En kötü biz bize okuruz – Gonca Bozkurt

Bana evde kal diyene soruyorum: “Nasıl? Ne kadar?” Bana evde kal derken umarım öncesinde ev sahibimi de arayıp: ''Bu kız belirsiz bir kaç ay evde kalacak; kira almayacaksın'' demişsindir. Fatura merkezlerine: ''Bu kızın elektriğini, suyunu, doğalgazını kesmeyeceksin. Evde öğrencisi var; internetine dokunmayacaksın!” Ya da markete: ''İkinci bir emre kadar aylık erzağını vereceksin. Hem de meyveyi bol tutacaksın, zira bağışıklık sistemi mühim'' demişsindir!

En kötü biz bize okuruz – Gonca Bozkurt

“Hello, it’s me… Hello, can you here me?”

Yazıya başlarken “Adele dinleyeyim” dedim, seviyorum kadını. Şarkılardan fal tutsam bu kadar olurdu. İlk şarkı: “Hello”

”Her şeyden korktuğun zamanda bari yazmaktan korkma” deyip geçtim masaya. Hani Virginia’nın tavsiyesine uyup hazırladığım masaya. Günlerdir aklımda söylenmesi, duyulması gerektiğini düşündüğüm cümleler vardı. Bir yandan çalışıp (evde, işte) bir yandan söyleniyordum: “Bunları yazmalıyım, bunları düşünen hisseden bir tek ben değilim. Eğer bir yerlerde yalnız olduğunu düşünen bir kadın varsa ve olurda bu cümleleri okursa içinden tek bir tanesine bile ”işte ben, beni anlatmış” derse; o yalnızlığı paylaşmış olurum. Yazmalıyım, öfkemi birilerine duyurmalıyım” diyordum. Fakat yılların üzerime sindirdiği özgüvensizlikle vazgeçiyordum. Ya kötü olursa ya okuyanlar ne saçmalamış bu derse… “Ama sen yaz” diyor dostlar. Sen yaz! Yazıyorum. En kötü biz bize okuruz;  kitap basmayacağız ya.

Çamaşır suyuyla raks eder oldum son zamanlarda. İçime işledi hissediyorum. Ben bu kabusu eskilerden bilirim, eski benden. Yalnızlaştıkça sarıldığım; korktukça, öfkelendikçe, çaresizleştikçe daha bir öfkeyle sarıldığım; ovdukça nefesimi kesen, ovdukça beni daha meşgul eden yalnız ve önemsizleştiren, sıradanlaştıran. İçime çektikçe düşünebilme yetimi elimden alan ben ovdukça beni beyhude oyalayan bu kâbus geri döndü! Kapandık dört duvar arasına. Okuyamıyorum, film izleyemiyorum. Aklımda  yapıp yapmadıklarım: ”Makarna paketini yıkamış mıydım? Buzlukta 2 yıl yaşıyormuş buzluğa bir şey atmış mıydım?” En sevdiğim kabanımı  90 derecede yıkadığım için çekti. Olsun hayatta kalalım da…Ya eve taşırsam! Kapılar, pencereler,  zil, musluk ovuldu, çarşaflar yine değiştirildi, halılar kaldırıldı, yerler çamaşır suyuyla yine silindi, eller mütemadiyen parça parça. Demek ki iyi iş çıkarmışım. Komşununki de parçalanmış neyse ki yalnız değilim. Herkes aynı kabusta bu kez. Bu kez ayrı ayrı duvarların ardında ortak korkularımız var; neyse ki bu kez yalnız değiliz.

Uyuyamıyorum. Neyse ki kimse uyuyamıyor. Hayatı eve sığdırmak tam olarak bu olsa gerek. Tüm kaygılarımızla tüm sorumluluklarımızla korkularımızla eve sığdık. Bu ay elimizde olanın tamamını kiraya faturaya verdik. 3 paket makarnayı zorla ve utanarak aldık. Zor oldu çünkü 2 liralık makarna 5 lira oldu. Utandık çünkü “3 paket alırsam benden sonrasına kalır mı?” dedik. Stok yapamadık; istesek de yapamazdık. “Bu işte bir terslik olmalı” diyorum kendi kendime.

“Evdeyim, bunaldım, sıkıldım, izleyecek film kalmadı” diyenler var. Şu ara “Hayat eve sığar” lafından ne kadar nefret ettiysem bu cümleden de ettim. Ben ne eve sığabildim, ne de sıkılabildim. Henüz bir filmi iki geceye bölüp, zorla izleyebildim. Elime tek kitap alamadım. Çalışırken daha rahattım ben. Pazarları bir sezon dizi bitirebiliyordum. Ya da işsiz kalıp bunalıma girdiğimde 2 günde 800 sayfa kitap okuyabiliyordum.

Kaygı! Bana evde kal diyene soruyorum: “Nasıl? Ne kadar?” Bana evde kal derken umarım öncesinde ev sahibimi de arayıp: ”Bu kız belirsiz bir kaç ay evde kalacak; kira almayacaksın” demişsindir. Fatura merkezlerine: ”Bu kızın elektriğini, suyunu, doğalgazını kesmeyeceksin. Evde  öğrencisi var; internetine dokunmayacaksın!” Ya da markete: ”İkinci bir emre kadar aylık erzağını vereceksin. Hem de meyveyi bol tutacaksın, zira bağışıklık sistemi mühim” demişsindir!

Bankalar kredileri, kredi kartı ödemelerini öteliyormuş. Sevindim, sordum. O ben değilmişim. Sen evde kal dedikçe her gün yeni bir mesaj düşüyor telefonuma: “Evde kal, sağlığın bizim için çok önemli. Mobil uygulamadan öde tüm ödemelerini.” Olur, ben de isterim ama nasıl? “Zaten listede olana 1000 lira veriyorum sevgili halkım, evde kal.” Alıyorum kağıdı kalemi, eski usul toplama yapıyorum; yaş malum, en güzeli kendi aklım: “1000 lira mı dedi? Ağam bizimle eğleniyi!”

Ben evde kalmak istiyorum cidden tek istediğim bu. Kendimi geçtim, evdekilere bulaştırmak istemediğim için bile olsa evde kalmak istiyorum ama nasıl? Güvencesiz işçiliğin nasıl lanet bir korku salabileceğini hiç bu kadar hissetmemiştim. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Bu ayı atlatırım ya sonra? Kalkıyorum yataktan. Evet tüm bunlar temizlikten, kaygılardan azade olduğumu sanıp başımı yastığa koyduktan sonra beynimi kemiren, boğazımı sıkan kabuslar! Biliyor musunuz, keşke bu konuda yalnız olsaydım. Bu kabusu eskiden bilirim dedim ya; seneler evvel hayat tek konuya odaklı, tek konudan ibaretti ve yerine koyabileceğim hiçbir şey olmadığından tüm hırsımı içine hapsolduğum  evden çıkarıyordum. Şimdi temizlik yaparken bulunca kendimi bir an panikliyorum, yine mi o kadına dönüşüyorum diye! “Virüs içimdeki feministi yeniyor mu?” diyorum.

Ne kadar sosyalist olsa da erkekmiş gibi geliyor. Çünkü geldiğimiz noktada kime sorsam evdeki iş gücünün çoğu kadınlarda, hatta sadece kadınlarda olan evlerde daha çok kadınlarda. Yan odada beslediğim iki ergen “Who wants to be king?” diye böğürünce içimdeki Lagertha elinde paspas sapıyla odaya dalmak istiyor: “Höst! Önünüzdeki yemeği getiren benim; kazanan benim; muslukları da az önce ben dezenfekte ettim; sizi de ederim.”

Şu an kocaman bir ailem var, paniklediğim anda orada olduklarını bildiğim kız kardeşlerim -ve kardeş olmadıklarım- yol arkadaşlarım, dostlarım var. Tüm olumsuzlukların orta yerinde teşekkür ettiğim kocaman bir kalabalığım var. Bu özgüven, bu cesaret bana onlardan yadigar. Bir odada olsam ne gam… Daralıp da nefes alamadığım anda bir telefon kadar uzaklar; illaki birileri bir şey yazmıştır diyorum; okuyorum, dinliyorum, gülümsüyorum, rahatlıyorum .Ben şanslıyım ve sen de olabilirsin. Gerçekten yalnız değilsin.

Tüm olumsuz duygulara rağmen Virginia Wolf’un da dediği gibi, kendime ait bir odam olduğu geliyor aklıma;  yüklendiğim sıfatlardan soyunup, en yalın halimle giriyorum odama. Uğraşıyorum sevdiğim şeyleri yapmaya. Birkaç hafta sonra ne olur bilmem ama bugün burada uğraşıyorum ayakta kalmaya. Bizim hayatlarımız eve sığamayacak kadar hareketli! Daha maske üretmemiz gerekiyor en renklisinden. Hepimize kolay gelsin. Kolay geçsin. Bitsin…

Okura dipnot:  Sonuç ne olursa olsun, yazmak şahane bir eylem dostum 🙂

 

Yorumlar