Eskişehir’de Bir Tecavüz Davası Öznelinde Baroların Varlığının Önemi Üzerine – Av. Büşra Ünlübaş Özkan

Hak savunucusu avukatlar olarak bizler, savunmayı parçalamak için çıkarılan yasalara rağmen “kimsesizlerin kimsesi olma iddiamızı” sürdüreceğiz.

1 Haziran 2020 den beri avukatlar çığlık çığlığa “Baroları Bölme”, “Savunmaya Dokunma” diyerek haykırıyor. Peki nedir bu avukatların derdi? Baro başkanları neden meclisin önünde uyuyorlar, nöbetler tutuyorlar? Ne için mücadele ediyor bu avukatlar? Barolar gerçekten de bu kadar önemli mi?

Uzun bir zamandır hukuku askıya almış gerici iktidar, kaybettiği otoriteyi baskı ile yeniden inşa etmek için uğraşırken bir anda Avukatlık Kanunu değişikliği gündeme oturdu. Önce sosyal medya üzerinden konuşulmaya başlandı, sonrasında Birlik Başkanı’nın “böyle bir değişiklik gündemde değil” açıklamalarına karşılık bir taslak ortaya çıktı. Pandemiden kaynaklı kriz ortamı fırsata çevrilerek çok hızlı bir şekilde komisyona, oradan da genel kurulun önüne getirilen kanun teklifine karşı avukatlar, baro başkanlarıyla birlikte büyük bir adalet mücadelesi vermelerine rağmen “paralel baro düzenlemesi” AKP-MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.

Avukatların ve ülkedeki adalet sisteminin başat problemi baroların bugünkü yapısıymış gibi yalnızca “çoklu baro” ve “nispi temsil” ile ilgili değişiklikler içeren dayatılmış bu kanun karşında baroların bağımsızlığının önemini bir kez daha hatırlatma gereğinin doğduğunu düşünüyorum.

2020 yılı Ocak ayı içerisinde Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu’na 18 yaşına yeni girmiş, İran uyruklu genç bir kadın (burada ona A diyeceğim) ulaştı. Patronu tarafından sistematik bir şekilde cinsel saldırıya, tehditlere, şantaja maruz bırakılan A. karakolda vermiş olduğu ifade sırasında kolluğun tavrı yüzünden daha da tedirgin olduğunu söyledi. Dilini zar zor konuşabildiği bir ülkede hak aramak için destek ararken kendisiyle yolumuz kesişti.

Kısaca genç kadının hikayesine değinecek olursak; yaklaşık 2 yıl önce babalarından gördükleri şiddet yüzünden annesi ve kız kardeşi ile birlikte ülkemize sığınan A., aile içerisinde Türkçe’yi öğrenebilen yalnızca kendisi olduğu için ve bir şekilde hayatlarını idame ettirme, temel ihtiyaçlarını karşılamaları gerektiği için iş aramaya başlıyor. 2019 yılının Kasım ayında gördüğü bir ilan üzerine Eskişehir’in işlek caddelerinden birinde yer alan bir kafede garson olarak işe giriyor. Sonrasında kendisinden yaklaşık 20 yaş büyük patronu,  toplumsal cinsiyet rollerinden aldığı güç ve patronluğunun vermiş olduğu sınıfsal üstünlük ile kafenin üst katında yer alan evini temizlemesi için A.’yı evine çağırıyor. Hiç bilmediği bir ülkede, daha çocuk denilebilecek yaşta, bu işe mecbur durumda olan A., her kadının yaşadığı o tedirginliği yaşayarak da olsa patronunun evini temizlemek için yukarı çıkıyor. Burada patronunun tecavüzüne uğrayan A., ne yapacağını bilmiyor. Patronu, bu tecavüzü  görüntüye aldığını söylüyor ve görüntüleri izleterek yaşananları kimseye söylememesini, yoksa bütün herkese bu görüntüleri ulaştıracağını, hatta kız kardeşine de aynı şeyleri yapacağını söyleyerek tehdit ve şantajlarına başlıyor. “Yukarı çay getir.”, “Telefonumu getir.”, “Evi süpür.” bahaneleriyle sistematik bir şekilde, yaklaşık 1 ay boyunca tecavüze devam eden patronuna karşı A., sonunda daha fazla dayanamıyor ve işten ayrılmaya karar verdiğini söylüyor.

İşten ayrılamayacağını, yoksa elindeki görüntüleri ailesi dahil herkese göstereceğini, zaten şikayetçi olsa da kimsenin kendisine inanmayacağını söyleyerek tehditler savurmaya devam eden patronunun bu tehditlerine karşı daha fazla boyun eğmeyen A., annesine her şeyi anlatıyor ve soluğu beraber karakolda alıyorlar. Karakola ifade için gittikleri sırada, içinde bulunduğu durum yetmezmiş gibi kolluk görevlilerinin “Neden ilk olaydan sonra şikâyetçi olmadın?”, “Doğruyu mu söylüyorsun?” şeklinde her kadının başına gelen tacizleriyle de baş etmek zorunda kalan A.’ya ifade sırasında avukat isteyip istemediği dahi sorulmuyor. Karakolda, şüpheli ile karşılaşmak durumunda bırakılan A.’ya “Ben Türk’üm, ayrıca Eskişehir’de yüksek yerlerde tanıdıklarım var, bana bir şey olmayacak.” tehditleri savuran şüphelinin tavrı yüzünden kendisine ve ailesine bir şey yapılmasından korkan A., bizlere, Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu’na ulaştı.

İşte Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu olarak yaptığımız toplantı ve görevlendirmeler ile dosyaya bu aşamada dahil olduk ve soruşturma aşamasının başından itibaren takip etmeye başladık. Ocak ayının başında A.’nın suç duyurusuyla başlayan soruşturma sürecinde, 16 Mart itibariyle Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddianame düzenlendi ve dava açıldı. Dava açılana kadar geçen iki aylık süreçte Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından cinsel saldırı, cinsel istismar dosyalarında olması gereken, örnek mahiyette bir soruşturma yürütüldü. Şüphelinin ifadesi en başta bütün olayı yalanlamak üzerine kuruluyken; Savcılığın delil toplamadaki titizliği, Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonunun dosyayı yakından takibi ve kolluğun da çabası neticesinde tecavüz olayı delilleri ile ortaya çıktı. Sanığın telefonundan sildiği tecavüz görüntüleri ve mesajlar kriminal inceleme sonrasında geri getirildi, tecavüzün gerçekleştiği yatakta şüpheli ve A.’nın DNA’sı bulundu ve bu deliller kısa zaman içinde toplandı.

Şüpheli ilk ifadesinde “Böyle bir olay olmadı, ben onu kızım gibi görürüm.” derken deliller ortaya çıkınca “Evet bunlar yaşandı ama mağdurun rızası vardı.” şeklinde başka bir kurguya döndü. Araya yaklaşık 3 aylık bir pandemi süreci girmesine rağmen görevli mahkemece adil ve hakkaniyetli, İstanbul Sözleşmesi’ne uygun bir şekilde yargılama yürütüldü. Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu’nun katılma talebi de İstanbul Sözleşmesi’ne uygun olarak mahkemece kabul edildi.

İddianamenin kabulünden yaklaşık 3,5 ay sonra 09.07.2020 tarihi itibariyle dosyada karar verildi. Yargılama süreci boyunca cezaevinde olan sanığın ailesi ve çevresi tarafından sürekli telefonla aranan A.’ya “Sizi evlendirelim, şikâyetçi olma, ifadeni değiştir, ne istiyorsan yapmaya hazırız” şeklinde tacizler durmazken; A.’nın kendisini çaresiz hissetmemesinin ve geri adım atmamasının bir nedeni de yanında duran, onunla birlikte hak mücadelesi veren bir “Savunma” olduğunu biliyor olmasıydı.

İşte Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu’nun doğrudan taraf olduğu bu dava özelinde, Türkiye’deki tüm baroların ve baro komisyonlarının işlevinin ne olduğu, nasıl bir toplumsallık ve kamusallık içerdiği sorularına yanıt verdiğimizi düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi ve çoklu baro meselesinin gölgesinde Baroların ne işe yaradığına dair verebileceğimiz en güncel dava örneklerinden birisi olduğu için bu satırları kaleme alma ihtiyacı hissettim.

İktidar tarafından baroların yapısının değiştirilmeye çalışılmasının en temel nedenlerinden biri de hiç şüphesiz kadına yönelik şiddet davalarında, çocuk istismarı yargılamalarında, doğa ve kent talanlarına karşı yürütülen hukuki itirazlarda ve temel insan haklarının korunması ve hak ihlallerinin izlenmesi bağlamında baroların verdiği hukuki mücadele olsa gerek. 2.000 avukatın bir araya gelerek, başkaca hiçbir koşul, nitelik aranmadan, şirket kurar gibi baro kurması anlamına gelen çoklu baro düzenlemesinin yandaş baroların önünü açacağı, savunmanın bağımsızlığını ortadan kaldıracağı, vatandaşları hak arama mücadelesinde taraf seçmek zorunda bırakacağı gerçeği avukatlarca aylardır haykırılıyor.

Kamu görevi yapan avukatların bağlı olduğu baroların bölünmesinin halkı bölmek anlamına geleceği açık bir gerçektir. Her zaman başı sıkışan vatandaşın yanında yer alan, bu ülkede adalet sisteminin bağımsızlığı için son umut olan ve iktidar tarafından ele geçirilemeyen tarafsız avukatların ve baroların varlığı hayatidir.

Eskişehir Baro Başkanı Sayın Elagöz’ün Adliye önünde 7 Temmuz 2020 tarihinde yapılan basın açıklamasındaki sözleri ile bitirmek isterim: “Şunu herkes bilsin ki; istedikleri yasayı çıkartsınlar, baroları isterlerse bin parçaya bölsünler, hukuku savunanlar ve hakkı gözetenler hep bir arada olacaktır.”

Çünkü hak savunucusu avukatlar olarak bizler, savunmayı parçalamak için çıkarılan yasalara rağmen “kimsesizlerin kimsesi olma iddiamızı” sürdüreceğiz. 18 yaşına yeni girmiş İranlı bir kadının tecavüz davasındaki varlığımızı; kadın cinayeti davalarında, çocuk istismarı davalarında, hayvan kıyımlarında, çevre ve kent hakkı davalarında göstereceğiz.

Baroları bin parçaya bölseler de hukuku savunanlar ve hakkı gözetenler olarak hep bir arada olmaya devam edeceğiz.                      

Av.Büşra Ünlübaş Özkan

Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu Üyesi

Bu yazı toplumsalhukuk.net sitesinden derlenmiştir. 

Yorumlar