Sınıf örgütlerinin kadın erkek eşitliğini öne çıkaran bir siyasal mücadele örmesi gerekir. Tekrar altını çizmek gerekirse, tek tek hakların gaspı, ücret mücadelesi ve birbirinden yalıtık işyerleri ve iş kollarındaki çalışma koşullarına ilişkin mücadeleyi, kadın erkek eşitliği gibi bir siyasal üst başlık çerçevesinde ele almayan, yani bir feminist sınıf mücadelesi öngörmeyen bir sınıf hareketinin, kadın işçilerin sermaye/kapitalist patriyarka karşısındaki haklarını ve kazanımlarını koruma şansı yoktur.
Pandeminin bir yılı tüm işçi sınıfı için artan sermaye saldırısı, işsizlik ve yoksulluk olarak yaşanırken 1 Mayıs’ın da pandemi nedeniyle yasaklanması şaşırtıcı olmadı. Kadınlar açısından ise ev içindeki iş yükünün ve erkek şiddetinin katmerlenerek artışının yanı sıra, işsizlik, Kod 29 ve evlere hapsolup uzaktan çalışma dayatmalarına, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ve erkek şiddetinin adeta meşrulaştırılması eşlik ediyor. Bu nedenle 1 Mayıs arifesinde tüm bu yaşananları bir arada ele alarak bir feminist sınıf siyaseti üzerine düşünmek anlamlı.
Tarihsel olarak kapitalizm ile patriyarkanın kadın emeği üzerinden uzlaştığı nokta, kadınların ev/aile içinde yapılması gereken işlerden sorumlu olması, ev dışında çalışmasının ise istisna/zorunluluk hallerinde gerçekleştiği varsayımıdır. Esas görevi ev işlerini yapmak, erkeklere hizmet etmek, çocuk ve yaşlılara bakmak olduğu varsayılan kadınlar, ücretli emek gücünün sürekli bileşeni olarak kabul edilemeyerek niteliksiz, güvencesiz ve böylece düşük ücretli işlerde, yani “kadın işlerinde” çalışmak durumunda kalırlar. Erkek işçi sınıfının 1800’ler boyunca kadınları özellikle sanayideki istihdamdan dışlamak için verdiği mücadeleye karşılık kadınların işçi sınıfının parçası olmak için verdiği mücadele sonucunda, sermaye ile kapitalist patriyarka cinsiyete dayalı iş/meslek ayrımında uzlaşır. Kadınlar belli mesleklerden ve işkollarında dışlanmış, kadınların çalıştığı işlerin niteliksiz emek gerektirdiği varsayımıyla kadınların ücretleri düşük tutulmuştur.
Bir ikinci uzlaşma ise, ikinci paylaşım savaşından sonra Avrupa’nın üçte birindeki sosyalist ülkelerin varlığı sebebiyle, sermayenin ve/veya burjuva devletlerin sosyal politikaları artırmasıyla sonuçlandı. Örgütlü erkek işçi sınıfına bir kazanımmış gibi sunulan “aile ücreti” olarak yapılan ödemelerle, kadınların geçiminin erkeklere/aileye bağımlı olmasına yasal bir çerçeve çizildi. Kuşkusuz evde sadece erkeğin ücretli işte çalışmasıyla hanenin bütün ihtiyaçlarının karşılanması durumu Batı metropollerinde bile işçi sınıfının küçük bir kesiminin sahip olduğu bir koşuldu. Ancak yine de burjuva patriyarkal aile normu evin ekmeğini getiren erkek ve ev işlerini çocuk bakımını üstlenen kadın şeklindeki [cinsiyetçi] iş bölümünün ideolojik hegemonyası ile inşa oluyordu. Bu aile modelinin ücretli emek gücüne yansıması ise kadınların ev dışında çalıştıklarında yine “kadın mesleklerinde/işlerinde” niteliksiz, düşük ücretle çalışmaya mahkûm olmasıydı. Ve kadınların işçi sınıfının sürekli bileşeni olamayacağı düşünülerek kadınların yoğunlaştığı mesleklerde ve iş kollarında sendikal örgütlenme yapmak için çaba harcamaya gerek duymayan bir erkek sınıf hareketi mevcuttu.
İkinci dalga feminist hareket ayrı bir sistem olarak patriyarka analiziyle kadın emeğinin feminist siyasetini örgütlerken bir yanda erkeklerin ev içinde kadınların emeğine karşılıksız el koymasını gündeme alırken diğer yandan da kadınların ücretli emek gücündeki var olma koşullarının siyasetini örgütledi. Eşit işe eşit ücret, kadın işi erkek işi ayrımına son verilmesi, kadın işleri diye bilinen sekreterlik, stenograflık gibi işlerin yanı sıra sanayii üretiminde de kadınlar yaptığı için niteliksiz kabul edilen işlerin nitelikli iş olarak tanımlanması, cinsel taciz ve ayrımcılığın suç olarak tanımlanması gibi başlıklarda mücadele ettiler ve sermayenin yanı sıra erkek işçi sınıfının ve erkek sendikaların yapısını da dönüştürdüler. Kreş ve yaşlı bakımı, gibi kamu hizmetlerinin yaygınlaşması kadınların ücretli emek gücüne katılımını mümkün kılarken, kadınların esas yerinin ev olduğuna ilişkin patriyarkal normlar da yerle bir edildi.
Önce ev eksenli çalışma şimdi mekân bağımsız çalışma
1980’lerden itibaren neoliberalizm dünyada yeni muhafazakârlıkla ideolojik hegemonyasını inşa ederken, esnek çalışma, iş süreçlerinin parçalanması, verimlilik vs. başlıklarıyla kadınları, güvenceli, nitelikli ve sürekli işlerden uzaklaştırmayı ve hayatlarını yeniden ev- aile döngüsüne hapsetmeyi öne çıkardı. Çünkü özellikle Güney ülkelerinde IMF ve Dünya Bankası dayatmasıyla uygulanan neoliberal yapısal uyum programları, kamusal hizmetlerde kesintilere neden olmuş ve bu bağlamda aileye ve kadınların aile içindeki rolüne vurgu artmıştı. Türkiye’de de AKP iktidarıyla birlikte AB’ye uyum çerçevesinde, kadın istihdamını artırma hedefine “iş ve aile yaşamını uyumlulaştırma politikaları” eşlik etti. Kadınların ev işi ve çocuk bakımının bütün sorumluluğunu üstlenmeye devam ederken parça başı, esnek, yarım zamanlı işlerle “aile bütçesine katkı yapması” fikrine dayalı bu politikanın temelinde kuşkusuz evin reisinin erkek olduğu, dini bütün, çok çocuklu aile modeli vardı. Kadınlara yönelik bu istihdam modeli esas olarak mavi yakalı diye tanımlanabilecek işler için geçerliydi.
Pandemi ile birlikte yeni bir dönem başladı ve Türkiye sermayesi de hızla buna uyum sağlarken iktidar yeni bir uzaktan çalışma yönetmeliği çıkardı. Bu bir yıl içinde çok sayıda beyaz yakalı evden çalışmaya başlarken sermaye grupları bu çalışma biçiminin kendileri için avantajlarını görerek iş süreçlerinde düzenlemeye gideceklerini açıklamaya başladılar. Neticede görüldü ki beyaz yakalılar için evden çalışma kadınlar için, üç öğün yemek hazırlama, çocuğun derslerini takip etme, erkeklerin dağınıklıklarını toplama ve yirmi dört saat patronların taleplerine yanıt verme şeklinde hayata geçiyordu. Koç Holding CEO’sunun otuz beş bin çalışanlarını evden çalıştırmaya devam edeceklerini açıklamasından kısa bir süre sonra Eğitim Bakanı da uzaktan eğitim modelini sürdüreceklerini açıkladı.
Hedef kız çocuklarının evden eğitim görmesi, evden çalışmaya başlaması, erkenden evlenmesi, çocuk bakarken ücretli emek gücünün parçası olması. Cinsiyete dayalı iş/meslek ayrımının beyaz yakalılar için de daha da belirginleşerek inşa olması. Kadınların esas olarak ailenin bir parçası olarak tanımlanmalarının ötesinde artık ücretli işlerinin de ev ile özdeşleşmesi söz konusu olacak. Kadınlar kimi zaman muhafazakârlıktan çoğu zaman ise ev işlerinin yükü nedeniyle evden çalışan kesimi oluşturacaklar. Ücret seviyeleri hızla düşecek tıpkı bir dönem “daktiloluk-stenograflık”, “memurelik”, “katibelik” işlerinin kadınlara verilmesi gibi çağrı merkezlerinde çalışma, bilgisayarda veri girişi yapmak gibi işler de tümüyle kadın işleri haline gelecek, ücret seviyeleri düşecek ve sendikal örgütlenmeler imkansız hale gelecek. Ev dışındaki işler için erkekler tercih edilecek. Evden çalışan kadınların meslek içi eğitim terfi gibi olanakları neredeyse hiç olmayacak, iş organizasyon süreçlerinin parçası olamayacaklar. Sanayii üretiminde olduğu gibi topyekûn beyaz yakalı işlerin de en alt seviyesi kadıların işleri olacak. Asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği koşullarda asgari ücret kadınlar için azami ücret haline gelecek. Ev eksenli, yarım zamanlı ve esnek çalışma iyice katmerlenecek. Yani ikinci dalga feminist hareketin ücretli emek gücüne ilişkin tüm kazanımları gasp edilecek, kadınlar kamusal alanın ve ücretli emek gücünün eğreti bileşeni haline gelecek.
Son dönemde gündeme gelen ve yaygınlaşan kod 29 uygulaması da yine kadınlar için patriyarkanın normlarıyla bütünleşerek ağır bir tehdit haline gelirken “kocalar namus meselesinden izin vermediği için evde çalışmayı tercih eden” yığınlarca kadın olacak. Örgütlenmeye devam eden, cinsel saldırılara ve itaat etmeye hayır diyen kadınları Kod 29 tehdidi bekliyor olacak. Ve bu durumda kadın işçiler açısından her tür örgütleme dağıtılırken sınıfın haklarında ve örgütlenme düzeyinde yaşanan gerilemelerin topyekûn işçi sınıfını etki altına almaması beklenemez…
Feminist sınıf siyaseti
Bütün bunların arkasında, kadın erkek eşitliğine inanmayan kadınların esas yerinin aile olduğunu savunan ve kadınların ücretli emek gücüne ancak ailenin geçim standardının fazlasıyla dışına düşüldüğünde katılmasını makul bulan bir sistem/patriyarka söz konusu. Yıllardır işçi sınıfının yapısı nasıl değişti tartışmaları sürerken, bugün işçi sınıfının zaten patriyarkal normlarla şekillenen yapısı yeni bir patriyarkal revizyona tabi tutulacak. Bunun etkisi elbette ev içinde erkek işçilere egemenliklerini güçlendirme anlamıyla avantaj sağlayacak olsa da topyekûn işçi sınıfı sermaye karşısında hak kaybı yaşayacak…
Gelinen noktada tek tek işyerleri düzeyinde sermayenin/kapitalist patriyarkanın dönüşüm girişimlerine direnmek mümkün değil. İşçi sınıfından kadınların bu dönem önündeki en önemli tehditlerden biri, son yirmi yıldır özellikle imalat sektöründe dayatılan güvencesiz, parça başı “ev eksenli çalışmaya”, şimdi gelinen noktada ağırlıklı olarak beyaz yakalı kadınları evlere kapanmaya zorlayacak olan “mekân bağımsız çalışma” dayatmasının eklenecek olması. Kadınların Kod 29 Kod ile işten atılması, evden çalışmaya zorlanmaları (özellikle çocuk doğumundan sonra) gibi kapitalist patriyarkaya ait politikaların hepsi ideolojik argümanlarını, toplumda sadece AKP-MHP saflarında olan değil tüm toplumda süregiden, kadının esas yerinin aile olduğu anlayışına dayandıracaklar. Yani kadınların kamusal alanın erkeklerle eşit bileşeni olmadığı fikrinin egemen olduğu toplumsal koşullar içinde dayatılacak bir dönüşümden bahsediyoruz.
Kadın erkek eşitliği ve mor 1 Mayıs
Bu noktada gündeme yeniden gelmesi gereken öncelikle, kadın erkek eşitliğinin aktif olarak savunulması siyasetidir. Sınıf örgütlerinin kadın erkek eşitliğini öne çıkaran bir siyasal mücadele örmesi gerekir. Tekrar altını çizmek gerekirse, tek tek hakların gaspı, ücret mücadelesi ve birbirinden yalıtık işyerleri ve iş kollarındaki çalışma koşullarına ilişkin mücadeleyi, kadın erkek eşitliği gibi bir siyasal üst başlık çerçevesinde ele almayan, yani bir feminist sınıf mücadelesi öngörmeyen bir sınıf hareketinin, kadın işçilerin sermaye/kapitalist patriyarka karşısındaki haklarını ve kazanımlarını koruma şansı yoktur.
Bugün kadınların erkeklerle eşitliğinin simgesi olan mücadele İstanbul Sözleşmesi’nde cisimleşti. Sözleşme’nin ruhundaki, kadınların ailedeki itaat eden özne konumunun reddi, Sözleşme’nin devletlere kadın erkek eşitliğini inşa ederek erkek şiddetini engelleme görevi vermesi tam da feminist sınıf siyasetinin kilitlenmesi gereken eşitlik hedefi için Sözleşme’nin odak noktası olmasını gerektiriyor.
Ve bugüne kadar sınıf örgütlerinin, basın açıklamasından ve kadınlar direnmeli türünde akıl vermelerden öte bir adım atmadığını görüyoruz. Kadınlara direnme görevi tayin ederken kadın işçilerin örgütlü bulunduğu sendikaların basın açıklaması yapmaktan öteye gidememesi çarpıcı. İşçi sınıfının yarısı kadınlar ise, biz feministlere bunca yıldır 8 Mart’ta işçi emekçi kadınların sorunlarını eksen alan bir mücadele hattı aklı verenlere diyebileceğimiz yegâne şey; bu sene “mor” 1 Mayıs’la sınıf örgütlerinin temel meselesinin, kadın erkek eşitliğini savunmak ve İstanbul Sözleşmesi için fiilen hareket geçmeleri gerektiğidir. Kadınlar evlerde erkek şiddetine direniyor, Boğaziçi’nden öğrenciler esas olarak üniversitelerinde direniş gösteriyorlar ve diğer toplumsal muhalefet kesimleriyle yan yan gelmek için kent merkezinde eylem örgütlüyorlar, bu durumda kadın işçilerin mücadelesinin yeri de işyerleri ve fabrikalar olmalı. Fabrikalar, plazalar, okullar, kamu binalarında kadın işçilerin, sınıf mücadelesi geleneğine uygun olarak, belli saatlerde iş bırakmalardan başlayarak bir kadın grevi için örgütlenme yapılmalı. Basın açıklamalarını, pankart asmaları, kitlesel eylemeleri kadın hareketi/feminist hareket sokaklarda ve sosyal medyada örgütlüyor. Sınıf örgütleri de sınıf mücadelesinin direniş/mücadele geleneğine uygun olarak İstanbul Sözleşmesi ve kadın erkek eşitliği için mücadeleyi sürdürmeli; on beş kişilik basın açıklamaları ya da basın toplantıları ile değil. Bugün artık mevzu sınıfa sermaye gruplarının tek tek saldırısı değil bizzat sermaye adına AKP’de cisimleşen bir sınıf düşmanı ve kadın düşmanı saldırı söz konusuysa, bu saldırıya kadın işçiler (ve aslında tüm işçi sınıfı) tarafından yanıt vermek de dosdoğru siyasal talepleri öne çıkararak mümkün olabilir. Kadın erkek eşitliğine ve bu bağlamda da İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkarak mücadele etmek gerekiyor. 1 Mayıs’ın mutlaka “eşgündemi” bu olmalıdır, bu 1 Mayıs sınıf hareketi açısından, “Hadi bari kadınları ve İstanbul Sözleşmesi’ni de unutmayalım en sona 10. maddeye ekleyelim” tadında geçecekse hatırlatmak gerek, feminist bir sınıf siyasetinin bu erkek sınıf hareketini bölmesi hak olacaktır. Bunu gelecek 8 Martlarda hatırlatırız; 8 Mart feministlerin günü mü, 8 Mart kızıl mı mor mu tartışmalarında ve kadın emeği siyasetini öne çıkarın diye her daim akıl verenlere…
*Semiha Arı’ya katkıları ve önerileri için teşekkür ederim.
Yorumlar