan faydalanabilmek için mücadele vermek zorundayız. Kötü uygulamalar ve haklarımıza erişimimizdeki engellemeler görmezden gelinerek teşvik edilirken mahkemelerde cezasızlık hüküm sürüyor. Özellikle artan yoksulluğa pandemi de eklenince daha da görünür olan kapsamlı sosyal destek ve yardımların yokluğu bizleri çaresizliğe hapsediyor, Diyanet’in ise bütçesi gibi hayatımızdaki yeri de büyümeye devam ediyor.

Otoriterleşmenin, baskıların, gözaltı ve tutuklamaların bir sonucu olarak daralan, hatta yok olan ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü neticesinde toplumsal hareketler susturuldu. Tüm bunlar olurken kadınların halen sokaklarda olabilmesinin en büyük nedeni kadınları ayrıştırmaya ve taleplerimizin meşruluğunu ortadan kaldırmaya güçlerinin yetmemiş olmasıydı. Feminizmle mücadele projesi olarak kurdukları KADEM dahi sözleşmeyi destekleyince “eşcinsellik” kozuyla susturuldu. Yeni stratejinin kadınları da en iyi biz düşünürüz diyerek[1] haklarımızı tek tek ortadan kaldırmak olduğu aşikar.

İstanbul Sözleşmesi için verilen mücadelenin sözleşmeyi aşıyor olmasının temel nedeni sadece sözleşmenin kapsayıcılığından kaynaklanmıyor. İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının aynı zamanda çocuk istismarcılarını korumak ve çocuk yaşta evlilikleri suç olmaktan çıkarmak istediğini, nafaka hakkımıza göz diktiklerini, 6284 sayılı Kanun’a da İstanbul Sözleşmesi kadar karşı olduklarını biliyoruz. Toplumsal cinsiyet yerine fıtrattan bahsedenlerin nasıl bir toplum, aile, devlet hayali ile yanıp tutuştuklarını biliyoruz. Bu yüzden mücadelemiz hem İstanbul Sözleşmesi için hem İstanbul Sözleşmesi’nin ötesinde. Hepimiz kendi olduğumuz yerden, kendi meşrebimizce mücadele etmeye, kadın düşmanlığının ve nefretin adını koyup teşhir etmeye, hayır demeye, kadınlar üstündeki baskılar son bulana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Kadınların dayanışması nefretinizden güçlü.

[1] Resmi Gazete’nin yayınlanmasından birkaç saat önce #GüçlüKadınGüçlüTürkiyehashtag’ini troll desteği ile tt’ye soktuklarını hatırlamakta yarar var.

Bu yazı Çatlak Zemin sitesinden derlenmiştir. 

Yorumlar