Türk-Sünni-erkek iktidar, gerici koalisyonu, anayasal düzeyde kurumsallaştırılmış rejimi, eril Meclis’i ve kıraathaneleriyle saldırı alanını genişletmek için fırsat kollayacak. Öyleyse şimdi tam kadın savunması zamanı! Çünkü kadınların örgütlü güçlerinden, fiili mücadelelerinden, dayanışma ve savunma ağlarından başka yaslanacakları bir “kurtarıcıları” yok!
24 Haziran geride kaldı, artık temmuzdayız! Adaletsiz, şaibeli, OHAL’li baskın seçimden geriye, gerici bir koalisyona yaslanan bir tek adam iktidarı altında ne işe yarayacağı tam olarak bilinmeyen ve %83’ü erkeklerden oluşan beş partili bir Meclis kaldı. “Kadın erkek eşit değildir” diyen bir adamın meclisinin aritmetiğine de zaten bu yakışırdı!
7 Haziran’da %18 olan kadın vekil oranının, 1 Kasım’da %14,9’a düştüğü hatırlanırsa, şimdiki %17’lik kadın temsilinin, az da olsa ilerleme gibi görünmesi aldatıcı. Kadın vekillerin parti içi oranında AKP %17 ile genel oranı tekrarlarken, CHP’de kadın vekil oranı %12,2, MHP’de %10, İyi Parti’de %6,9. Bir kez daha barajı yıkan HDP ise bu sefer de kadın vekil oranında ortalamanın iki katını aşarak, %37,3’lük bir oranı yakaladı. Adıyaman’dan Artvin’e, Dersim’den Karabük’e, Zonguldak’tan Kırklareli’ye, yani soldan merkeze ve oradan da koyu sağa; Ege’den Karadeniz’e, İç Anadolu’dan Doğu Anadolu’ya doğru uzanan 33 farklı ilde ise hiçbir kadın milletvekili seçilemedi. 31 adet Ahmet + 27 adet Mehmet + 20 adet Mustafa + 419= 497 adet erkek vekilli eril Meclis’te. Kadınların hakları için dövüşecek Ayşelere, Fatmalara, Filizlere, Oyalara, Züleyhalara kolay gelsin! Fakat elbette esas hepimize kolay gelsin. Kadınların mücadelesi seçimle başlamadı, seçimle de bitmeyecek. Şimdi mümkünse hep birlikte hızla “arzu nesnesi erkek lider” siyasetini bir kenara bırakıp, kadın siyasetine geri dönme vakti geldi. Malum; “Kendimizden başka kurtarıcı beklemiyoruz” sloganı şimdi en çok kadınlar için geçerli ve en çok kadınlara lazım.
Mor Meydan’dan oy sandığına
Kadın siyaseti bakımından yanıt vermemiz gereken önemli sorular yaratan bir dönemi geride bıraktık. Örneğin; kadın hareketinin bu kadar yükseldiği koşullarda “sandık” mücadelesi nasıl her seferinde böyle eril bir ortam yaratıyor; kadınların dinamizmi muhalefetin “arzu nesnesi erkek lider” çengeline takılıyor; kadın hareketi ve kadınların talepleri siyaseti belirlemede bu kadar geri planda kalıyor? Yani kadın hareketi nasıl oluyor da son dönemde sokakta yıkıcı ve yeniden kurucu bir siyasal güç olarak elde ettiği rolü siyasetin geneline tercüme edemiyor?
Hakkını vermek gerekirse; kadın eylemlerine belki katılmış belki hiç katılmamış ama muhakkak sempati duymuş olan kadınlar, haklarına ve hayatlarına sarılır gibi sandık başlarında, okul ve YSK önlerinde oy sandıklarına sarıldılar. En kahraman onlardı ama “kahramanları” yenilince, onlar da kendilerini yenik saydılar.
Yanıtlanması gereken soru çok ama bir yandan vakit de yok! Demek ki, talepleri, öfkesi ve neşesiyle kadın hareketinin, 16 Nisan referandumu öncesinin aksine kendisini bu kez 24 Haziran öncesinde niçin bir siyasal güç olarak ifade etmekte zorlandığı sorusu başta olmak üzere tüm sorularımızı heybemize koyup, hayatımızı ve haklarımızı savunmaya devam edeceğiz. Çünkü bu iktidar 16 yıldır olduğu gibi, şimdi de gerici koalisyonu, anayasal düzeyde kurumsallaştırılmış rejimi, eril Meclis’i ve kıraathaneleriyle Türk-Sünni-erkek iktidar saldırı alanını genişletmek için fırsat kollayacak.
Boşanma komisyonu raporunda planlanan ve iktidarın seçim öncesinde de adım adım devreye soktuğu hak gasplarının toplumun topyekun gericileştirilmesi ve iktidarın gerici, sağcı temellerinin güçlendirilmesi için temel bir araç olarak kullanılmaya devam edileceği açık. Bu kadar da değil. Kadınlara yönelik saldırıları yeni bir otoriter emek rejimi ile kaynaştırma planı da ufukta. İktidar nasıl Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı kurarken salt kadınların adını silmeyi değil, önemli bir bölümünü aile-otoriter kayırmacılık- gerici sağcı siyasal ilişkiler üçgeni içine hapsetmeyi hedefleydiyse; şimdi tam da ekonomik kriz ortamında gündeme getirilen Çalışma Bakanlığı’yla birleştirme planı da salt kadınların adını silmekten çok daha fazlasını hedefliyor. Bakanlıkların birleştirilmesi AKP iktidarının kadın siyaseti bakımından yeni, üçüncü bir kırılmanın işaretlerini de veriyor.
Rejimin bu yeni döneme şaşalı girişi ise 24 Haziran öncesinde Meclis’e sevk edilip dondurulan çocuk istismarı-hadım yasası ile yapacağı anlaşılıyor. İstismar edilip öldürülen küçük bir kız çocuğunun bedenine basarak yeniden gündeme getirilen hadım yasası, mevcut Adalet bakanına bakılırsa yeni Meclis’in ilk gündem maddelerinden biri olacak. Hadım-idam gündemlerinin faşizan akrabalığı bir yana, iktidar belli ki ekonomik kriz ortamında daha da artacak olan cinsel suçları, kadınların eşitlik taleplerini bertaraf etmeyi de amaçlayan bir “ahlak siyasetinin” aracı haline getirmeye çalışacak.
Kısacası şimdi tam kadın savunması zamanı! Kadınların örgütlü güçlerinden, fiili mücadelelerinden, dayanışma ve savunma ağlarından başka yaslanacakları bir “kurtarıcıları” yok; hiç olmadı, hiç olmayacak. Bütün beyaz atlı prensler birer tweet atıp gittiler ve masal şimdi herkes için bitti!
Fikrimin ince gülü: Hadi, aklını canlandır; mor meydanda, oy sandığında, YSK önünde ve bir işçi direnişinde buluştuğun o güçlü kadınlarla sahici bir kadın örgütü kur ve gücünü hatırlat. Ve önce kendine, sonra yanı başındaki kadına, sonra herkese de ki: Faşizme karşı mücadele de feminist mücadeleye dâhildir. 24 Haziran geride kaldı, artık temmuzdayız. Hadi!
Yorumlar