düşmanını tanı – Ayşe Düzkan

politik olarak her insanın cinsiyeti, toplumun onu patriarka içinde nasıl konumlandırdığıyla belirleniyor. toplumsal olanın dışındaki cinsiyet tanımları, politikanın konusu değil, politika sadece toplumsal olanla ilgilenir

düşmanını tanı – Ayşe Düzkan

öncelikle tarihi ve teamülü hatırlatmak istiyorum. ikinci dalga feminizmin türkiye’deki ilk eylemi olan dayağa karşı yürüyüş’ün kürsüsünde iki trans kadın vardı. istanbul’da sonraki yıllarda hareketin içinde yer alan trans kadınlar oldu, 1990’lı yıllarda -o zaman başka bir adla anılan- lgbti+ hareketin güçlenmesiyle o harekette yer almayı tercih edenler, kendilerini feminist olarak tanımlayıp o hareket içinde yer alanlar, iki harekete de destek verenler oldu. hiçbir feminist bu kadınların herhangi bir geçiş ameliyatı geçirip geçirmediğini sorgulamayı aklının ucundan geçirmedi. buna, derinlikli bir ideolojik tartışma sonucu varılmamıştı; dönemin özgürlükçü ruhu, sezgiler, o dönemde lgbti+’ların müdavimi olduğu bizans kültür merkezi’yle olan ilişkiler bu doğru tutumu sağlıyordu. ama daha önemlisi şu, iktidarın penisle değil fallusla ilgili olduğu görülmüştü.

bir sömürü sisteminin işlemesi sadece fiziksel/somut baskıyla olmaz. aynı zamanda, toplumsal hayatı düzenleyen ideolojik mekanizmalar yani farklı ayrımcılık biçimleri gerekir. patriarkanın yol açtığı birden fazla ayrımcılık var; cinsiyetçilik, heteroseksizm ve sisseksizm.[1]

bu genel bir teorik doğru ama iki hareket de somut kampanyalarla ilerlediği için gündelik pratikte önceliklerin örtüşmesi her zaman mümkün değil. ama kadın kurtuluş hareketinin ve lgbti+ hareketin yan yana yürüdüğü durumlar da var, son istanbul sözleşmesi eylemleri bunun en iyi örneği çünkü sözleşmeden çekilinmesi hem kadınlara hem de eşcinsel ve trans erkeklere zarar veriyor.

ama bağımsız bir hareket olarak feminizmin öznesi kadınlar. cinsiyetin farklı alanlar için farklı tanımları olabilir ama politik olarak kadın, kadın gibi ezilen ve sömürülendir; bu tanım tabiî ki trans kadınları kapsıyor. bir cinsiyet olarak “kadın”ın inşasında biyolojinin, doğurganlığın payı var elbette ama bu tarihsel olgu bugünkü hareketin kapsamını değiştirmez. kaldı ki, aynı tarihsel süreçte tam aksi etki yapan gelişmeler de var; örneğin birkaç yüzyıl önce, bir insanın hiçbir transla tanışmadan, böyle bir olgunun varlığından habersiz yaşaması mümkün hatta yaygındı. ama o sürede trans kadın varoluşu yani bu kimliğin pratiği, görünürlüğü, meşruiyeti arttı. yine örneğin birçok sis kadın anne olmayı tercih etmediği, anne olmadığı, evlat edinme vb. pratikler arttığı için, doğurma kadınlığın mutlak parçası olmaktan çıktı. ama ilk ağızda akla gelen bu faktörler dışında da, kadın gibi ezilen ve sömürülen -bunun dışında trans olduğu için ayrıca baskı gören- trans kadınlar toplumsal ve politik olarak kadındır ve tabiî ki hareketin öznesidir.

ama konu bununla sınırlı değil

bir insan, kendisini doğumunda genitalleri sebebiyle ona atfedilen cinsiyetten farklı bir cinsiyette hissediyorsa, hayatını o cinsiyette sürdürme hakkına sahip ve kamu, ona bu konuda ihtiyaç duyduğu her desteği vermeli. ama politik olarak her insanın cinsiyeti, toplumun onu patriarka içinde nasıl konumlandırdığıyla belirleniyor. toplumsal olanın dışındaki cinsiyet tanımları, politikanın konusu değil, politika sadece toplumsal olanla ilgilenir.[2] tekrar edeyim, o yüzden feminizmin öznesi kadın gibi ezilen ve sömürülen herkes.

önceki yazıda vurguladığım bir şeyi tekrar edeyim. feminist faaliyet, sokak eylemlerinden ibaret değil, hareketin öznesi olmak o eylemlere katılmaktan ibaret değil; aynı zamanda örneğin bir danışma merkezinde şiddet başvurusu almak veya bir sığınakta çalışmak anlamına da geliyor. özne meselesinin, eylemlere katılma hakkı olarak konuşulması, konunun tersyüz edilmesi demek. konunun odağı, eylemlerin erkeklere kapalı olması değil, erkeklerin iktidarına karşı; tüm erkeklerin iktidarına, patriarkanın egemenlerine karşı düzenlenmesi! buna trans erkekler de dahil. nasıl ki trans kadın kadınsa, trans erkek de erkek. feminist bakış açısıyla ve feminizmin kavramlarıyla bakınca, bir insana toplum kadın muamelesi yapıyorsa, kendisini erkek hissetse de politik olarak kadın. bir insana toplum erkeklere tanıdığın ayrıcalıkları tanıyorsa kendisini kadın olarak hissetse de politik olarak erkek. biz onun iktidarına karşı mücadele ediyoruz. feminizmin öznesi değil ama hem kadınlarla hem de feminist hareketle dayanışmak için yapabileceği çok şey var; mümkün olduğu kadar, mümkün olabildiğince kadın gibi yaşamaya çalışmak, gündelik hayatta ve eylemler bağlamında kadınlara atfedilen görevleri üstlenmek

örneğin eyleme katılmak isteyip çocuğunu bırakacak yeri olmayan kadınlar için kreş organize etmek, kadın mekânlarında temizlik yapmak, toplantılar sırasında çay demlemek, yiyecek hazırlamak gibi…

kendilerini “başka” erkeklerden farklı/daha iyi/daha az erkek/sorgulayan erkek sayanlar o eylemlere gelerek o “başka” erkeklerin katılımına çanak tutuyor. bu bile dayanışmanın alanında bir tutum değil.  hareketten haklar talep etmek dayanışma değil.

8 mart dünya kadınlar günü. bugün kadınlara bırakılmalı, başka eylemlerde en arkada, sadece erkeklerden oluşan bir kortej olabilir, oldu da.

yıllar boyunca adım adım, emek emek örülmüş bu eylemler, bu hareket, erkeklere, erkeklerin egemenliğine karşı, onlara rağmen büyüdü.

çünkü mesele, sadece erkeklerin alanı işgal etmesiyle ilgili değil, erkeklerin herhangi bir feminist eylemde, kadın eylemlerinde kortejde yer alması özneyi silikleştiriyor, hedefi çarpıtıyor. birkaç yıl önce, ali koç kapitalizmin aleyhine bir şeyler söylediğinde sosyal medya ayağa kalkmıştı. ali koç 1 mayıs’a katılmaya yeltenmedi, sendikalara ya da devrimci partilere akıl öğretmedi. biz de aynı titizliği, kıskançlığı hak ediyoruz.

maddeci düşünceyi benimseyen bir kadın olarak, benim radikal feminizmden anladığım bu.

bu yazıyı şahsi bir konuyla bitireceğim. on yıl önce, 8 mart feminist gece yürüyüşü’nde, iki erkeğe, “burada bulunmakla çok ayıp ediyorsunuz” dedim. trans kadın değillerdi, ben de onları kovmadım. bu olayın, on yıldır, “ayşe düzkan’ın transları feminist gece yürüyüşünden kovması” şeklinde anlatılmasında, feminizm içi demokrasi suçlarının yanı sıra benim konuyu tekrar tekrar konuşmayı tercih etmemem var; ikincisinin hata olduğunu düşünüyorum, ilkini daha kapalı mecralarda ayrıntılandıracağım.

dipnotlar:

[1] kimi arkadaşlar, bu sistemden hetero-patriarka ya da hetero-sis-patriarka olarak söz etmeyi tercih ediyor. ben bunu yanlış bulmamakla birlikte, bu iki unsurun patriarkaya içkin olduğunu düşünüyorum.

[2] o yüzden gender’ın karşılığı olarak “toplumsal cinsiyet”i değil, “cinsiyet”i kullanmayı tercih ediyorum.

 

[sendika.org’dan derlenmiştir.]

Yorumlar