Dayanışmamız ele geçirilemez, paha biçilmez ve yok edilemez. Herkesi kapsayan, esnek, elbirlikçi, yapılandırılmamış bir insan topluluğunu yaratmaya yönelik şenlikli bir girişimdir
Tarihin en bilge kadınlarından biri, “Bana kalırsa [kadın dayanışması] olmasaydı insan toplumu da var olmazdı. Fakat bu dayanışma erkekler, tarih ve Tanrı nezdinde görünmez halde” demiş. Görünür görünmez o ayrı; konumuz da şimdilik bu değil; şimdilik daha önemli olan sözün devamı: “Kadın dayanışması daha ziyade bir akışkanlık olarak adlandırılabilir-sabit bir yapıdan ziyade bir akıntı veya nehir.”
Nasıl mı akışkanlık? Erkekler arasındaki grup dayanışmasının insan ilişkileri üzerindeki tesirli gücü, eril rekabetin kontrolünden ve kanalize edilmesinden ileri geldiğinden, bu gruplar dışarıya kapalıdır ve “öteki” olanı yabancı olarak konumlandırır. “Erkek kardeşler” takımı, herhangi bir tehdit hissettiğinde ki tehdit hissetmediği anlar pek azdır, su ve ses geçirmez bir cephe kurmak üzere bir araya gelerek derhal birbiriyle kenetlenir. Kadınlar ve yaşa, soya, kasta, ulusa, başarı seviyesine göre diğer erkekler, kenetlenen cephenin berisinde bir başka yoldaşlık kurmanın yollarını bulur.
İşte bu anlarda, “Toplumun erkek düzeni, kadınların kendi koşulları uyarınca bir yoldaşlık kurmasına müsaade ettiği vakit, bu birliktelik gelişigüzel, formülleştirilmemiş, hiyerarşi dışı bir yapıda olma eğilimindedir; sabit olmaktan ziyade plansız, kalıplaşmış olmak yerine esnek ve rekabetçi olmaktan ziyade işbirlikçidir”. Kadın dayanışması, şenlikli bir elbirliğidir!
Tarihin en isyancı kadınlarından birinin (aslında o biçimde söylemediği ama o biçimde yayılan ve belki de böylesi çok da iyi olan) sözleriyle söylersek… Kadınlar arasındaki dayanışmanın, erkeklerin kardeşliğinden son derece farklı olan ve yine son derece şaşırtıcı olan değiştirici gücü, bu dayanışma içinde biçimlenen öznenin, bir yandan değiştirirken, bir yandan da dans etmesinden ve dans edemediği devrime devrim dememesinden kaynaklanır. Ursula Le Guin, “Boşa geçirecek vakit yok” sözlerini bize bir miras gibi yazıp giderken, Emma Goldman da aslında, hayatını anlatırken, “Dans edemediğim devrim, devrim değildir” sözünü değil de, bir dans pistinin kenarında kendisini bir kenara çekerek, yaptığı çılgın danslarla davanın ciddiyetini bozduğunu söyleyen bir erkek yoldaşına, şu sözleri söylemiştir. “Özgürlük ve kendimi ifade etme hakkımı, herkesin güzel ve mutluluk saçan şeylere ulaşma hakkını talep ediyorum. Güzel idealler için sürdürülen bir davanın, yaşamın ve yaşama sevincinin inkârını talep ettiğine inanmıyorum. Talep ediyorsa da onu istemiyorum”.
Fakat ne Emma Goldman ne de kadın dayanışmasının şenlikli elbirliği, elbette hazcı (hedonist) değildir. Kast edilen dans da “egonun basit zevkleri” merkezli bir beden hareketinden ibaret bir ibadet değil, dünyanın en zor ve baskıcı koşullarında bile, özgürlük idealini kendisinde cisimleştiren yaratıcı eylemden, o yaratıcı eylemi mümkün kılan akışkan elbirliğinden ve o elbirliği içinde üretilen yaşama sevincinden vazgeçmemektir. Bu dans, tek bir yüce ilkeye; “insanın kendisini daha zengin, daha derin ve daha iyi bulması için sınırsız olarak vermesi arzusuna” ve bunu yaparken hem kendisini hem başka kadınları özgürleştiren bir elbirliği arzusunu çoğaltmasına dayanır. “Bu arzu tek başına boşluğu doldurabilir ve kadının özgürleşmesindeki trajediyi neşeye ve sınırsız eğlenceye dönüştürebilir”. Kadın dayanışması, “İktidar uğruna sergilenen şiddetli denetimden doğmaz; aksine karşılıklı yardım arzusu ve ihtiyacı ile genelde tahakkümden kurtulma arayışı sonucu ortaya çıkar. Ele geçirilememek, akışkanlığın özünde vardır…” Bu dayanışma ele geçirilemez, paha biçilmez ve yok edilemez. Herkesi kapsayan, esnek, elbirlikçi, yapılandırılmamış bir insan topluluğunu yaratmaya yönelik şenlikli bir girişimdir.
Bu yüzden şimdi haydi gel, gel geeel! Feminist isyanın, şenlikli elbirliğine gel. Kadın dayanışmasının akışkanlığında, özgürleşmenin sınırsız eğlencesinde, değiştirirken dans etmenin gücüyle, yaşama sevincinin parıltısıyla, kendimizi ve birbirimizi güzel ve mutluluk saçan bir insan topluluğu haline getirmek için ateşin başında buluşalım; hiç dinmeyen dalgalardan, itaatsiz kadınlardan, eşit ve özgür bir hayat arzumuzdan, kadından kadına uzanan savunma ağlarımızdan aldığımız güçle, ele geçirilemez, paha biçilemez ve yok edilemez örgütlülüğümüzle: “Gelin, geniş ve büyük olalım”.
Çünkü dans edemediği devrime devrim demeyen kadın, bunu demiş gerçekten: “Küçüklük böler, genişlik birleştirir”. Gel, adımızı, dans ettiğimiz bir devrimin yaşama sevinci koyalım.
Yorumlar