Margaret Atwood’un ilk ve ilk kez 1969 tarihinde yayınlanan romanı “Evlenilecek Kadın” (The Edible Woman), işlediği temalar bakımından günümüzde hala güncelliğini koruyan bir roman. Kurgusuyla güzel bir roman olmasının yanı sıra, başkaldırısı ve dayandığı alt metin olarak da güçlü bir feminist güçlenme el kitabı.
Margaret Atwood’un ilk ve ilk kez 1969 tarihinde yayınlanan romanı “Evlenilecek Kadın” (The Edible Woman), işlediği temalar bakımından günümüzde hala güncelliğini koruyan bir roman. Kurgusuyla güzel bir roman olmasının yanı sıra, başkaldırısı ve dayandığı alt metin olarak da güçlü bir feminist güçlenme el kitabı.
Atwood’un “Evlenilecek Kadın” romanının pek çok teması var fakat en belirgin temalarından biri, ‘toplumun kadınlara mütemadiyen rol biçmesi’ olarak göze çarpıyor. Roman karakterleri Ainsley ve Marian’ın yalnız yaşayan iki kadın olarak anlatıda karşımıza çıkmasıyla derhal kendimizden izler bulmaya başlıyoruz. Sayfaları çevirip okudukça, toplumun kadınlara sürekli rahatsız edici bakışlar atıp neticesinde de kadını şekillendirmeye çalıştığını tekrar tekrar fark ediyoruz. Bu iki karakter, toplumsal cinsiyet rollerinin üzerlerinde oluşturduğu baskıyı iliklerine kadar hissediyorlar.
Örneğin, ev sahipleri bu iki kadını sürekli gözetliyor, davranışlarından giyimlerine kadar bir incelemeye tabi tutuyor. Kendi kızının ahlaklı bir şekilde yaşamına devam etmesi için bu iki kiracı kadının kızlarına ‘iyi örnek’ olmalarını söylüyor. Eve içki getirmek bile mesele haline geliyor. Evet, parasını ödedikleri evde yiyecekleri içecekleri de toplumun bir ferdi tarafından dayatılabiliyor, eleştirilebiliyor, iki kadın karakterimiz kendi evlerine içki alırken bile sıkıntıya düşebiliyor. Toplum sürekli kadını gözetliyor, bir ev sahibi dahi bunu kendinde hak görebiliyor. Bunun adı gözetlemedir.
Atwood gözetim konusunu başka karakterleri üzerinden de başarıyla anlatıya taşıyor. Örneğin, bir karakter var ki bu gözetim konusuna ustalıkla anlamamızı sağlıyor ‘’başına iş almamak için, yani sorun yaşamamak için” bakire kalmayı tercih eden Lucy karakterinin hissettiği şöyle anlatılıyor romanda: “Lucy, toplumsal baskılardan, toplumsal olarak insanların iğneleyici konuşmalarından ciddi anlamda çekindiği için tüm yatak odalarının dinleme cihazları ile donatılmış olduğuna ve bu cihazların diğer ucunda tüm toplumun kulaklıklar takıp sesleri dinlediğine inandığı için…’’ Şu cümlenin ifade gücüne bakın! Bu durum toplumsal gözetimin nasıl da içsel bir hale geldiğinin özeti bir cümledir. Toplum, kadın vücudunu ve kadın hayatını o kadar baskılıyor ki onu kendi kendini disipline ediyor hale getiriyor ve özel hayatında, en özel mekânlarında bile toplumsal denetimin gözüyle yaşamak zorunda bırakıyor. Ne korkunç değil mi?
Roman boyunca karakterlerin yüzleşmelerine tanık oluyoruz. Marian, romanın başlangıcında toplumun baskın ve eril diline ve toplumun belirgin bakış açısına göre, ‘daha düzgün’ bir karakter olarak beliriyor. Sevmediği bir işte ömür tüketen, aslında bu işle alakalı parlak bir gelecek görmeyen bir hayat yaşıyor, sadece kendisini güvende hissetmek adına günlerin birbirini kovalamasına müsaade ediyor aslında. Düzenli ve düzgün bir yaşamın öneminin çocukluğumuzdan beri iliklerimize işlemesinden dolayı güvenli gelecek vaat ettiği düşüncesine kapıldığı bir adamla nişanlanıyor sonrasında da. Bizler romanı okudukça düzgün ve düşünceli yaşam ne diye düşünüp duruyoruz. Nişanlanan karakter mutlu olamıyor, o zannettiği vicdani bir rahatlamayı da sağlayamıyor asla ve burası dönüm noktası oluyor, başlıyor sorgulamaya. Nişanlısı tarafından nesne olarak görüldüğünü anlamaya başlıyor ve uyanış gerçekleşiyor.
Güç dengeleri, erkeklik ve türler arası eşitsizlik durumu
Bu romanda çok dikkat çekici hususlar var. Hayvanları yemek ile erkeklik ve güç arasında ilişkiler de kuruyor roman. Cinsiyet eşitsizliği birçok yönden tür eşitsizliğinin içine işlemiştir zaten, hatta ve hatta çoğu toplumda eti temin edip hazır hale getirmek erkekler tarafından yapılan bir iştir, ekonomik boyutu da vardır. Bu noktalar eşliğinde, başka bir türün bedeni üzerinden yapılan erkeklik ve güç gösterisi sahnelerini görüyoruz sürekli ve bu anlatı bizi tür eşitsizliğinin kültürel erkeklik ile ilişkisine de götürüyor.
Evlenilecek kadın kim? Evlenilecek kadın ne? Ne diyoruz yahu?
Kadınların hayatlarının her alanlarında karşılaştığı sorunları, toplumsal kalıpları ve dayatmaları ana karakterimiz Marian üzerinden okuyarak gidiyoruz daha çok romanda.
Ele alınan bir başka konu da tüketim toplumundaki cinsiyet rolleri meselesi… Marian, tüketici davranışlarını ölçen bir şirkette çalışıyor ve bu konu da okurların dikkatini çeken konulardan biri olarak romanda kendine yer buluyor. Reklamların kadın bedeni üzerinden yapılması, kadının bedeninin bir obje, bir nesne olarak görülmesinin toplumun içinde bu denli normalleşmesi ve ürünlerin belirli cinsiyet rollerine atfedilmesi gibi konular karşımıza çıkıyor. Evlenilecek kadın olmak unsuru sürekli olarak göze çarpıyor. Toplum kurallarına uyup ‘’ahlaklı’’ olma takıntısından nişanlanan karakter, nişanlanınca da mutlu olamadığını fark ediyor. Evinde dahi güvenli alanı bulamıyor. Biz sayfaları çevirdikçe başlıyoruz düşünmeye: ‘’Evlenilecek kadın ne yahu?’’
Başkaldırı düşünmekle başlar
Düşündüğümüz an yanlış giden her şeyi fark ederiz, başkaldırı ve devrim tam bu saniyede başlar. Toplumun dayattığı basmakalıp eril baskılardan doğan rollere hayır diyebilmek de devrimin güzelliğidir. Bu roman günümüzde de güncelliğin koruyor ve bize pek çok soru sorduruyor.
Yorumlar