Kadınlar olarak barikatların en önünde yaşamlarımız için direniyoruz, direniş danslarıyla faşist devletleri teşhir ediyoruz. Emek mücadelesi emeğin feminize olması ile birlikte dönüşüyor ve güçleniyor. Kadınlar eşitlik, özgürlük ve ekmek istiyor.
Hakan Bıçakçı’nın Doğa Tarihi adlı romanı, tek bir ana karakter üzerine kurulu. Karakterimizin adı Doğa. Doğa bir reklam ajansında üst düzey yönetici ve her yönden sıkı denetim altında bir hayatı var. Doğa; rezidansından çıkar; asansöre biner, otoparka iner. Arabayı çalıştırıp hemen yürüme mesafesindeki plazaya yol alır. Plazanın -7. Katıdaki ofislerine göz taraması ile girer. Her şey planlıdır. Ne giyeceği, kimle buluşacağı…
“Doğa kendisine yaptığını düşündüğü onca yatırıma rağmen ‘kapıcı’ dediği adamla aynı diziyi izliyordu. Göz göze bile gelmemeye dikkat ettiği adamın dikkatle izlediği diziden gözlerini alamıyordu. Onunla aynı yerde ağlayıp aynı yerde gülüyordu. Genel izleyici logosunda olduğu gibi benzemişlerdi birbirlerine.”
Hikayenin alıntıladığım bu kısmında görüyoruz ki apartman işçisi ile Doğa birbirlerine benziyorlar. Doğa daha fazla para kazanıyor, plazada çalışıyor. Bu karakteri daha mı az proleter yapıyor? Hikaye biraz da bunu sorgulamamıza neden oluyor. İş tanımlarının ve sömürü biçimlerinin sektörlere göre değişimini görüyoruz. Örneğin; Doğa’nın farklı olmak zorunda olduğu bir işi var. Sürekli alkış toplaması gereken bir iş… Üstelik artık işi dışında pek bir sosyal çevresi kalmadığından sosyal medyada paylaşımlarına aldığı like sayısı sosyalleşmesinin bir parçası halinde. İşi karakterinde büyük bir yıkım yaşatmakta ve karakterini belirler hale gelmiş.Kendine tamamen yabancılaşan Doğa’nın üzerinden beden dismorfisinin ne denli büyük bir sorun olduğunu görebiliriz. Karakter sürekli sunumlar yaptığı ve göz önünde bulunduğu için fiziksel olarak iyi görünmek zorundadır. Hayatını işine göre şekillendirmektedir, hatta öyle ki çok sevdiği eski evinde değil iş yerinin karşısında bulunan rezidansta yaşamayı tercih etmiştir. Sürekli spor yapmaktadır ve en sonunda yeme bozuklukları baş gösterir. Doğa takıntılı şekilde vücudunu önemsemeye başlar. İş yerindeki başarısızlıklarını, fiziksel olarak kötü oluşu ile bağdaştırır. Bu takıntı, Doğa’nın karakterinin en önemli yanını oluşturur. Dikkatler üzerinde olmadığı zamanlarda, iş bittiğinde bile iş onun için artık bitmez. Babası ölünce mutlu olmak için memelerine estetik yaptırır. Esnek, güvencesiz şartların hâkim olduğu ve duygusal çatışma ile geçeniş hayatı, artık onu tüketmeye başlar. Eski sevgilisi ile karşılaşan Doğa geçmişteki umursamaz, neşeli, huzurlu halini anımsamaya başlar. Kendindeki değişimin yıkıcılığı ile yüzleşir. İş hayatı ile birlikte; takıntılı, mutsuz, tatminsiz bir insan olmuştur. Burada Sennet’in karakter aşınması kavramı kendini hatırlatır. Sennet, “Karakter Aşınması” kitabında; beyaz yakalıların performansa bağlı işlerinde; güvencesizliği “sermayenin kırbacı” olarak niteler. Romanda da Doğa sürekli işini kaybetme endişesi ile yaşamaktadır. Roman karakteri gelebileceği en üst mevkide olmasına rağmen kendine eş değer yardımcı bir yönetici gelmesi ile yerini koruma hırsı ile tekrar yarışa dâhil olur. Bu sermayenin performans arttırmak için kullandığı bir yöntemdir. Bu yarış hissi güvencesiz hissetmenin bir sonucudur.
Romanda duygusal emeği sonuna kadar sömürülmüş ancak bunu içselleştirmiş bir kadın görülmektedir. Üstelik entelektüel olarak kendini geliştirebilecek zamanı olmayan Doğa giderek vasıfsızlaşmaktadır.
Doğa geçmişi hatırladıkça mutlu olmadığı ve istemediği bir hayatı yaşadığını anlar. Büyük sinir atakları baş gösterir. Bu krizler Doğa’nın bir sorunu olduğunu kabullenmemesi ve mücadeleden uzak olması nedeniyle onu çıkmaz bir yola sokar.
Çok iç açıcı bir roman olmamasına karşın bir kadının duygu dünyasına dalan bu kitapta kadınlar olarak çok şey bulabileceğimizi düşünüyorum. Kendi hayatlarımızda işimizin karakterimizi doğrudan etkilediğini ve yaşadığımız insanlara dönüştüğümüzü gördüğümüz anlar oluyor. Yazarın Doğa’nın yaşamının derinlerinde bizleri çıkardığı yolculuk hepimiz için tanıdık süreçlerden parçalar taşıyor. Özellikle hizmet alanında yoğunlaşan kadın emeği, kadınların bedenleri üzerinden ciddi bir tahakküm biçimi oluşturuyor. Bedenlerimizi genel güzellik kriterleri içerisinde yeniden inşa etme çabasının sadece kültürel bir yanının olmadığını görüyoruz. Beden inşasının kadınlar için sınıfsal bir anlamı var. Günümüzde sosyal medya fenomenleri siyasetçilerden daha popüler durumda. Popüler bu figürlerin özellikle cinsiyeti kadın olanların popülerliğinde estetik kusursuzluk çok ön planda. Bu popülerlik ile beraber fenomenlerin kültürü etkileme, alışkanlıkları değiştirme, toplumsal dönüşüm yaratma konusunda en az siyasetçiler kadar etkili oldukları durumlar yaşıyoruz. İnsanlar sosyal devlet tarafından yapılması gerekenleri Haluk Levent’ten talep ediyor.
Son 10 yılda devletlerin otoriterliğini arttırdığı, emek ve kadın düşmanı politikalarını açıktan uyguladığı küresel bir neoliberal kriz içerisindeyiz. Patriyarkal, neoliberal çoklu kriz ile kadın emeğinin sömürüsü ikincil, üçüncül ezilme biçimleri ile iç içe geçiyor. Bu noktada duygusal emek, özellikle kadınları yoğun biçimde etkiliyor. Sürekli gülümseme, iyi gözükme ve anlayışlı olma rolleri yüklenen kadınların, aynı zamanda entelektüel birikime sahip, başarılı ve esnek çalışma şartlarına uyumlu olması bekleniyor. Tüm bunlara ev içi bakım emeği eklendiği zaman kadınların “hayatım” diyebileceği özel alanlarına dair hiçbir şey kalmıyor. Evleri iş yerine dönüşen ve bakım emeği artan kadınların artık nefes durakları yok olmuş durumda. Bu çıkmaz bana veba döneminde gözden çıkarılan en yoksul kesimleri hatırlatıyor: “Mezar Kazıcılar.” Medeni ölüm, yani devletin sizi ölü olarak görmesi halini yaşayan, kentin en güvencesiz, yoksul kesimleri olan mezar kazıcılar, bir gün daha aç kalmamak için vebalı hastaları gömüyorlardı, ama ilk ayaklananlarda onlar olmuşlardı. Yeni dünyanın mezar kazıcıları sizce kimler? Kaybedecek bir şeyi kalmayanlar sizce kimler? Açlıkla sınanlar kimler?
Rezidanslarda yaşayan beyaz yakalı işçilerden; marketlerde, hastanelerde, fabrikalarda çalışan işçilere kadar güvencesizliğin normalleştiği bir çalışma yaşamı ile karşı karşıyayız. Bu distopik yaşamı yıkmak ve yeni dünyayı kurmak emeğin örgütlü gücünde saklı.
Kadınlar olarak barikatların en önünde yaşamlarımız için direniyoruz, direniş danslarıyla faşist devletleri teşhir ediyoruz. Emek mücadelesi emeğin feminize olması ile birlikte dönüşüyor ve güçleniyor. Kadınlar eşitlik, özgürlük ve ekmek istiyor.
Yorumlar