Kadınları her yerde bir Mor Meydan kurup; yeni bir ülkeyi ve yeni bir hayatı kurma irademizle saldırganı hayatımızdan def etmek için hep birlikte harekete geçmeye çağırıyoruz: Kadınlar savunmaya!
Saldırganın vakti doldu; özgürlüğün vakti gelip çattı, tamam! Defalarca kez “hayır, bitti, kes, yeter be, yeter artık tamam” diye uyardığımız, laftan sözden anlamaz saldırgan, kendi kazdığı kuyuya düşmek; kendi baskınıyla basılmak üzere giriştiği tehlikeli oyunun sonuna yaklaşıyor. Bizler malum, evet demenin de, hayır demenin de anlamını bilen insanlar olarak ona hep “hayır hayır demektir” dedik. Onu hiçbir zaman zerre kadar sevmedik ve asla onun gücüne sürtünmedik. Onunla ilişkimiz ne bir aşk, ne bir çıkar ilişkisi oldu; asla, hayır! 16 yıllık bu zoraki ilişki, savaşın harap ettiği bir coğrafyada; büyük bir ekonomik yıkımın tam ertesinde, “değişim” adı verilen bol paralı, bol cafcaflı bir reklam kampanyasıyla gözü boyanan çıkar sahipleri tarafından arzumuz hilafına başlatıldığında, saldırganı belki zamanla sevebileceğimizi söyleyenlere de hiç mi hiç inanmadık ve ona hiç itaat etmedik.
16 yılda neler görmedik ki? Başta biraz daha genç ve aklı başındayken, konu-komşuya yaranayım diye bazı numaralarla biraz olsun gönül almaya çalışır; ara sıra fırsat, eşitlik gibi bazı kelimeleri anlamsızca da olsa geveler dururdu. Sonra giderek elden ayaktan düşüp laf aramızda iyice bunaklaştı. Yediği haltlar artıp duyuldukça; “beka beka” diye bir şeyler sayıklamaya başladı. Bu beka her neyse, işte onun için sezaryenle doğum bile yaptıramaz; güvenceli normal bir işte çalışamaz; sokakta rahatça dolaşamaz; sere serpe giyinemez; okuyacak normal bir okul, ders kitabı ve gazete bulamaz; müftüsüz evlenemez; fetvasız gün geçiremez; şiddetten uzak yaşayamaz hale getirildik. 16 yıl boyunca istemediğimiz bu ilişkiyi zorla, yalanla, hileyle sürdürmek isteyen saldırganın her türlü tahakküm, aşağılama ve şiddetine maruz bırakıldık. Özellikle kendisini artık hiç mi hiç istemediğimizi, bu eziyetli rezil ilişkiye son vermek için en küçük bir fırsatı bile kollar hale geldiğimizi iyice anladığı son beş-altı yıldır da etmediğini bırakmadı! “Doğurmak Rabbimin emridir” diye tepinmek; her gece o nikâh salonu senin bu nikâh salonu benim gezerek yanına kattığı müftülerden önce “güçlü millet-güçlü aile, bizi yıllarca doğum kontrolüyle aldattılar” diye konuşup gelinlik kadınları korkutmak gibi huylar edindi. Yani iyice azıttı! Müftüsü dursa polisi; polisi dursa hâkimi; hâkimi dursa helikopterli generalleriyle hayatımızı tımarhane-hapishane kırması bir cehenneme dönüştürdü.
Ama kim ne derse desin, ona ilk kez ve en yüksek perdeden “tamam artık bitti bu iş” diyenler de, yine bizler, haklarından ve hayatlarından asla vazgeçmeyerek özgürlük isteyen kadınlardık. Üç Haziran ayında üç kez hayır diye yüzüne yüzüne haykırdık; Kasım’dan Nisan’a, Nisan’dan Mayıs’a ara sıra korksak da, ara sıra birkaç adım geri atsak da, hiç mi hiç teslim olmadık. Şimdi yeniden gelip çatarken dördüncü bir Haziran, yüksek sesle kulağına kulağına bağırıyoruz: T A M A M artık bitti! Bizler, kadınlar ve bu ülke ne seniniz, ne de kara toprağın! Ne kendimizden başka bir kurtarıcı bekliyoruz; ne de bize biçtiğin herhangi bir kaderi kabul ediyoruz. Elimizde 16 yıllık karnen; al bak bütün haneler sıfır! İrademizi yok sayan gayrı meşru iktidarının hesabını kesmeye; seni eskimiş zorbalar müzesindeki yerine göndermeye; “er meydanı” denilen hapishaneyi özgürlüğün mor meydanına dönüştürmeye geliyoruz.
Kadınları her yerde bir Mor Meydan kurup; yeni bir ülkeyi ve yeni bir hayatı kurma irademizle saldırganı hayatımızdan def etmek için hep birlikte harekete geçmeye çağırıyoruz: Özgürlük için kadınlar savunmaya! Eşitlik için kadınlar savunmaya! Barış için kadınlar savunmaya! Laiklik için kadınlar savunmaya! Yeni bir ülkeyi ve yeni bir hayatı kurmak için kadınlar savunmaya!
En çok biz biriktirdik özgürlük direnişinin derslerini; en iyi biz biliyoruz saldırganı durdurmak için hep birlikte harekete geçen kadınların gücünü ve hiç durmayan bir saldırganı ancak öz-savunmacı gücümüzle durdurabileceğimizi. Şimdi bu derslere ve bu güce sırtımızı dayayıp, “er meydanına” karşı bulunduğumuz her yerde kendi ellerimizle yaratacağımız Mor Meydanlara çıkıyoruz.
Mor Meydan nedir? Kiminle, nasıl kurulur? Kürtaj hakkımızı savunurkenki heyecanımız… Tecavüzü aklama yasasını durdururkenki meşruluğumuz… Referandumdaki “kadın kadını dinler” sloganımız… Müftü nikâhına karşı açtığımız “kadınlara sor” stantlarımız… Feminist laiklik ve kadın dayanışması için salladığımız çaputtan bayraklarımız… Feminist öz-savunma çağrısıyla yüzlerce kadınla birlikte doldurduğumuz mor talep kartlarımız… Rujla, kalemle, nakışla üzerine feminalar çizdiğimiz önlüklerimiz… Başrolü oynama kararlılığımızla kurduğumuz özgürlük sahnelerimiz… Mor Meydan tüm bunları feminist öz-savunma bilinciyle derleyip toplayıp, Haziran ayının kadın militanlığıyla birleştirdiğimiz her yerde; sandıkta hangi sol aday için çalışırsa çalışsın, diktatörlük değil özgürlük arzusunda buluşan bütün kadınlarla birlikte kurulur. Madem kadın öz-savunmasından söz ediyoruz; aslında kadınların Mor Meydan kurmak için ihtiyaç duyabilecekleri vazgeçilmez üç ilke sadece şudur: öz-bilinç; özerklik ve öz-saygı. Bu üçüne sahip olan çaputu, standı, bayrağı her durumda bulur.
Mor Meydan, vakti dolan saldırganı hayatımızdan def etmeyi ve özgürlüğü kazanmayı amaçlayan ortak bir kadın seferberliğinin; seçim sandığını kuşatacak ve aşacak kolektif bir kadın örgütlenmesinin aracıdır. Vadesi dolsa da şirreti kolay kolay bitmeyecek olan saldırgana karşı kadınların kadınlarla birlikte, kadınların ve herkesin özgürlüğünü kazanmak için kurması gereken kadın öz-savunmasının, kadın direnişinin bir mevzisidir. O zaman, haydi, işimiz çok, vaktimiz az, yükümüz ağır, oyalanmayalım. Mor Meydanlarda özgürlük için buluşalım. Tamam mı? Tamam.
Yorumlar