Grev, yargı erkini patriyarkal şiddetin olduğu kadar, finansal-ekonomik iktidarın da bir dişlisi olarak öne çıkartırken, acil ekonomik özerklik taleplerini cinsiyetçi şiddete karşı durmanın ayrılmaz bir parçası olarak vurguladı.
Kapak fotosu: Devlet ve Hükümet Sorumludur!
Şubat ayında, on dokuz yaşındaki Úrsula Bahillo, polis memuru eski erkek arkadaşı Matías Ezequiel Martínez tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Kadınlara ve feminize öznelere yönelik tüm şiddet biçimlerine karşı muhalefet içinde büyümüş bir hareket olan Arjantin feminist hareketi buna ülke çapında protestolar örgütleyerek ve Úrsula’nın katlinden 8 Mart Feminist Grevi çağrısı bakımından merkezi dersler çıkartarak, hızlı bir yanıt verdi. Tüm protestolarda dövizler aynı şeyi söylüyordu: “Bizi polisten kim koruyacak?” [¿Quién nos cuida de la policía?] diye soruluyor ve örtük bir yanıt veriliyordu: kadın arkadaşlarım, kadın yoldaşlarım, feminist ağlar ve onların öz-savunma pratikleri. Aslında, Arjantin’de 2016’da yapılan ilk kadın grevi çağrısı da, bir başka vahşi cinayete, on altı yaşındaki Lucía Pérez’in öldürülmesine tepki olarak gündeme gelmişti ve o zamandan bu yana, patriyarkal adalet sisteminin eleştirisi çevresinde güçlü bir kampanya yürütülüyor. Bu patriyarkal adalet sistemi, katiller için gerekçeler uyduruyor ve Lucía’nın eylemlerini ve giysisini katillerinin eyleminden daha fazla sorguluyor; katilleri sadece küçük yaştaki çocuğa uyuşturucu satmaktan suçlu buldular, başka bir suçtan değil.
Úrsula vakası ise özellikle çarpıcıydı çünkü o “her şeyi doğru yapmıştı”: eski erkek arkadaşının tehditleri ve ısrarlı takibine karşı sayısız şikayette bulunmuş, sistem dahilinde hareket etmeye çalışmış ve yine de polis onun yerine kendi kendisini, yani katilini korumuştu. Sloganda söylendiği gibi, “Devlet sorumludur” [El estado es responsable] , üstelik sadece katillere cezasızlık garanti etmekten dolayı değil, onları silahlandırmaktan ve öncelikli iktidar pozisyonlarına yerleştirmekten de sorumludur. Devlet, mali sermaye ve gayrı menkul sermayesiyle birlikte, kadınlar ve LGBTİ+ bireylerin şiddet dolu ilişkilerden kaçmalarını zorlaştıran, heteroseksüel ailelere ayrıcalık tanıyan konut politikalarından sorumludur. Devlet, Yerli halkların topraklarını sömüren ulus ötesi madencilik şirketlerine imkanlar sağlamaktan ve çoğul şiddet biçimlerinin: kadınlara, doğaya, topraklara, kültüre ve yaşam tarzlarına karşı şiddet biçimlerinin ortaya çıkışından sorumludur.
Ama feminist hareket toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti görünür kılmanın ve devletle sermayenin rolünü protesto etmenin ötesine geçti. Bu bağlamda feminist öz-savunma da çoğul biçimlere bürünüyor. Bu, kadınların emeğiyle, (bunlar ister evde isterse işyerinde olsun, ister devletten isterse partnerden gelsin) tacizci ilişkilerden kaçmak için gereken altyapıyı sağlayan feminist yerel topluluk örgütlenmelerinin komünal konut düzenlerinden gıda bankalarına, ortak mutfaklara, topluluk güvenlik gruplarına, özerk gelirler yaratan kooperatiflere uzanan öz-savunması. Feminist grev işte bu yüzden bu ağların taleplerini vurguluyor: bu topluluklarda çalışanların tanınması ve daha yüksek ücretlendirilmesini talep ediyor. Feminist öz-savunma, kendi beden-topraklarının teritoryal, kültürel ve maddi egemenliği için mücadele eden toprak savunucularının öz-savunması. Feminist öz-savunma kriz dönemlerinde ürünlerini kimsenin aç kalmayacağı fiyatlarla dağıtan Unión de Trabajadores de la Tierra’da (Toprak İşçileri Sendikası) örgütlenen küçük-ölçekli tarımsal üreticilerin ağları. Cavallero ve Gago’nun bu makalede tartıştıkları gibi, pandemi krizi dönemi gibi dönemlerde daha da önemli hale gelen ve bu yılın Feminist Grevinde öne çıkan, işte bu feminist öz-savunma. (Viewpoint Magazine’deki İngilizce sunuş)
Bu 8 Mart, zaman içinde giderek daha da karmaşıklaşan bir süreci, her seferinde çapraz bir koordinasyonu ayakta tutmayı gerektiren ve ulusal –ulus ötesi son kitlesel feminizm dalgasının tarihinde belirleyici bir olaya işaret eden bir süreci besleyen uluslararası feminist grevin birbirini izleyen beşinci yılıydı. Ulus ötesi feminist aktivistler 8 Mart’ı, her yerde, bu tarihin aynı anda hem enternasyonalist bir deneyimi hem de her bir konjonktürün kendi özgünlüklerini ifade etmesini sağlayan küresel bir tarih haline getirdiler. Bu süreç, siyasal bir süreç olarak ve bu nedenle de bir gündem ileri süren, tartışmaları derinleştiren, itaate isyan eden ve ufukları genişleten güçlerin birikimi süreci olarak inşa edildi.
Feminist grevin olanaklı kıldığı anlamlar, çoğunlukların çalışma ve yaşama koşullarıyla tarihsel bağları olan mücadelelerle; bugün emeğin genelleşmiş güvencesizlik altında büründüğü biçimleri ve kimi bedenler için tekrar tekrar görünmez hale getirilip doğallaştırılan görevleri dikkate alarak güncelleştirilen mücadelelerle ilişkili. Pandemi koşullarında geçen bir yıldan sonra, bu yaklaşım yaşamsal, çünkü hem açık hem de daha örtük tehditleri birbirine bağlayarak, tüm gündelik şiddet biçimlerini izah ediyor. Grev, bu meselelerle yapısal şiddet arasında bağlantı kurulmasını ve bu meselelerin krizin tam ortasında bir siyasal müdahale stratejisine dönüştürülmesini olanaklı kılıyor. Bir yandan da, (20. yüzyılın, 1907’lerdeki kadın kira grevlerinden 1920’lerdeki fabrika grevlerinden, işsiz işçilerin daha çok yol kesme eylemleri olarak bilinen otoyol grevlerine) tüm grevler külliyatıyla tarihsel bağların izini sürüyor. (1) Ancak şimdi, bu pratiği ev içlerine, toplulukların topraklarına ve sokaklara taşıyarak anlamını daha da genişletiyor: tüm bunlar, feminist grevin gün ışığına çıkardığı emek mekânsallıkları.
Feminist grev, tam da bizleri toplumsal yeniden üretimi mümkün kılan aygıtı durdurmaya çağırdığı ve bir yandan da bu aygıtın sürekli olarak üstü örtülen stratejik niteliğini gösterdiği için, sözcük dağarcığı apaçık değilken bile, protestonun taleplerine ve diline bir sınıf içeriği katıyor. Feminist grev, geleneksel işçi grevinin (yani, eril, ücretli, sendikalı işçi hareketinin) aksine kategorize edilmiş ve kabul edilmiş “mesleklerle” değil, bazen kendisini kabul ettirmek için kendi kendisini adlandırması gereken görevlerle bağlantılı. Aynı anda hem üretime hem de üretimin yeniden üretimle kaçınılmaz bağına atıfta bulunuyor ve kimi görevlerin neden belirlenmiş bir cinsiyetçi işbölümüne denk düştüğünü ve sermaye birikiminin toplumsal cinsiyet zorunlulukları olmadan neden imkânsız olduğunu apaçık hale getiriyor. Bu anlamda, aynı anda hem bir emek grevi hem de varoluşsal bir grev: hayatın ve çalışmanın birbirine karıştığı ve ayrıksılığını yitirdiği alanları ortaya çıkartıyor. Pandeminin zirvesinde, (“evden işe işten eve” sözünün tarihsel bükülmesi olan) “evde kal” çağrısı, bu belirsizliğin büyük laboratuarı haline geldi.
Haritanın bütününü görmek için grev
Bu yıl 8 Mart, alabildiğine konjonktüre damgasını vuran konularla ilişkili oldu, ama analiz sunarken programatik müdahaleler de geliştiren feminist bir pedagoji sayesinde yeniden tanımlandı: Grev, yargı erkini patriyarkal şiddetin olduğu kadar, finansal-ekonomik iktidarın da bir dişlisi olarak öne çıkartırken, acil ekonomik özerklik taleplerini cinsiyetçi şiddete karşı durmanın ayrılmaz bir parçası olarak vurguladı.
Yani grev, bir yandan yargıyı ve polisin cezasızlık halini, birleşik konular olarak protesto eden sloganları kullanarak ve bir yandan da, en güvencesiz işçiler, yani yıkıma uğramış bölgelerde hayatı mümkün kılan genel altyapının sorumluluğunu üstlenenler [las promotaras-topluluk dayanışmalarını örgütleyenler] için parasal haklar ve daha yüksek ücretler talep ederek, haritanın bütününün izini sürmektedir. Örneğin, “Bizi toplulukları örgütleyenler koruyor” [Nos cuidan las promotoras] sloganı, bu bakımdan anlamlıdır. Bu slogan, bakım talebini sendikal bir talebe dönüştürmenin bir yoludur, çünkü haklar ve daha iyi ücret talep etmektedir. Ama çalışmayı ve bakımı bölmek yerine bu ikisini bir araya getirmektedir. Kurumsal şiddeti sorgulamakta ve konut hakkından gıda fiyatlarının doların değerinden kopartılmasına kadar uzanan bir kaynaklar mücadelesi olarak görülen mahalle öz-savunmalarının gücüne işaret etmektedir.
Feminist hareketin yargı erki karşısındaki protestoları aşağıdan siyasallaştırdığını ve bu siyasallaşma içinde, adalet talebinin şiddet dolu bir ortamı terk etmeyi mümkün kılacak yaşam koşulları talebiyle bağlantılı hale geldiğini söyleyebiliriz. Adalet meselesinin olağanüstü karmaşık bir mesele olduğunu biliyoruz. Ceza veya hapsetme yanlısı kısa yollara veya hızlı ifadelere gerek yok. Ancak, feminist meclisler yargı erkine işaret ettiklerinde, mahalle meclisleri bu ışık geçirmez erkin adını koyduğunda, onun yapısal karakterine de işaret ediyorlar ve onun nasıl ırkçı, sınıfçı ve cinsiyetçi bir tarzda hareket ettiğini açıkça gösteriyorlar. Protesto kendi başına onu değiştirmek için yeterli değil, ama onu içinde bulunduğu sarayın korumasından çıkarmak ve karmaşık prosedürlerinin lisanından yoksun bırakmak, elbette önemli bir adım.
Yargı sistemini de içeren feminist şiddet analizi, bizleri sürekli bir mağduriyet pozisyonunda ve kadın cinayetlerine ilişkin nekropolitik bir açıklamanın içinde dondurmaya çalışan medya maraziliğiyle de karşı karşıya geliyor. Kuşkusuz, gündelik bir deneyim olarak şiddetin etkisi şiddetin adını koyan, onu protesto eden ve temel sebeplerine dair bir yaklaşımı üreten feminist duyarlılığın yaygınlaşmasıyla son derece ilişkili. Ancak esas önemlisi bu hareket şiddetin sadece mağduru olmakla kalmayıp şiddete karşı durmayı da mümkün kılıyor. Daha iyi ücretler ve konut için, baskıcı yasaların geri çekilmesi için, hayatların güvencesizleşmesine ve kurumsal ırkçılığa karşı savaşmak için örgütlenmek, bu farklı şiddet biçimleri yelpazesini haritalandırmak ve şiddetin daha da yoğunlaştırıp pekiştirildiği bölgelerde taktikler belirlemenin somut biçimleri. Bu süreçte, grev, bizlerin aşırı güvencesizlik koşullarında bile değer üreticileri, işçiler ve dünyaların ve toplumsallık biçimlerinin yaratıcıları olduğumuzu ortaya çıkartıyor. Feminist grev, bu anlamda, sadece protesto ile yetinmeyen bir programa duyulan arzuyu büyütüyor.
Daha iyi bir gelir ve bireyselleştirilmiş görevlerin tanınması talebi, işte bu yüzden bu grevde kilit bir rol oynuyor ve trans-travesti emeği kotasının [Cupa laboral trans] onaylanması talebi ön plana çıkıyor. Bunun nedeni grevin, tarihsel olarak cis-heteroseksüel ücret ayrıcalığından yoksun bırakılanlar başta olmak üzere, şu anda işçi sınıfını kimlerin oluşturduğuna dair gerçekçi bir kabule dayanan talepleri vurgulaması.
Gayrı menkul sermayesi ve mali sermayeye karşı nasıl grev yapıyoruz?
Pandemi boyunca hâkim olan askıya alma fikrine karşı, gayrı menkul sermayesi ve mali sermaye bir an bile soluk almadı. Grev yapmanın anlamına dair hayal gücümüzü genişletmeye devam etmemiz bu yüzden önemli: kendimizi mali/gayrı menkul rantlarının sürekli sömürüsünden nasıl çekip çıkartabiliriz? Bunları nasıl durdurur, nasıl bunlara karşı durabiliriz? Bu ne tür siyasal ittifakları gerekli kılar? Bu yıl barınma talebi kritik bir noktaya ulaştı. Başlangıç noktamız, kiranın, mülk ve gayrı menkul sahiplerinin dayattığı koşullara ulaşması imkânsız olan çocuklu aile reisi bir kadın olarak veya bir lezbiyen, travesti veya trans birey olarak bizim için ne anlama geldiğinin analizi oldu. Kira yasası ile konuttan tahliye yasaklarının uygulanmadığı gerçeğini protesto ederek, tahliye yasaklarının genişletilmesi ve pandemi döneminde biriken borçların iptali taleplerini de içeren bir hareket noktası oluşturdu. Buenos Aires kentindeki gecekondulardaki meclisler ağı da, şiddet faili bir adamı şikayet etmenin evinizi kaybetmek anlamına geldiği veya Villa 31 y 31 Bis örneğinde olduğu gibi, mevcut Buenos Aires Belediye Başkanı Horacio Larreta tarafından gerçekleştirilen kentsel yenilemenin, insanları ipotek borçlarının altına girmeye zorlayan, borç birikimi yüzünden konut tahliyelerinin yasallaştırılmasının önünü açan planlar üzerinden yürütüldüğü bölgelerde, kentsel yenilenme planlarının feminist talepleri dikkate almadığını açıkça ilan eden protestolar gerçekleştirdiler. Ancak soruna ilişkin feminist analiz, fiyatları dolara bağlayarak nüfusun çoğunluğunu uygun gıdaya erişimden yoksun bırakan agro-ticaret rantına nasıl karşı durulacağını da tartışma konusu haline getirdi. Bu grevde, campesina-köylü kadınların toprak mücadelesi ve organik bir tarımsal model talepleri de merkezilik kazanırken, campesinx [campesina (f.)/campesino (m.) terimlerinin cinsiyetçiliğine karşı kullanılan terim] örgütçülerin kamusal alanları işgal ederek ürünleri ücretsiz dağıttıkları feminist verdurazo’lar da [verdura-sebze, sokak ve meydanları işgal ederek büyük miktarda yiyeceği ücretsiz dağıtma eylemleri] bir grev biçimine dönüştü.
Pandemiye karşı en iyi aşı feminist sendikacılık
Hegemonik medyanın, feminizmi soğuk bir kadın cinayetleri sayacına indirgemeye çalışan kimi operasyonları karşısında, feminist grev, mağdurculuk tuzağına düşmeden, acıya yanıt verme yeteneği olan başka anlamları da mümkün kılıyor. Apaçık bir soruya işaret eden bir pankartı yükseltebilen kolektif bir güç üreterek, her bir ismi tek tek anmayı ve adalet için haykırmayı mümkün kılıyor: “Bizi polisten kim koruyacak?” [¿Quién nos cuida de la policía?]
Arjantin örneğinde, talepler listesinin ülkenin beş ana sendikal federasyonunun imzalarını bir araya getirdiğini vurgulamak önemli. Bu, “Biz Kadınlar Hepimiz İşçiyiz” [Trabajadoras somos todas] ifadesiyle sentezlenen, feminist bir çerçeveye sahip ve popüler ekonominin içindekiler dahil, tüm sendikalardaki kadın önderleri bir araya getirmek için emeğin anıtını sokakta kuran bir öyküyü tercih eden basın toplantılarından beslenen tarihsel bir gerçeği dile getiren çapraz bir liste. (8 Mart talepleri) (2)
Fakat feminist sendikacılık, sendikaları da aşıyor. Bu, feminizmin çalışma kavramını genişletmesini ciddiye alan ve toplumsal yeniden üretime odaklanan bir talep ve iddia örgütleme biçimi. Ücretli işçilerin, ev işçilerinin, göçmenlerin çalışma koşullarının hızlandırılmış güvencesizleştirme süreçleri içinde ortaya çıkan sefilleşme koşulları konusundaki feminist analizler, hem emek kavramını genişlettikleri hem de bu genişlemeye müdahale edecek sendikal stratejiler önerdikleri için, pandemide daha da geçerli hale geldiler. Tek bir gün içindeki çalışma saatlerinin katlanarak artmasını; bedeni krizle uyumlulaştırmaya çalışmanın yarattığı yıkımı; evde eğitim ve çocuk bakımı paralelinde süren tele-çalışmayı, enflasyon oranıyla birlikte daha da küçülen gelirlerle iki yakayı bir araya getirmek için yapılan tüm o hokkabazlıkları ve devletin sorumluluklarının yerine kaynakları asla yeterli olmayan aşırı yorgun dayanışma ağlarının konulmasını teşhir etmek, mücadeleler alanını genişletiyor, karşılıksız emeğe işaret ediyor, tanınma ve ücreti de içeren ancak onun da ötesine geçen kaynaklar talep ediyor.
Pandeminin başında ev içi alanda, sınıf ilişkilerinde haneleri sermaye için birer laboratuara dönüştürmeye çalışan bir yeniden yapılanma ile karşı karşıya olup olmadığımızı sorduysak, bugün bu tartışmanın haritasını çıkarmak için elimizde daha fazla öğe var.
Burada ve tüm dünyada yeniden feminist grevi örgütlemek, bizlere bu düzlemde bir karşı koyma imkanı yaratıyor. Mesele, ücretli işçilerin talepler çerçevesini aşan; talep temelli mücadelenin çevikliğini ve aklını toplumsal yeniden üretim: konut, sağlık, eğitim, bakım ve mahalle güvenliği alanlarına taşıyan bir sendikacılığı inşa etmeyi nasıl sürdüreceğimiz meselesi. Bu her kesimdeki işçilerle ittifaklar yaratma meselesi olduğu kadar, bunun da ötesine geçen bir gündemi de yaratma meselesi çünkü mahalle sakinlerini, kullanıcıları, kiracıları, güvencesiz işçileri içeriyor. Bu genişleyen bir ufuk sorusu, çünkü greve gittiğimizde siyasal yenilikler zamanını da yaratmış oluyoruz.
Notlar
1 Dünyanın ilk kira grevlerinden birinde, 1907’de, Buenos Aires’in Barracas mahallesindeki bir kiralık binada yaşayan kadınlar %47 kira artışına ve çocuklu kadınların konut kiralamasının yasaklanmasına karşı kiralarını ödemeyi reddettiler. Kira grevi kısa sürede tüm Arjantin’deki diğer binalara, mahallelere ve kentlere yayıldı. 1990’ların sonlarında ise, işsiz işçiler veya piqueterx hareketleri, sosyal yardım ve diğer kaynaklarda artış talep ederek, ana otoyolları ve köprüleri bloke ederek, grevi sokaklara taşıdı.
2 Talepler sekiz kilit alanda belirlendi: 1) Pandemi krizinde kadınlara, lezbiyenlere, biseksüellere, travestilere ve trans ve non-binary bireylere dayatılan aşırı sömürü koşullarını görünür kılmak için greve gidiyoruz, çünkü bizler evlerde ve topluluklarda daha düşük ücretler ve yüksek işsizlik oranlarıyla daha fazla bakım işi üstlenirken, daha fazla güvencesiz durumlarda yaşayanlar bizleriz 2) Grevi gidiyoruz çünkü Travesti-Trans Emeği Kotası Yasası talep ediyoruz! 3) Feminist Yargı Reformu için grevi gidiyoruz! Patriyarkal adalet yıkılsın! 4) Cinsiyetçi şiddete karşı greve gidiyoruz! Kadın ve trans cinayetlerini durdurun! Polis baskısını ve kurumsal baskıyı durdurun. Devlet sorumludur. 5) Ekonomik özerkliği geri almak için greve gidiyoruz çünkü kendimizi canlı, toprak ve konuttan yararlanan ve borçsuz insanlar olarak istiyoruz! Karlarını artırmak için pandemiden yararlanan şirketlerin yağmasına karşı greve gidiyoruz. 6) Greve gidiyoruz çünkü özgür olmak istiyoruz! Hepimiz burada değiliz: kürtaj oldukları veya gebelikle ilgili vakalar yüzünden hapse atılanları özlüyoruz. 7) Irkçı, sömürgeci şiddete karşı greve gidiyoruz. Toprağın bağrını kazımaya son verin! Taleplerin uzun listesi
Verónica Gago, Buenos Aires Üniversitesi’nde sosyal bilimler profesörü ve Ulusal Araştırma Konseyi (CONİCET) araştırmacısı. Neoliberalism from Below (Duke University Press, 2017), Feminist International (Verso Books, 2020) kitaplarının yazarı ve A Feminist Reading of Debt (Pluto Press, 2021) kitabının ortak yazarı. Eski Colectivo Situaciones yeni Ni Una Menos Kolektifi üyesi.
Luci Cavallero, lezbiyen feminist aktivist ve Buenos Aires Üniversitesi’nde araştırmacı, Tres de Febrero Üniversitei sosyoloji profesörü. A Feminist Reading of Debt (Pluto Press, 2021) ortak yazarı ve Ni Una Menos Kolektifi üyesi.
Bu yazı Revista Anfibia sitesindeki İspanyolca orijinali ve Viewpoint Magazine sitesindeki İngilizce sunuş-çevirisinden Kadın Savunma Ağı için Çiğdem Çidamlı tarafından çevrilmiştir.
Yorumlar