Eski normal toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile kadınların ev içi emeğinin sömürülmesi mi. Çocuk ve yaşlı bakımının kadınların üzerine yıkılması mı. Çalışan kadının eve döndüğünde ev işi yapması evdeki erkeğin televizyon seyretmesi mi. Eşler arasında ev işleri eşit paylaşılsa bile tüm bu işlerin planlanmasının kadının üzerinde kalması mı. Nasıl anne olunacağı, en iyi anne şablonları, şefkatli fedakar anne rolü ile çocukların tüm bakım işlerinin kadına yıkılması mı...
11 Marttan bu yana birçok şey değişti yaşamımda…
Uzak bir ülkede esrarengiz bir hastalığın varlığını 2 aydır biliyorduk… Ama bu hastalığa sebep olan virüsün nasıl ortaya çıktığı, yarasadan mı bulaştığı yoksa laboratuvar ortamında mı üretildiği meselesi ile ilgili haberler hayatımızda 5-10 dakikalık yer tutuyordu.
Pandemi öncesi sabah kalkıp kahvaltı ediyor, çocukları hızla okula hazırlıyor, evin bilindik dağınıklığını eve gelen yardımcımıza bırakıp telaşla evden çıkıyorduk. İlk önce 4 yaşındaki kızımı okuluna bırakıyor, kapı önünde öğretmenler ve diğer velilerle selamlaşıp aynı telaşla okuldan çıkıyorduk. Sıradaki durağımız 10 yaşındaki oğlumun okulu. Yine okula yetişme telaşı ve trafik yoğunluğu… Okula bırakma faslından sonra büroya gitmek ya da duruşma varsa adliyeye yetişmek arasında sabah koşturmacası başlamış oluyordu…
Bu noktada artık birinci tekil şahıs başlıyor. Büroya gitmişsem yazılacak dilekçeler, görüşülecek müvekkiller ve açılacak tebligatlarca iş olur. Yoğun büro mesaisi sabah 9.30’dan akşam 18.30’a kadar devam eder. Büroda birlikte çalıştığım stajyer avukat meslektaşımla dava dosyalarını konuşup iş bölümü yaparız. Dışarıda işim varsa kahve içimi bir avukat arkadaşımın bürosuna uğramaya çalışırım.
Eğer adliyedeysem zamanın nasıl akacağı kontrolüm dışına çıkar. Kimi duruşmaların uzun bekleme süresi, adliyenin katları arasında telaşlı inip çıkmalarına karışır. Hele duruşmalar sarkmış ve beklemek dışında bir seçeneğim kalmamışsa arkadaşlarla sohbet etmeye adliye kantinine doğru yol alırım.
Akşam 19.00 sularında eve vardığımda çocuklar okuldan gelmiş olur. Toparlanmış bir evde pişirilmiş yemekleri sofraya koyabiliriz artık. Çocukların keyfi yerindeyse sakin ancak didişiyorlarsa hafif gerginlikle sona eren akşam yemeğinin ardından masayı eşimle toplar, çayımızı demleriz. Sonra çocukları paylaşırız. Ödev saatinde eşim oğlumla çalışma masasına yönelirken ben de kızımla oyun oynarım. Sonra yatma zamanı ve sonrasında hep aynı rutin.
Bu günlük sıradan bir akış… Bazen çocuklar hasta olur, bazen gözaltına alınan öğrenciler vardır emniyete gidilir, bazen bir kadın cinayeti davasında mahkeme heyetiyle kavga etmek kaçınılmaz olur. Kimi zaman eylemler, basın açıklamaları vardır ve çocukları bırakacak yer bulamayıp onlarla katılırsın etkinliklere. Toplantılar vardır kimi zaman peş peşe. Eğitim çalışması, atölye veya kim bilir komisyon işleri. Arkadaşlarımla ama illa kadın arkadaşlarımla sık sık buluşurum.
Ancak 11 Mart’tan beri yukarıda saydığım tüm bu rutin değişti. Yeni rutinimiz ise 4 kişilik ve kapatılmış tek mekânda dönüp dolaşmak.
İlk zamanlar virüs korkusu her şeyin üstündeydi ve galiba yaşama içgüdüsü ağır bastığından eve kapanmaya da gönüllüydüm. Kendi OHAL’imi ilan edenlerdendim. Bu denli yoğun çalışan ve hafta içi bir gün evde vakit geçirme hayali kuran biri olarak evde olmak ne güzeldi aslında.
11 Mart itibari ile büroyu kapattım ve adliyeye gitmedim…UYAP sistemine uzaktan girebildiğim için ilk hafta acil işleri evde çalışarak yaptım… O resmi vakaların açıklandığı ilk hafta zaten meseleyi da tam anlayamamıştım. Sonrasında adli süreler durduruldu, duruşmalar ertelendi ve bir belirsizlik hali oluştu… Türkiye adliye sistemi derin dondurucuya atılmıştı adeta. Çalışamadığım için yeni dava da alamaz oldum, işler bıçak gibi kesildi. Eski dava dosyalarımdan da vekâlet ücreti tahsil edemez oldum, çünkü müvekkillerin ödeme gücü ciddi oranda azalmıştı. Pandemi süresince ülkenin yaşadığı ekonomik belirsizlik gerçekten çok stresli. Bir süre sonra vergi borçları ve SGK primlerinin Ekim 2020’ye ertelendiği haberi geldi. Ancak banka kredi taksitleri ertelenmedi. Karantinada ekonomik sorunlar belki başka bir yazının konusu.
Adli sürelerin durması ve duruşmaların ertelenmesi, bu arada virüs kapmış vaka sayısının iyice artması evde uzun süre kalacağımızı gösteriyordu…
Evdeki gönüllü karantinamızda 4 kişiydik ve bulaş riski olmasın diye yardımcımız artık eve gelmiyordu. Büro nihayetinde kapılarını kapatmıştı ve birlikte çalıştığım stajyer meslektaşımız da memleketine dönmüştü.
11 Mart sonrası kendi gönüllü karantinamı sıkı uygulayarak çok kısıtlı dışarı çıktım. Maske, eldiven ve dezenfektan piyasada bulunmuyordu. Mart ayının ortasında fahiş fiyata maske bulabildim. “Vitamin desteği gerekli.” haberlerinin rüzgarına kapılıp çocuklar için fahiş fiyatlara kara mürver özlü şuruplar aldım. Şurupları kaşıklayıp virüse meydan okurken çocuklarımı koruma görevini anneliğimin parçası olarak gördüm… Sonra o şurupları her gün naz niyaz çocuklara içirmeye uğraştım. Sonra biz de virüs kapmamalıydık. C vitamini takviyesini her gün kendime ve eşime verme görevi yine bendeydi.
Önceleri evdeki bu beklenmedik “zorunlu tatilde” yabancılaştığımız evimizi kurcalamak, “ne var ne yok” bakmak eğlenceli oldu. Üniversite yıllarımızın eşyalarını, eski fotoğraflarımızı, hatta teyp kasetlerini bulduk. Çocuklara teyp kasetlerinin ne olduğunu anlatmak zor oldu. Dolaplara attığımız sonra unuttuğumuz eşyalar, bana ev ile kurduğum bağı düşündürdü…
Virüs korkusundan toplu alışverişi tercih ederek markete gitmeyi azalttık… Ekmek almaya gitmemek için evde ekmek yapmaya başladım. Zaten evde yoğurt ve kefir yapıyordum..Ancak tüm gün evde olunca tüketim arttı; üç dört güne bir süt pişirme, yoğurt ve kefir mayalama faaliyeti başlamıştı evde. Sonra ekmek mayalama, sonra çocuklara kek pasta yapma, sonra çamaşır yıkama, asma, toplama katlama, yerleştirme.. Hayat eve sığmazdı ama bu emek yoğun mesaiyi bir güne sığdırmaya çalışıyordum.
Hele ev temizliği, başlı başına bir iş. Virüs korkusu ile daha ince bir temizlik hali. Her gün yüzeysel süpürme ve haftanın bir günü bütün eşyaları kaldırıp evi süpürme, silme işi.
Yemek yapmak önceleri zevkliydi. Değişik tarifler denedim. Ekmek çeşitlerinin hepsinde yol kat ettim. Ancak bir zaman sonra her gün yeniden, yeniden yemek yapmak, sonra hangi yemeği pişireceğini düşünmek ve hepsine karar vermeye çalışmak düşüncesi daha da yorucu bir hal almaya başladı.
İlk başlarda tamamen durmuş mesleki faaliyetim son bir aydır canlandı, adliyelerin açılacağı tarih yaklaşıyor çünkü. Bu şartlarda müvekkiller ile yapılan uzun telefon konuşmaları, e-mail trafiği, UYAP sistemi üzerinden işleri takip edilmesi derken ev işleri ve çocuk bakım işlerine evden çalışmak zorunda kaldığım mesleğim de eklenmiş oldu.
10 yaşındaki oğlumun uzaktan eğitimle ders takibi yapması ve artık evimizin de bir okula dönüşmesiyle ben ve eşim evde bir “öğretmen” olarak da mesaimizi artırdı.
4 yaşındaki kızım pandeminin psikolojik etkisi altında sıkıştı. Gece sık sık uyanıp yanımıza gelen çocuk karanlıktan korkmaya başladı. Tuvalete tek başına gidemez, odasında tek başına oynayamaz oldu ve bu dönemde birçok yeni kaygısı oluştu. Eski normalimizde oldukça bağımsız ve öz bakımı konusunda kendine yetebilen kızımda gözlemlediğimiz “bu geriye gidiş” hali ev içindeki çocuk bakım işlerini çoğalttı. Mutfağa gidip suyunu alamaz, tuvalete tek başına gidemez, yalnız uyuyamaz haldeki çocuğun psikolojisi için daha özel çaba ve emek harcamak gerekiyordu.
İki buçuk aydır evde olan bir kadın olarak pandemi öncesinde başka kadınların emekleriyle dönen ve kısmen rahat olan hayatımda başka bir durum yaşıyorum. Evi temizlemek, ne yemek yapılacağını düşünmek, onu organize etmek, yemek yapmak, çamaşır yıkamak, asmak, katlamak, yerleştirmek, ütü yapmak, kefir ve yoğurt mayalamak, ekmek yapmak, çocukları mutlu etmek için onlarla pasta, kurabiye pişirmek, çocukların bağışıklık sistemi için şuruplar vermek, kendimin ve eşimin vitamin takviyesini almasını sağlamak, bunlar yeni dönem işlerim. Yine çocukların evdeki yaşamlarını organize etmek, uzaktan eğitim işlerini planlama ve bunların dokümanlarını hazırlama, karantinadan en alt düzeyde etkilenmeleri için çocuklara psikolojik destek olmaya çalışmak pandemi sürecinin getirdiği işler.
Eskiden yaptıklarım müvekkil görüşmesi, dilekçe yazmak, UYAP işleri, e-mail trafiği, eve gelince çocuklarla ilgilenmek eski dönem işlerimdi… Şimdi eski işler yeni işler birbirine girdi ve bir dağ oluştu karşımda sanki.
Karantinada insan hiç yalnız kalamıyor. Duruşma arası kantinde içilen kahveler, arkadaşlarımla buluşmalarım, kendim için yarattığım zaman yok artık. Günler birbiri ardına olanca hızıyla geçiyor. Her sabah aynı iş yükü ile akşamı ettiğimi, günün ne kadar çabuk geçtiğini ve ne kadar yorulduğumu düşünüyorum. Bazen sabahtan akşama hiç oturmadan sürekli bir şeyler yapıyorum. Yalnız kaldığım tek yer tuvalet ve burada geçen zamanı kasten biraz uzatmaya çalışıyorum…
Bir de karantinada bana iyi gelen şey zoom’da bir araya geldiğim kadın arkadaşlarımla yaptığım sohbetler. Kendimize ait bir oda yok artık evlerde. Kendimize ait zamanlar da. Ama işte 40 dakikalık kendime ait zoom görüşmelerim var… Bu da tesellim…
Erkek ve kadının karantinayı yaşama şekli de farklı sanki. Tüm bu yoğunluğa rağmen içimde büyük bir sosyalleşme ihtiyacı olduğu için zoom üzerinden hem kardeşlerim hem de kadın arkadaşlarımla sık sık görüşürken eşimin böyle bir ihtiyacı yok sanki. Yine evde kaldığımız sürede hareketsizlik ve fazla yemekten kilo almamıza rağmen benim bunun için çözüm bulma uğraşlarıma rağmen o bunu ne konu yapıyor ne de önemser görünüyor.
Sonra sosyal medyada “corona sonrası plajlar” diyerek şişman bikinili kadın karikatürleri paylaşılması, yine kol kola girmiş şişman kadın fotoğraflarını altına “corona sonrası kadınlar” yazılması aklıma geliyor. Karantinada alınan kilolara verilen tepkide bile erkeklerle eşit olamadığımızı görüyorum.
Kendimi feminist olarak tanımlarım, yaşamımı o bakış açısı ile görüp ona göre düzenlemeye çalışırım. Evdeki işler benim zorlamamla da olsa iş bölümüyle yapılır. Buna rağmen duygusal emek, sosyal emek her zaman daha çok bendedir. Karantina öncesi günlük yaşamımda bana hareket alanı sağlayan şey yine başka bir kadının emeği. Eve gelen yardımcı, büroda sekreter, yuvada kadın öğretmen. Bunun daha önceden de farkındaydım. Ancak karantinada geçen 2,5 aylık zamanda dünyayı döndüren görünmeyen emek üzerine daha çok kafa yoruyorum. Üstelik hem mesleki olarak çalışıp hem de ev işleri ve çocuk bakımıyla bu kadar haşır neşir olmuşken bu kadar yoğun emeğin ücretsiz olmasının yakıcılığını daha yoğun deneyimliyorum…
Eski normale dönmek konuşuluyor sık sık… 3 aylık bu karantina zamanında “eski normal” nedir diye bol bol düşünme fırsatımız oldu. Eski normal toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile kadınların ev içi emeğinin sömürülmesi mi… Eski normal çocuk ve yaşlı bakımının kadınların üzerine yıkılması mı… Eski normal çalışan kadının eve döndüğünde ev işi yapması evdeki erkeğin televizyon seyretmesi mi… Eski normal çalışan kadının ev işlerini yapamaması sebebiyle bu işleri ücret karşılığında yine başka bir kadının yapması mı… Eski normal eşler arasında ev işleri eşit paylaşılsa bile tüm bu işlerin planlanmasının kadının üzerinde kalması mı.. Nasıl anne olunacağı, en iyi anne şablonları, şefkatli fedakar anne rolü ile çocukların tüm bakım işlerinin kadına yıkılması mı…
Böyle bir normal kadınların normali olamaz. İkinci cins olarak her sınıftan kadının değişik biçimlerde eşitsizliğe maruz kalması, sömürülmesi birilerinin normali. Erkek egemenliğinin mutlak olduğu kadınların ezilmesini sağlayan patriarka sistemi bu.
Hep bildiğim ama pandemiyle daha yakıcı hissettiğim ev içi kadın emeğinin sonsuz sömürüsünün kimin normali olduğunu düşünmek zorundayız. Onların normali bizim eşitsizliğe maruz kalmamızsa eğer bizim bir anomaliye ihtiyacımız var. Erkek egemen sistem bu büyük konforu kadının her türlü emeğini sömürerek elde ediyorsa bir anomalinin bu düzeni yıkması gerek.
Kadınların kendi normalleri apayrı. Bize dayatılan eski normal karşısında kendi normalimizi bulmak ve artık onu kurmak zorundayız… Kadınlar, erkekler lehine olan bu suni “eski normalin” patriarkanın karşısına onun anomasini koymalı. Bu anomali ile eşitliği sağlayabilir sömürüyü sonlandırabiliriz.
*Anomali: normalden uzaklaşma veya sapma
Yorumlar