İstanbul Sözleşmesi – İlsu İrmeşe

Dün gece de İstanbul Sözleşmesini feshetmişsiniz. Bizi bir de böyle susturmaya çalışmışsınız. Ama biz susmadıkça iyileşeceğiz. Susmadıkça özgürleşeceğiz. Susmadıkça yaşayacağız. Susmayacağız.

İstanbul Sözleşmesi – İlsu İrmeşe

Dün gece İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmişsiniz. Oysa biz zamanında bunun için çok ağlamıştık. Size değil belki ama, biz bize, omuz omuza, meydanlarda, sınıflarda, fotoğraflarda, pankartlarda, bill-board’larda, hatta mecliste ağlamıştık. Ben ilk Özgecan’a ağladığımı hatırlıyorum. Ondan beri öldürülen yüzlerce kardeşimiz, sevgilimiz, ablamız, annemiz için her seferinde büyüyen bir acı ve nefretle biz her yerde tekrar canımıza kastediyorsunuz diye çok ağlamıştık. Çok iyi biliyorum ki bizi duydunuz. Ama nasıl olduysa bizim, ölümünden bir hafta önce hepimize ağlayan kadınları duyduğumuz gibi duymadınız. Kavgamızı nasıl olduysa tehdit sandınız, siz bizim canımıza kastederken, bizi yine susturdunuz.

Ben hiç tecavüze uğramadım. Ben hiç dövülmedim. Ben hiç ölüm tehdidi almadım. Ben hiç öldürülmedim de. Ama nasıl oluyorsa, siz beni hep çok korkuttunuz. Siz beni, çocukken uygunsuz oturduğum için babamın ya da öğretmenimin bakışlarıyla, daha ilkokulda annemin yanında beni avuçlayan yabancının elleriyle, lisede ilk işimde üzerimde hissettiğim işverenimin nefesiyle ve yalnız kaldığım her sokakta, vazgeçmek zorunda kaldığım her hayalimde ölesiye korkuttunuz. Siz kimsiniz, bilmiyorum. Sizi bir gruba toplayıp kendimizi dinletmeye çalıştığımızda bizi duymadınız ve nasıl olduysa korkunuzla hep bizim aramızda bittiniz. Bu sefer cinsiyetinize de, makamınıza da, işlediğiniz suçlara da seslenmiyorum. Daha bebek yaşlarımızdan beri hepimizin en derinimizde hissettiğimiz, o karnımızı ağrıtan, sonunda sizinle bizi ayıran, hepimizi bu ikilik içinde yiyip bitiren varlığınıza sesleniyorum.

Siz hepimizle ayrı ayrı, ama hiçbirimizi es geçmeden oynadınız bizimle çocukken. Ben anlamamıştım, neden en sevdiğim insanlar üzerinden beni istemediğim gibi oturup kalkmaya ve istediğim sözleri söylememeye zorladığınızı. Ben sizinle bunun kavgasını verirken arkadaşlarım, benim gibi kız çocukları okula gidebilmek için uğraşıyorlardı sizinle. İlkokuldaydık. Büyük şeyler yapmak istiyorduk. Kimimiz cinselliğimizi keşfetmeye çabalarken kimimiz saçını örtmemek, ya da örtebilmek için evde, okulda, aramızda, her yerde yoruluyorduk sizin yüzünüzden. Siz bize saldırırken biz birbirimize düşüyorduk. Birçoğumuz birçok hayalinden vazgeçti o zamanlarda.

İlk tacizlerimizi yaşadığımızda da aynı yaşlardaydık. Çoğumuz uzun yıllar hiç anlatmadık. Ben ilk anlattığım zamanları hatırlıyorum annemlere. Kimse şaşırmadı. Kimse kızmadı. Kimse durmadı üzerinde. Bunu da siz yaptınız.

Bize kendimize dokundurtmamayı öğütlemiştiniz. Ben elimden geleni yaptığım için kimse bana bir şey demedi. Onlara da bize dokunmak istemeyi öğütlediniz. Belki bize dokunanlar, sizin korkunuzu içimize yayanlar, onlar siz değildiler henüz. Ama siz de başta kendinizi böyle böyle bulup, böyle böyle içimize girdiniz.

Biz de dokunmak istediğimizde her şey daha da karmaşıklaştı. Ben kendime dokunmaya başladığımda da kimseye söylemedim. Hatırlıyorum, aynı hafta bir sınıf arkadaşıma utandığı için ben ped almıştım süpermarketten, daha ben kanamaya başlamamıştım oysa. Belden aşağımız yok olsaydı keşke o zamanlar. İçimizden kan, ya da o diğer yapış yapış şey akmaya başlıyordu. İlki canımızı yakıyordu, diğeri zaman zaman aslında içimizi gıdıklayıp hoşumuza gidiyordu ama neden olduğunu bilmeden. İkisinden de utanıyorduk. İkisinden de korkuyorduk. Bir şekilde, nasıl oluyorsa kendimizi bildik bileli içimize saldığınız o korkunun dolanıp gelip bacaklarımızın arasına sıkıştığını biliyorduk.

Şimdi yirmi iki yaşındayım. Hayatımda bir avuçtan biraz fazla kadın tanıdım. Benim etrafımdaki kadınların çoğu bacaklarının arasından korkmamak için sizinle savaşıyor kendilerini bildi bileli. Dört tecavüz hikayesi dinledim ilk ağızdan. Birine amcası saldırmıştı, birine Gezi Parkında bir yabancı. Biri yine bir tanıdığını bulmuştu üzerinde, birineyse çalıştığı genelevden kaçarken bir polis memuru tecavüz etmişti. Sonuncu dışında kimse anlatmadı diğer insanlara hikayesini. Bu yazıda onlardan bahsederken de bu kadınların kimliklerini açığa vurma korkum yok. Çünkü yüzlerce kadın benzer senaryolarda buluyor kendini, aynı öznelerle anlatıyor hikayesini.

Tanıdığım istisnasız her kadın da tacize uğramış en az bir kez. Yakınımdan üç insan aylarca kendilerine bu kâbusu yaşatanlardan kurtulmak için savaştı sizinle. Hala savaşıyorlar. Hala savaşıyoruz. Siz, ya da elleriyle, gözleriyle, penisleriyle hayatımıza korkunuzu taşıdığınız özneleriniz tüm bunları nasıl yaşıyorsunuz bilmiyorum. Ama biz tek bir dokunuşu ölene kadar içimizde tutuyoruz. Ben arzusuyla tehlikede hissettiğim her bakışı sayabilirim tek tek. Uzun zaman alır. Her seferinde içimize giriyorsunuz, her seferinde tekrar kilitliyorsunuz dudaklarımızı. Ve biz tekrar tekrar tek bir bakışla ölmekten korkarken, siz bizden çaldığınız yaşamı kendinize hak görüyorsunuz.

Okumak, tecavüze uğramak, başını örtmek, kanamak, sevişmek. Aynı cümlede, ya da bu aynı sayfalarda ne kadar alakasızlar birbirlerinden, değil mi? Oysa siz bunları ve günümüzün her saniyesi uğruna kavga verdiğimiz daha birçoğunu bir kadınlık mücadelesi haline getirdiniz bizim için. Kadınlar ölürken ben konuşmaya çekinirdim. Oysa onları öldüren de benim aşkıma ket vuran da sizsiniz. Korkumuz da, düşmanımız da, gözyaşlarımız da aynı.

Siz kimsiniz bilmiyorum. Siz, biz ve onlar diye ayırmayı hiç düşünmezdim insanlarımı. Belki ben de zamanında başörtüsünü eleştirdiğim bir arkadaşıma karşı sizden oldum. Belki başka bir bedene dokunmaya çalışırken kendimi ezip sizin korkunuzu en çok ben haklı çıkardım içimde. Elinden tuttuğum, aynı kaptan yediğim onca erkek arkadaşımı da sizden ya da onlardan kılmak istemedim hiç. Ama şimdi öyle ya da böyle aynı kaderi, aynı korkuları paylaştığım milyonlarca kadınla el eleyken yapayalnız hissediyorum kendimi. Meydanlara, şehirlere, ülkelere sığamayıp yine bir odanın bir köşesine çekilip korku içinde yapayalnız kalıyoruz. Sürekli üstümüzdesiniz. Sürekli bir şeyler almak istiyorsunuz bizden. Biz, sürekli yaşamak için sizin ellerinizden tırnaklıyoruz hayallerimizi. İnsanlığımızı, ben olabilmeyi sizin ağzınızda kirlenen kadınlıktan, erkeklikten, tanımlarınız ve şiddetlerinizden sürekli çekip kurtarıp temizlemeye çalışıyoruz. Siz kimsiniz bilmiyorum ama hayatımın her anında omzumun üzerinden bir şekilde izliyorsunuz beni. Korkunuzdan yapayalnız hissedip, iki saat sonra Kadıköy’de olacağımız gibi bir araya gelmeye çalıştığımızdaysa bizi şeytanlaştırıp üzerimizden geçiyorsunuz.

Dün gece İstanbul Sözleşmesini de feshetmişsiniz. Biz bugün buna karşı bağıracağız, ama sizi yenmek değil amacımız. Biz sizden hayatımız boyunca korkacağız çünkü, bu kavganın bitmeyen bir kavga olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama kavgamızı, korkumuzu, acımızı birleştirdikçe güçleniyoruz. Bir kadın gördüğü şiddeti, uğradığı tecavüzü, kaybettiği hayallerini ve verdiği kavgayı her paylaştığında biz birken iki oluyoruz. İçimize saldığınız korkuyu önce fısıldıyoruz birbirimize, sonra bir başkasının korkusunu dindirir belki diye anlatmaya, bağırmaya, yazmaya, haykırmaya başlıyoruz. Bugün dünden daha kalabalığız. Çünkü bugün, dünden daha fazlamızın canını yaktınız. Ve biz bugün, dünden daha fazla yaramızı paylaşıp sardık.

Dün gece de İstanbul Sözleşmesini feshetmişsiniz. Bizi bir de böyle susturmaya çalışmışsınız. Ama biz susmadıkça iyileşeceğiz. Susmadıkça özgürleşeceğiz. Susmadıkça yaşayacağız. Susmayacağız.

 

Yorumlar