Doğal afeti katliamı dönüştürdüler. İzleri kolay kolay bölge halkından da etkilenen milyonlarca kişiden de silinemeyecek. Biz kentlere döndük ama bölgede kalanlar normale dönemeyecek. Her kaybettiğimiz her bir can için alacaklıyız. Kentlerde hayatı durdurmalı ve bu iktidarı yıkmalıyız. İnsanca yaşanacak bir ülkeyi kurduğumuzda yeniden umutla, neşe ile ayağa kalkabiliriz. Sesinizi duyan biz vardık, sesinize ses olmaya devam edeceğiz.
Gaziantep İslahiye’de arama-kurtarma çalışmalarına katılan arkadaşımız Atike Eski yazdı.
Deprem bölgesinden döndüğümden beri ne hissettiğimi neler olduğunu konuşma anlatma ihtiyacı hissediyorum. Bunu da herkese anlatmak için yazıyorum. Gönüllü olarak ben de arama kurtarma çalışmalarına katılanlardanım. Gittiğim yer ise Antep’in İslahiye ilçesi oldu. Yola çıktığım ekipten birçoğunu tanımıyordum genel soru ise İslahiye’nin neresi olduğuydu. Benim gibi İskenderun’lu değilseniz genellikle oralara dair ilçeleri çok bilmezsiniz. Evet benim de ailem depremzede. Evleri yıkılan yeniden hayat kurmak zorunda kalanlardanız. Giderken ise Hatay’a gitmeyi çok istedim belki Hatay’a gideriz diye fakat yolda düşününce ise “Ne fark eder ki?” dedim. İnsan kurtarmanın, depremin yeri bölgesi mi olurdu. Biri diğerinden daha mı değerliydi ya da daha mı değersizdi.
Gidişimiz tam olarak 24 saat sürdü; evet İstanbul’dan Maraş’a uçakla gitmek tam 24 saat sürdü. Koskoca bir gün sadece yolda geçti, insanlara ulaşmamız 24 saat sürdü. Maraş havalimanına indiğimizde ise geceydi ve sadece karşımızda sıraya girmiş depremzedeler vardı. Soğukta, karanlığın ortasında yüzlerce insan başka şehirlere gitmek için bir organizasyon bekliyordu. Tabii ki ilk günden itibaren yapılmayan planlamalar orda da yoktu. Havalimanın içine girdiğimizde ise bir korku filminin içinde olduğunu hissediyordun. Karanlık, yıkık dökük, mutsuz hayatsız bir yer gibiydi. 1996’da yapılan bir havalimanı nasıl bu kadar hızlı yıkılabilirdi nasıl bir havalimanı bu noktaya gelirdi: O an bunları düşünmekten de kendimi alamıyordum. Sabaha kadar havalimanından İslahiye’ye gitmek için araç bekledikten sonra saatler sonra şehre doğru yola çıkabildik.
Şehre ilk indiğimizde yıkımın izleri fazlası ile belli oluyordu bildiğim bir şehir değil, hiç bilmediğim bir yer gibiydi. Sadece havalimanı değil şehir de bir distopyaydı. İnsanların hali, çocukların bizlere bakışı… Bana sanki hayatımda ilk defa o bakışları görmüş gibi hissettirdi. Burada hayat “normal” değildi. İstanbul’da akan hayat burada durmuştu. Sanki hiç zaman ilerlemiyor, sanki hiç ilerlemeyecek gibi…
Arama kurtarmada neler eksik neler yoktu demeyeceğim çünkü hepimiz biliyorduk devlet yoktu, sesimizi duyan yoktu! Ama hissettiğim her şeyi yazmak istiyorum. Çocukluğu, anıları gitmiş biri olarak o alanda olmak bile bana yeterince yüktü. Kaldığım süre boyunca hiç kendimi çökmüş gibi hissetmedim ama öfkem her geçen gün büyüdü. Çocukları görüp oyun oynadıkça, kadınlarla sohbet ettikçe… Ne yaşadığımdan çok neler hissettiğimi anlatmak istiyorum. Geride bıraktığımız herkesi anlatmak istiyorum, Fatma’yı, Remzi’yi, Muhammet’i… Küçücük halleriyle enkaz alanında bana verdikleri umudu. Onları görmek o kadar iyi geliyordu ki oradaki enkaza gidecek olmaya bile sevinebilirdim. Bu yanlış anlaşılmasın enkaza değil onları görmek, bana sarılmalarının yarattığı umut hiç aklımdan gitmiyor. Oradaki sessizliğin içinde oradaki enkazın içinde bir umut gibilerdi ya da bana umudun kendisi oldular. İnsan günlerin öneminin kalmadığı sanki çok uzun zamandır orada gibi hissediyor. Sanki normal bir iş gibi ama hiç normal olmayan ortamın kendisinde bir şekilde gülmeye devam ediyorduk. Dönünce duş almak, özlediğimiz şeyleri yapmak üstüne konuşuyorduk. Her konuştuğumuzda sonrasında derin bir sessizlik alıyordu yerini. Biz hayatlarımıza döneceğiz peki ya kalanlar?
Yeni evler, yeni şehirler her şeyi geri getirebilir miydi? En azından bildiğim, büyüdüğüm yer için Hatay için şunu söyleyebilirim. Getiremez. Nasıl getirsin? Aynı olamaz bir şehir, kaybedilen onca insan, onca canlının yeri yeniden doldurulamaz. Çocukluğumuz, gençliğimizin yerleri aynı olamaz. Çünkü biz de aynı değiliz; öfkeliyiz, kızgınız, üzgünüz. İnsana dair ne kadar duygu varsa aynı anda hissediyoruz. İstanbul’a geri döndüğümde çok uzun zamandır yokmuş gibi hissettim. Yıkık bir yer gördüğümde hala deprem alanında gibi. Gördüğüm herkese orada olanı, hissettiğim şeyleri anlatmak istiyordum. Burada hiçbir şey olmadan devam edemezdik. Normale dönemezdik, unutamazdık.
Hayat durmalıydı, bir şey yapmalıydık sadece arama kurtarma değil tüm Türkiye’de hayatı durdurmalıydık. Ertesi gün işe giden binlerce insan durmalıydı, bu sistem durmalıydı, durmadıkça öfke diner miydi? Dinmezdi, dinemezdi. 10 Ekim’den bu yana durduramadık hayatı, her durduramadığımızda omuzlarımıza binlerce yük binmeye devam ediyor.
Doğal afeti katliamı dönüştürdüler. İzleri kolay kolay bölge halkından da etkilenen milyonlarca kişiden de silinemeyecek. Biz kentlere döndük ama bölgede kalanlar normale dönemeyecek. Her kaybettiğimiz her bir can için alacaklıyız. Kentlerde hayatı durdurmalı ve bu iktidarı yıkmalıyız. İnsanca yaşanacak bir ülkeyi kurduğumuzda yeniden umutla, neşe ile ayağa kalkabiliriz. Sesinizi duyan biz vardık, sesinize ses olmaya devam edeceğiz.
Bu yazı Sendika.org sitesindeki orijinalinden alınmıştır.
Yorumlar