Bu eve kapanmış günlerimizde biraz yaklaşmış olsak da birbirimize fakir ve zengin, zorunluluktan her yerde karşısına sınıf farkı çıkar. Bu direkt benimle ilgili olmasa da hissederim, fark ederim havadan sudan dokunup geçmişlik vardır maziden. Belki de duygularımın derinliğinden ben bunu, bu duyguyu böyle yaşarım. Ayda yılda bir akla düşen simit ve çay ile her gün yemek zorunda kaldığın simit çay aynı değildir.
Belki bir simit
Bir çay çok özlenir oldu…
Herkes sever belki simit ile çayı; ama varsıl olanın her gün simit yeme ve çay içme aklına gelmez. Biraz da bazıları için mecburiyettendir bu tercih.
Bu eve kapanmış günlerimizde biraz yaklaşmış olsak da birbirimize fakir ve zengin, zorunluluktan her yerde karşısına sınıf farkı çıkar. Bu direkt benimle ilgili olmasa da hissederim, fark ederim havadan sudan dokunup geçmişlik vardır maziden. Belki de duygularımın derinliğinden ben bunu, bu duyguyu böyle yaşarım. Ayda yılda bir akla düşen simit ve çay ile her gün yemek zorunda kaldığın simit çay aynı değildir.
Uzun yıllarım ekonomik olarak rahat geçmiş olsa da hep yaşamışımdır açlığın iz düşümlerini. O iz düşümler; benim yaşam tercihlerim, elele verdiklerim, beraber yürüdüklerime dönüşmüştür. Yaşamda çok anlattığım bir dip not vardır, -bir kadın milletvekiline hanımefendi-, bana ve Tekke Köyündeki kadınlara “karı” dendiği işte belki de bu ye kürküm ye” döneminin bendeki kalıntısıdır, çay ve simit işi.
Karantina günleri diye başlamak istiyorum da o günleri en derinden yaşayıp, yaralı, bereli tekrar dünya ile kucaklaşmaya çalışanlara saygısızlık etmek istemiyorum. On’lar benim yaşamımın yolunu çizdiler ama belki de on’lar yarı yolda bıraktı. İşte bugünler beni tekrar kendimle tanışmaya, kendimle yüzleşmeye, kendimi affetmeye itecek günler.
Var mı acaba bazı insanların dediği gibi hiç yanlışı olmayan insan? Bence yok. Belki de bu yazılarım, gün gün karalama kağıdı gibi döktüğüm parça pörçük anılar başkalarının da ayna karşısına geçmesine neden olur. Dünyanın bütün yüklerini omuzlayıp gitmek istemem. Kimi çok kimi daha az bu virüsün parçaları olmuşuz. Ama bu virüsün öldüren yanı değil, belki tekrar yaşama heyecanı ile buluşturan yanına sığınmak lazım. Bir yere sığınırken artık yeni sığınak bulmanın mutluluğundan ziyade doğru sığınak bulduğuna inanmak lazım.
Aslında gençliğimiz prangalı yılların anıları, oralardan yaşanan büyük aşklar ve o aşklardan doğan kavganın şairlerini okuyarak tomurcuklandı. Dallar çiçek açmaya başladığında, öylesi bir kavgaya yakın bir mücadele ve dayanışmanın içindeydik artık.
Erken yaşlar, meraklı bakışlar, kulak kabartmalar ve aramızda yaklaşık 8- 10 yaş olan yoldaşlarımızla yolculuğa başladık. Ama bunları öğrenmeye, yaşama dokunmaya, elimiz yavaş yavaş yanmaya başlayınca umudu bulutların arasından evlere taşıyan çocuklarımızla tanıştık. Aslında bizler de birer çocuktuk. Hala zaman zaman masum ve melül melül bakan ve bilgiyi yakalamaya çalışan gözlerimizden ve daha çok yumuşak olan tenimizden, sıcak sımsıcak biri ile buluştuk. Onlar bugün kırklı yaşlardaki çocuklarımızdı.
Çaresizliklerimiz oldu, korkularımız oldu, bilmediğimiz için acılarımız oldu evet; ama bununla yaşamak ve bu acı ve tatlı şeyle büyümek zorundaydık. Herkes kendi yaşamının duvarlarını örerken ,sen de evinde sevgi ve korkularının duvarını örüyordun.Yaşanan yıllar gençliğimizin bizi korumasının dışında artık bizde korumak zorunda olduğumuz küçük, masum, güzel ve anlatılamaz bu sevgi ile sarmaşık olmak görevini yüklenmiştik. Şimdi duyuyorum “bu bir görev değil” diyenleri. Elbette kendi gönül rızamız ile dünyaya getirdiğimiz bu yürek çiçeklerimize, bedenden kopan parçalarımıza karşı görevlerimiz de vardı. Bunlar sadece giyim kuşam yedirme içirme, gezdirme, mal mülk bırakma derdi değildi. Sevgiyi büyütme sevgiyi gösterme sevgi ile yaşatmaktı. Ama biz öyle büyümemiştik ki, bütün bu duyguların zaman zaman öyle dışındaydık ki, sorunlarla büyümüş iki aileden eksikler doğuyor bazen. Büyüyeyim derken büyümekten başka şeyler kast edebiliyor insanlar. Farkında olmadan hedefe yöneliyor ve kuşlar ikametgah adreslerini değiştirip başka limana, başka bulutlara, başka ışıklara yelken açıyor.
Birden bire bir yalnızlık içindesindir artık.Yönünü kaybeden -etrafın dolu ama bomboş- ayakta kalmak zorunda olduğun bir boşluk. Bu boşluk herkesi değil ama bazen seni, bazen çok yakınını yönsüz bırakıyor. Bu boşluğun sorumlusu ne sensindir, ne yanında yürüyen, ne de seni dünyaya getiren; ama herkesin parça parça katkısı olmasına rağmen onun bütün sorumluluğu ve ağırlığı omuzlarına yüklenir ve sen yönsüzsündür artık. Yön bulmak bazen seni batıp çıkarır, bazen dost bildiklerinin tekmeleri, bazen elini uzatanların seni tekrar kuyunun dibine bırakmasıyla yüzleştirir.Kuyudan çıkmak akıl, beceri, dayanışma, hoşgörü, dostlukla mümkündür; ama yönsüz diye tabir ederler sana ve onların ne dostu, ne bekledikleri el vardır, ne de belki bir umut diye bir soru işareti içindeki bekledikleri zaman. Zaman da acı verir artık, “Bitsin!” dersin . Ama aklın hala o minicik, hiç büyümeyen parmaklar ve göğsünün arasından hiç kopmayan, yerleşmiş ekşi süt kokusu ile buluşmuş parçanın yarınındadır. Üzülür mü, kırılır mı, mutsuz olur mu? Ona acı verir miyim duyguları hem zihnini hem bedenini sarar. Aslında belki de onun umurunda bile değilsindir. Sen ne kadar annenin acılarına ortak olabildin ki, en yakınındakiler kendi annelerini ne kadar anlayabildi ki ? O’nu unutur, bu yoğrulmuş yumağın içindeki kırçılların peşine düşersin. O kırçılların içinde belki sen yoksundur ; ancak bekli de kendine gerekçe, kılıf ararsın. Dokunmayım anılarıma! Bu miniciğim göğsümde öyle kalsın. Ne fark eder ki sayısı 1, 2 kaç tane olursa olsun. Her ananın göğsünün çatalında onlara yer bulunur. Varsın daralsın nefesi, varsın azalsın lokması, varsın göğüsleri yara olsun, varsın göğsünden fışkırsın sütü.
Sen zaten bir simite ve bir çaya alışkınsındır, bırakın olmasın masanda kuş sütü!.
O sesli emişlerden, dudakların arasından apak bembeyaz süt aksın boynuna, gerdanına doğru, o da senin gibi koksun, karışsın kokularınız birbirine.
İşte böyle büyüdük pek çoğumuz, belki de pek çoğumuz büyümeden yaşlandık, büyümeden göç ettik büyümeden ….Büyümeden!
Belki bir çay bir simidi mutlu yemeden, belki de o mutluluğun farkına varmadan… Nefes alıyorsan o önemli. Nefesini bütün dünya insanlarının mutluluğu için alanlara aşk olsun.
Yorumlar