Her güne bambaşka bir ruh haliyle başlıyoruz. Bugün ben de virüse yakalanacak mıyım? Ya da yakalandım sanırım hafif seyreden ender insanlardan olabilirim. Ya bu haldeyken iş yerimde evimde sevdiklerimin enfekte olmasına neden olursam? Cebimdeki para beni üç gün idare eder?
Covid-19 memleketin bir yığın sorununun üzerine karabasan gibi çöktü. Zaten ulaşım, barınma ve yaşamsal tüm giderleri ile geçim sıkıntısı yaşayan halk, nasıl hayatta kalacağı sorusuna cevap ararken işler büsbütün içinden çıkılmaz hale geldi.
Getirildi!
Toplumsal hassasiyetlerle temel ihtiyaçlar üzerinden bugüne kadar hiç bir koşulda halktan yana olmayan iktidar, yaşam hakkı kararını bizim adımıza alıyor.
Kimler yaşayacak? Kimler ölecek?
Virüsün ayrımcı olmadığını ve bu salgından toplumun tüm kesiminin etkileneceği anlatılırken sınıfsal ayrım burada da devreye girmiş oldu. İşçiler, memurlar, çiftçiler, güvencesiz çalışanlar…
Patronlar!
Sağlık emekçileri başta olmak üzere tüm sektörlerde uygulanan politika emekçilerden yana değil patronlardan yana oldu. Süreç doğru yönetilememekle birlikte toplum sağlığını büyük tehdit ile karşı karşıya bıraktı. Nereden bu kanıya varılmış olduğu sorusunun cevabı ise pratikte hayatın böyle olmadığını bizzat deneyimlediğim gerçekliğidir. Süreci başlıklar altında sıralamak gerekirse;
İşsizlik ve Çalışmak Zorunda Olanlar/Evde Kalamayanlar
Covid-19 ilk vaka açıklanmasının üzerinden cafe, restoran, bar, gece kulüpleri ve kapalı toplu alanların (AVM’ler hariç) kapatma kararları ile birlikte küçük işletme sahipleri ve çalışanlarının maddi zorluklarla baş başa bırakılması, esnafın ve çalışanların giderlerinin ne olacağı yönünde herhangi bir tedbir alınmaksızın kapatma kararının uygulanması, sürecin iyi yürümeyeceğinin ilk belirtisi oldu. Esnaf ve çalışanların son gelen zamlardan sonra olası iflasların yaşanmaması için verdikleri mücadele bu nokta da boşa düşürüldü.
Orta ölçekli işletmelerde hal böyle iken, sanayi bölgesine uzandığımızda firmaların bu süreçle ilgili olarak öngörüsüz ve hazırlıksız olması ve zaten giderleri kısma yönündeki çabalarının ilk hamlede işçi çıkarmak olduğu üzere ücretsiz izinlerle birlikte işten çıkarmaların da artmasına ve milyonlarca işsize yenilerinin eklenmesine neden oldu/olacak.
Sosyal devletin kırıntılarının bile kalmadığı ülkemizde, yirmi yıldır devam eden hak gaspları zincirine her gün yeni bir halka daha eklemiş oldu.
Sektörler farklılık gösterse de çalışanın kaderi aynı yazıldı. Yüzlerce işçi çalıştığı iş yerlerinde sosyal mesafenin göz ardı edildiği alanlarda birlikte mesai yapmaktalar. Yemeklerini eskisi gibi aynı düzende yemekte, toplu taşımayla ulaşım konusunda da eskisinden daha beter durumlarla karşılaşmakta. Bu duruma karşı haklı tavrı sergileyenler işten çıkarılmakta ve çaresiz bırakılmaktadırlar.
Hükümetin yeni ekonomik paketlerin hazırlıkları ve tanıtımını yaparken, güvencesiz çalışanlara örnek olarak; geçimini sadece evlere temizliğe giderek sağlayan kadınların geçim kaynaklarının da kesilmiş olduğu gerçeği duruyor. Evlerinde kalan zengin kesim dışarıdan virüsü evlerine sokacak olan temizlik işçilerine (gündelikçi, yardımcı) “Gelme!” deniyor. Ama, “gelmediğin günler için ücretli izin verelim, sen de sofrana ekmek koy” denmiyor. Böyle bir şey talep edildiğinde ise “İktidardakiler karşılasın, biz de karşılarız.” cevapları veriliyor.
Sosyal güvencesi olmayan birçok çalışanın süratle istikameti bu yönde belirlenmiş oluyor. Onlara sosyal güvence vermeyenler, sosyal medyadan #EvdeKal çağrılarına devam ediyor. Aç kalmayı göze alarak “Evde kal!”.
Sabah evden çıktığımızda binmekte güçlük çektiğimiz ama hakkımız olan ulaşım meselesinde çeşitli yöntemler uygulamaya konuldu ancak bu yöntemlerde şu aşamada çok sağlıklı işleyemiyor. Çünkü çalışmak zorunda olan hatırı sayılır bir nüfus varken, otobüslerin sosyal mesafeyi koruyarak kullanım şartının uygulanması mümkün olmuyor. 65 yaş üstü vatandaşların yüksek risk gurubunda yer almaları, toplu taşıma kullanımlarının önüne geçilmesi için sefer sayısını azaltırken çalışanlar için ulaşım ve tabi ki çileli olmaya devam ediyor. Yoğunluktan çile çekenler bu kez de sosyal mesafeyi korumaya çalışırken, koruyamamakla birlikte yollarda es geçen otobüs ve dolmuşların, “Yeterli sayıya ulaştım, sen binemezsin”le yol kenarlarında bırakıp gittikleri emekçiler ne yapacak? Otobüse binmek zorunda kalıp sosyal mesafeyi koruyamayanlar ne yapacak? Akşama kadar sırtında tonlarca yük çeken işçinin ağrıyan ayakları dinlensin derdiyle oturarak eve gitme hayali her gün suya düşerken ve ayakta kilometrelerce yol giderken ayarlanamayan sosyal mesafe ne olacak? Bu soruların toplamında sağlığımız mı geçimimiz mi diyerek içine düşürüldüğümüz çıkmaz ne olacak?
Küresel salgın tedbirleri yerine sermayenin kasasını daha fazla ama daha fazla doldurmaya çalışan iktidar, ekonomik tüm donanımlarını ve yatırımlarını halkın sağlığı ve geçimi için kullanacağı yerde, parayı hiç çekinmeden yandaşlarına kayyumlar ve ihalelerle aktarmaya devam ediyor. Kanal İstanbul bize bunu anlatıyor. Diğer taraftan bankalar ve ilgili kamu kuruluşlarının faizle erteleme yöntemiyle borçları halkın gırtlağından daha yukarıya çekerken, sağlık emekçilerinin ihtiyaçlarını günlük ve para karşılığıyla sağlıyor. Etkin medikal sektörlerinde üretim,sarf malzeme ve taahhütlü alımlarının sözleşmelerini imza ederken bunların ödemelerini vadeleri misli misli aşarak firma ve çalışanların dar boğaza sokmak yönünde de çekincesinin olmayışı gibi konularda çok geniş bir yelpazede, her bir konunun ayrı ayrı derinlemesine tartışılması ve somut kararlar ve yaptırımlara neden olmalı derken, iktidar halka iban numarası vererek tüm çirkinliği ile her birimizle dalga geçmeye devam ediyorken…
Her güne bambaşka bir ruh haliyle başlıyoruz. Bugün ben de virüse yakalanacak mıyım? Ya da yakalandım sanırım hafif seyreden ender insanlardan olabilirim. Ya bu haldeyken iş yerimde evimde sevdiklerimin enfekte olmasına neden olursam?
Cebimdeki para beni üç gün idare eder?
İşe gitmemeliyim!
Kira ne olacak? Doğalgaz, elektrik, su faturaları?
Buzdolabı?
Ben katlanırım ama çocuğum?
Evde kal!
Evde kal demek yetmez!
Bu ve bunun gibi birçok soruyla evden çıkıyorum. Her gün beş vesait değiştirerek işe varıyorum. Şimdi kim bana hangi yöntemle virüsten korunacağımı anlatabilir mi?
Gündemi yakından takip ediyorum ve gün aşırı ortaya çıkan gerçekler, günlük yaşamımdaki çıkmazlarla birleşince acı ve endişe hissi, mutsuzlukla birlikte umudum da kaybolmaya yüz tutuyor. Yollarda karşılaştığım insanların yüzünde hep aynı ifadeye rastlıyorum.
Dünya üzerinde nerede olursanız olun kendinizle birlikte toplumun da haksızlığa uğradığını düşündüğünüz, noktada olması gereken nedir diye sormaktan kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Kentin tüm sokaklarını karış karış gezip yalnızlaştırılmış, yaşamak için umudu elinden alınmış, inancını kaybetmiş, şiddet görmüş, sadece umuduyla yan yana gelebilen insanların olduğunu biliyor ve dayanışmanın, birlikte mücadele etmenin, kenetlenmenin, hak edileni kazanmanın inancıyla yaşamaya dair umudunuzu yeşertiyorsunuz.
Her karanlığın bir aydınlığı olacağını, yitip gidenlerin hatıralarına inat bizi ölüme mahkum eden bu kara düzenin duvarlarını yıkacağımıza inancımızla, her günümüzü, her anımızı bu değerler uğruna yaşayacağımızı bildiğimizden…
Yorumlar