Fakat aile, eşit olmayan bir denkleme ve kaynak dağılımına dayanıyorsa, bu ailenin dayanışma ve birliği temsil etmesi mümkün mü?
Çocuklar, dünyadaki kalıp yargıları aileler aracılığıyla algılar ve içselleştirir. Ayrıca dünyayı ebeveynlerinin gözünden görürler. Kimliklerinin renk kodlarıyla veya bazen de oyuncaklar kadar masum ve zararsız görünen şeyler aracılığıyla. Çocukluk hikâyeleri ve masalları da bu yüzyıllarca eski pratiği pekiştirir ve yansıtır. Büyürken, herkes gibi ben de, ailenin ötesinde heteronormatif ataerkil toplumun bir parçasıydım. Ama benim ailem, dik kafalı – endişelerini dile getiren ve bunu yapma hakkına sahip olduklarını düşündükleri her yerde öne çıkan- kadın karakterlerden oluşan bir kültüre sahipti. Bu durum, yemek masası sohbetlerimizde veya akşam gevezeliklerimizde belirgin biçimde ortadaydı. Bu sohbetler daima siyaset, ekonomi, politikalar ve sosyal meselelere dair iç görülerle doluydu, sadece kadınların değil tüm insanlığın sesleri ve endişeleriyle de örtüşürdü.
Bunu söyleyebilirim; çünkü ailem, köy yerinde küçücük bir gelirle çok ter döküp babamın eğitimine devam etmesi için çabalayan bekar bir anne tarafından büyütülmesi ve annemin de Assam’ın komşu eyaleti Meghalaya’nın tam merkezinde doğup büyümüş olmasından kaynaklanan değerlerle bezenmişti. Meghalaya hakkında bir şeyler okumuşsanız, Meghalaya’nın anasoylu ve anayerli akrabalık sistemlerinin geçerli olduğu bir eyalet olduğunu hatırlatayım. Orada kadınlar, mülkiyet hakları, miras, ekonomik sistem ve geçim kaynakları ile ilgili konularda önemli rollere sahiptir.
Söylemeye gerek yok ki büyürken ebeveynlerimin her ikisinin de güçlü birer kadın hakları ve meseleleri savunucusu olduğuna tanık oldum. Ebeveynlerimin her ikisi de hem ev işleriyle hem de resmi işleriyle meşgullerdi. Ama her iki ebeveynim de oldukça istikrarlı, mali açıdan bağımsız ve kendi hakları konusunda iddialı bir görüntü sergilerken, babam belirli bir noktada ailesinin ihtiyaçları konusunda çok mesafeli ve duygusal anlamda da ayrıksı bir görünüme sahipti. Babasız büyümek, onun için çok zor olmuş olmalı; çünkü babasını çok genç yaşta kaybetmişti.
Çocukluğunda, duygularını ifade etmeyi bırakmasına neden olan çözülmemiş bazı sorunları olabileceğini de varsayıyoruz. Her ne kadar utanmadan ve sakınmasız biçimde kadın haklarını savunsa da, babamın çabalarımıza destek olmak bir yana, herhangi birimizin önünde duygusal anlamda savunmasız ve değişken davrandığını neredeyse hiç görmedim. Sonuç olarak, her iki kızı da giderek teselliyi tek dayanağımız olan annelerinde bulmak zorunda kaldı.
Bu nedenle, annem, belirli zamanlarda sınırlarını aşmak ve hem kendi hem babamın yerine adım atmak zorunda kaldı. Bu yüzden annem pek çok şeyi yüklenmek durumunda kaldı. Annem için her iki ebeveynin görevini de yerine getirmek son derece zor ve meşakkatliydi. Anladığım kadarıyla, ailenin tüm yükünün ve kargaşasının annemin omuzlarına binmesi, babamızın duygusal uzaklığından kaynaklanıyordu.
Dezavantajlı bir kasttan ve sınıftan gelen babam, en iyi çağlarında çok fazla şeye katlanmak zorunda kalmıştı. Kuşaklar arası kast dinamikleri, yaşam imkanları bakımından önemli roller oynamış ve onu ömür boyu suskunlaştırmıştı. Ancak bu durum, ailedeki her şeyin yükünü kadınların çektiği ve sessiz, uzak, tükenmiş ve içe kapanık babalara ve eşlere sahip Hindistan toplumu açısından son derece geçerli ve sıradan bir durum.
Bugün; “Evlilik Hikayesi” (2019) isimli filmi düşünürken, kadın (Scarlett Johansson tarafından canlandırılan) ile avukatı arasında, erkeklerin aile sorumluluklarından nasıl kolayca kaçınabildiklerini ve toplumun da, onları anlayış ve sorumluluk yoksunlukları yüzünden asla sorgulamayıp bu konuda bir beklenti içinde olmaması meselesini yeniden gündeme getiren bir diyaloğun olduğu o lezzetli sahneyi anımsadım.
Elbette, biz toplum olarak, erkeklerin, zehirli erkeklik örtüsü altında sorumluluktan ve kırılganlaşmaktan kaçınmalarını kolaylaştırdık. Burada işleri daha da karmaşıklaştırmak istemiyorum. Ama erkekler açısından bu kadar kısıtlı, içe kapanık ve duygusal anlamda uyuşmuş olmak neden bu kadar kolay? Ben ve kız kardeşim babamızla olan ilişkimizi daha iyi hale getirmeye ve bu cevapları aramaya çalıştık.
Ama cevap içimizde. Sorun burnumuzun dibinde biten ve bizim kontrol etme zahmetine girmediğimiz ataerkilliğin ta kendisi. Her zamanki gibi annelerimizin, kızlarımızın, kız kardeşlerimizin bu alanda öncülük etmesini bekliyoruz. Çoğu zaman, toplumumuzda, evlilik aileden önce geliyor. Fakat aile, eşit olmayan bir denkleme ve kaynak dağılımına dayanıyorsa, bu ailenin dayanışma ve birliği temsil etmesi mümkün mü?
*Yazının orijinali: https://feminisminindia.com/2020/10/28/unequal-marriage-foundation-a-family/
Yorumlar