Ortalamanın dışında kalan insanların ve kadınların da eşit haklardan yararlanabilmesi için ilkin şiddetten korunması gerektiğini öngören Sözleşme bu haliyle insaniyet bilincinde yeni bir eşik. Bu ülkenin yöneticileri bu eşiğe takılmış ve geride kalmıştır. Medeniyet ise bu eşiği aşmış olanlar tarafından şekillendirilmeye devam edecek. İnsanlık bilincinde çaptan düşmüş olanlar “aile değerlerimiz” maskaralığıyla insan onurunu çiğnemeyi politika edinenlerdir.
Koşan bacaklarını kestiğiniz kadınlar
uçmak için kanatlı kızlar doğurur
diye kimse sizi uyarmadı mı?
ljeoma Umebinyuo
İnsanlığın deneyimlerini siyah kadın ve erkekler, kadınlar ve kız çocukları, ezilenler, kendisi ve herkes için yazdığını söyleyen Nijerya doğumlu çağdaş şair Ijeoma, kuşkusuz bir efsaneyi değil yüzlerce yıllık kadın eşitlik mücadelesinin öğrettiklerini dökmüş dizelerine. Oy birliği ile onay kanunu yayınlayan Meclis iradesinin gaspı anlamındaki tek kişinin kararı ile feshedilmek istenen İstanbul Sözleşmesi de uzun soluklu kadın mücadelesinin sonuçlarından birisi. Kadınların dünyayı dönüştürme gücüyle gerçekleşen değişimlerden birisi. Tek imzayla yok edilemez. Ancak verilen o tek imzalı karar yok hükmünde sayılır.
Bu dünyadan Nemrutlar, Firavunlar geldi, geçti. Zulüm için gerekçe olarak kullandıkları, kıymeti kendinden menkul adetleri, kuralları hepsi çöp oldu. Kendi kuralları için haklarını çiğnedikleri, zulmettikleri insanlardan yadigar insaniyet bilinci kaldı geriye. Hep kalacak olandı zaten ve yine öyle olacak. Yine kanatlanacak kadınlar belki biraz zaman alacak, hepsi o kadar. Fakat henüz hiçbir şey bitmiş değil, bu karar tam olması gerektiği gibi hukuk yoluyla yok edilebilir hâlâ. Sonuç ne olursa olsun demokrasi, eşitlik, hak mücadelesi baki. İnsan hakları hukukunun bir parçası olan İstanbul Sözleşmesi, insaniyet bilinci yok edilmeden yok sayılamaz. Erkeklerin, üstünlerin ve genel olarak ortalama insanın haklarını gözetecek şekilde uygulanmaya müsait insan hakları sözleşmelerine yapılan zeyl sayabiliriz İstanbul Sözleşmesi’ni. Ortalamanın dışında kalan insanların ve kadınların da eşit haklardan yararlanabilmesi için ilkin şiddetten korunması gerektiğini öngören Sözleşme bu haliyle insaniyet bilincinde yeni bir eşik. Bu ülkenin yöneticileri bu eşiğe takılmış ve geride kalmıştır. Medeniyet ise bu eşiği aşmış olanlar tarafından şekillendirilmeye devam edecek. İnsanlık bilincinde çaptan düşmüş olanlar “aile değerlerimiz” maskaralığıyla insan onurunu çiğnemeyi politika edinenlerdir.
İrfan Aktan’ın tek cümlede özetlediği gibi: “İktidarın eziyet politikasının nihai hedefi bir araya gelme potansiyeli bulunan tüm direniş odaklarını yalnızlık duygusuna hapsetmek.” Pek çok farklı hak ihlalini aynı anda denebilecek kadar kısa sürede sağanak gibi yağdırdı topluma. “Muhalefeti parçalama” politikasıyla Cumhurbaşkanı, kitlesel muhalefetin dikkatini tek bir konuya kanalize etmesini önledi. Gezi Parkı yağmasından çok sayıda HES kurulma kararına, Kanal İstanbul’dan Merkez Bankasına, HDP kapatma davasından İstanbul Sözleşmesine ve Ömer Faruk Gergerlioğlu kararına kadar ayak oyunlarıyla istediği düzende istediği gibi at oynatıyor.
İktidar, kadınları yedinci yüzyılda yaşatmak için rıza üretme gayretindeyken diğer yandan konumunu sürdürmek için yirmi birinci yüzyılın imkanlarıyla gönlünce bir muhalefet oluşturma yolunda. Halkların Demokratik Partisi’ne oy vermiş her seçmene siyaset yasağı getirecekmiş izlenimi veren iddianameyle kapatma davası açılınca buradan kendisine fayda umup elini ovuşturan siyasi partiler var maalesef. Kadınların yaşam hakkı ve Kürtlerin siyasi hakkı kendileri için basamak olsun üzerinde yükselsinler gayesiyle, iktidarın dümen suyunda muhalefeti biçimlendirmek için ön alıyorlar. Türkiye’nin geleceği, toplum genelinin gelecek beklentisinin hangi yönde olduğu umurlarında değil. İktidar aparatları sayesinde ülkeyi kasıp kavuran yüzde yedilik azgın azınlığın peşinde sürükleniyorlar. Saadet Partisi’nin kendisine Kürtleri ve kadınları çiğneyerek yükselme payı biçmesi gerçekten çok yazık.
Kadınların eşit yurttaşlık haklarının, tüm medeni haklarının gaspı anlamına gelen İstanbul Sözleşmesi’nin feshi için iktidar ile pazarlık yapan Saadet Partisi’nin, Cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül’ü muhalefete dayatması demokratik muhalefeti, iktidarın nam-ı hesabına bitirmek anlamına gelir. Pazarlığın bir ucu İstanbul Sözleşmesi ise diğer ucu Erdoğan’ın kazanasını kolaylaştıracak bir aday göstermeye muhalefetin zorlanması imiş anlaşılan. Devlet Bahçeli’nin muhalefeti, Cumhurbaşkanı adayını ilan etmeye zorladığı Kurultay konuşmasından kısa süre sonra ve İstanbul Sözleşmesi kararının hemen arkasından, Temel Karamollaoğlu’nun Abdullah Gül çıkışı ve üstelik Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘hemen kabul ettiği’ yönündeki tek yanlı bilgiyi kamuoyuna duyurması tesadüf olamaz. Sunulan tek yanlı bilgi içerik olarak doğruysa bile ülke gerçekleri ve toplumsal ihtiyaçlar açısından yanlış politika olacağı açıktır, kuşkusuz. Aylardır EŞİK Platformu’nun çevrimiçi görüşme talebini cevapsız bırakan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İstanbul Sözleşmesi kararı ile iktidardan istediğini aldığı anda hemen iktidarın kendisinden istediğini vermek için harekete geçti kanaatimce. Zira daha birkaç hafta önce ‘seçim tarihi belli olmadan aday açıklanmaz’ minvalinde beyanı vardı. Aylardır hatta yıllardır söylendiği gibi İstanbul Sözleşmesi hakkında karar vermek, kadınların yaşam hakkına ve eksen meselesi olarak Türkiye’nin geleceğine dair karar vermektir. Verilen karar, Temel Karamollaoğlu’nun dizayn ettiği muhalefet politikasıyla desteklenecekse Türkiye’den geriye ne kalır? Ayasofya Baş İmamı’nı da aile bakanı yaparlar olur biter. Muhtemelen hesap böyle ama evdeki hesap çarşıya uyar mı onu da hep birlikte göreceğiz.
Esasen toplumun ihtiyacı ve muhalefetten beklentisi bir aday, bir isim, bir lider belirmesi değil. Kimsenin kurtarıcıya ihtiyacı yok tersine halaskarlardan halas edecek bir sistem beklentisi var. Demokrasi istemi, kitlesel muhalefet ve siyasi partilerin uzlaşacakları yol haritası üzerine. Mevcut anti demokratik düzenden demokrasiye doğru yön almayı öngören bir sistem üzerinde mutabakat sağlanmalı ve seçim öncesi bu mutabakat doğrultusunda eylem planı adım adım belirlenmeli. Halkın huzuruna ancak bu şekilde çıktıkları takdirde fark yaratırlar. Seçmene güven verecek bir plan üzerinde muhalefetin ortaklaşması, ortak adayın kimliğinden çok daha önemli ve önceliklidir. Ayrıca tek aday değil ekibiyle, finansmanıyla, iletişimiyle uyumlu bir ekip çıkarılmasıdır arzu edilecek olan. Temel Karamollaoğlu’nun önerdiği gibi milli görüş egemenliğine muhtaç değil bu ülke. Abdullah Gül’ün adaylığı zaten fıkra gibi bir şey olur. Bir milli görüşçüyü koltuktan indirmek için koltuğun eski sahibi bir milli görüşçüyü, bir başka milli görüşçünün dayatmasıyla ortak aday göstermek. Şaka gibi ama Kürtleri ve kadınları çiğneyip haklarını yok sayan kötü bir şaka.
Bu yazı Gazete Duvar sitesinden derlenmiştir.
Yorumlar