Cinsel suçlarda yargılama: “Maruz kalan lehine yorum”- Perihan Meşeli

Maruz kalan lehine yorum ilkesini benimsendiğinde cinsiyetçi önyargılar tanınarak bertaraf edilebilir. Zira gerek soruşturma gerek kovuşturma aşamasında en çok cinsiyetçi önyargılar ve toplumsal cinsiyet temelli mitlerle “karşılaşıyoruz. “Baba tecavüz etmez”, “tecavüze maruz kalan kadın hayatı pahasına tecavüzcü ile boğuşur, kaçmaya çalışır” “sevgilisinin evine gitmiş demek ki rızası var “ “alkol almış rızası var “ “gece o saatte ne işi varmış” “mini etek giymiş demek ki” gibi… Bu önyargılar ve mitler kadınların objektif görünen ceza normları karşısında dezavantajlı olmasına yol açıyor.

Cinsel suçlarda yargılama: “Maruz kalan lehine yorum”- Perihan Meşeli

Cinsel suçlara ilişkin resmi şikayet oranlarının yalnızca yüzde 10 unun şikayet edilebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Şikayete konu olan yüzde 10 luk bölümün ne kadarına dava açıldığı, ne kadarının cezalandırıldığı, ne kadarının tutuklu yargılandığı ayrı araştırma konuları. Şunu biliyoruz,

Ceza kanununda nitelikli cinsel saldırı suç olarak düzenlenmiş olmasına rağmen masumiyet karinesinin fail erkek lehine cinsiyetlendirilmiş uygulaması nedeniyle bu suçlar çoğunlukla takipsizlik/beraat kararı ile neticeleniyor. Öte yandan ceza verilen sanıkların da Yargıtay’da dosya kesinleşinceye dek tutuklanmamaları nedeniyle fiilen kaçtıklarına ve dolayısıyla gerçek anlamda bir yaptırımla karşılaşmadıklarına tanık oluyoruz.

Tecavüz ve diğer cinsel suçların yalnızca fail ve mağdurun bulunduğu ortamda, görüntü ve ses kaydeden araçlarla ispatlanması imkansıza yakın. Bu nedenle cinsel suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının en temel delil başlangıcı kadının/suça maruz kalanın beyanıdır. Bu beyan kelimeler, susulan/ağlanan/isyan edilen /donup kalınan anlar, mimikler gibi çok sayıda sözlü- sözsüz tepki, dışavurum da içerdiği için olayı çözecek en kilit nokta işlevini görür. Bu nedenle kadının beyanın nasıl alındığı, kim tarafından nerede alındığı dahi beyanın niteliğini etkilemektedir. Buradan hareketle Türkiye’deki duruma bakacak olursak en temel delile önem verilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bir kere Türkiye’de halen cinsel şiddet ve kriz merkezleri kurulmadığı için kadınlar genellikle şikayet sürecine karakola giderek başlıyor. Karakolda kadının ilk karşılaştığı kişi genellikle bir veya birden fazla erkek polis oluyor ve bu kişilere yaşadıklarını anlatmak zorunda kalıyor . Bu aşamada başlayan yargılayıcı sorular kadının en baştan yıpranmasına yol açıyor. Oysaki ilk beyan tekrar etmek gerekirse o kadar önemli ki davanın açılıp açılmayacağını dahi etkiliyor. Bu nedenle olması gereken kadına yönelik şiddet alanında uzmanlaşmış uzman psikolog, adli tabip gibi kişiler tarafından ilk ifadenin kaydedilerek alınması ve daha sonra bu beyanın hakimler/savcılar tarafından da izlenerek sürecin yürütülmesidir. Birçok Avrupa ülkesinde bu merkezler kurulmuş , kadınlar bu merkezlerde hem fiziksel-psikolojik muayene olmakta hem de ifadelerini uzmanlar eşliğinde vererek kurum kurum dolaşmak zorunda kalmamaktalar. Istanbul Sözleşmesi de bu merkezlerin kurulmasını devletlere yükümlülük olarak yüklemiş olmasına rağmen ne yazık ki –sözleşme 7 yıl boyunca yürürlükte olmasına rağmen-herhangi bir adım atılmamış, kadınlar karakol, hastane, adliye kapılarında defalarca ikincil tramvaya maruz kalmış ve kalmaya devam etmekteler.

En temel delil kadının beyanına yeniden dönecek olursak,

Cinsel şiddete maruz kalanın ifadesi verdiği tepkileri de mümkün olduğunca içerecek şekilde ayrıntılı olarak  tutanak altına alınmalıdır. Ne yazık ki özellikle avukat olmadan alınan ifadelerde buna dikkat edilmediğini biliyoruz. Kadınların anlattığı detaylar ifadeyi alanlar tarafından önemsiz görülüp tutanakta yer almadığı için kadının ifadesi eksik kalıyor ve dolayısıyla bazı deliller gözden kaçabiliyor. Oysaki kadının anlattığı her detay (olay yeri tasviri, kokusu, duygu durumu, olay sonrası nerede kaldığı, kimi aradığı vb) kadar olayı anlatılış biçimi, mimikleri, ruh hali de çok çok önemlidir. Kadının yaşadıklarını anlatmakta zorlanması da bir ifade biçimidir ve bunu yazılı evrakta genellikle göremeyiz. Cinsel suça maruz kaldığını iddia eden bir kişiye alelade sorularla değil olayın iddia edildiği gibi olduğuna en baştan inanan bir perspektiften, olayı çözebilecek olay öncesi ve sonrasına ilişkin sorular sorulması çok çok önemlidir. Örneğin erkek arkadaşının evinde cinsel saldırıya maruz kalan bir kadına “neden evine gittin” gibi bir soru hem mantıksız hem de önyargılı bir sorudur ve ne yazık ki en sık sorulan soru türüdür. Bunun yerine cinsel saldırıya maruz kalan kadının erkek arkadaşının evine gitmesinin doğal olduğunu kabul ederek olay tarihi ve saati, daha önce bu kişinin şiddet davranışlarının olup olmadığı, daha önce kendisini şüphelendiren durumlar olup olmadığı, olayın nasıl geliştiği, olay yerinden nasıl çıktığı, olay sonrasında nasıl hissettiği vb gibi durumlar uygun şekilde gerektiğinde sorulması gerekir.

Kadının beyanı bahsettiğimiz sağlıklı koşullarda alındığında kadının beyanının tutarlı olup olmadığı, kadının anlattığı ayrıntıların araştırılmasıyla rahatlıkla çözülebilecektir. Örneğin olay sonrasında arkadaşını aradıysa arkadaşı tanık olarak dinlenecek, ruh halinin bozulduğunu ifade etmişse veya ifade etmese dahi ifade vermekte zorlanma, donma, şok hali belirtileri varsa bu konuda ruhsal değerlendirme raporu alınacak, vb deliller kadının beyanıyla tutarlıysa vicdani kanaat oluşacaktır. Ne yazık ki kadının beyanına yeterince değer verilmeyip araştırılmaması, detayların atlanarak delil yetersizliği kisvesi altında beraat kararları ile sıkça karşılaşıyoruz. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi (yani ispat konusunda bir hususun şüpheli kalması halinde fail lehine yorum yapılması ilkesi) sanki bir hırsızlık , dolandırıcılık suçuna ilişkin bir yargılama varmışçasına otomatik karşımıza çıkıyor. Oysaki malvarlığına ilişkin suçlar ile cinsel dokunulmazlığa ilişkin suçlar nitelikleri itibariyle birbirinden farklıdır ve bu suçlara maruz kalanların hayatlarında yarattığı etki dereceleri birbirinden çok farklı olduğu herkesçe kolaylıkla anlaşılabilir. Dolayısıyla adaletin terazisinin cinsel suçlara ilişkin çok hassas tartı işlevini görmesi , hassas ölçütlerle gerçeği araması gerekir. Buradan yola çıkarak cinsel suçların mağdurlarının genellikle kadın ve çocuklar olması nedeniyle bu ilkenin yanında artık “maruz kalan lehine yorum”ilkesinin tartışılması, dikkate alınması gerekiyor.

İşçi-İşveren ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda “işçi lehine yorum” ilkesinin ezen-ezilen ilişkisinden kaynaklandığını biliyoruz. Nasıl ki bir işçi kanunen istifa etmesi halinde kıdem tazminatı almaya hak kazanamasa da işverenin baskısı nedeniyle istifa etmek zorunda kaldığını iddia edip dava açtığında bu beyana değer verilerek deliller değerlendiriliyor ise benzer bir biçimde kadınların cinsel suçlardaki beyanlarına değer verilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde erkek egemen sistemde soyut bir eşitlik anlayışı gerçek adaleti sağlamadığından bu tür suçlarda da “maruz kalan lehine yorum” ilkesinin benimsenmesi gerekir. Maruz kalan lehine yorumdan anlamamız gereken öncelikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin farkında olarak kadının beyanına değer vermek, kadınların ihtiyaçları, deneyimleri, tepkilerinin farklı ve çeşitli olduğuna en baştan inanmak ve kadınları en baştan yargılamayarak şüphelinin beyanlarını otomatik “doğru” varsaymamak diyebiliriz. Kuşkusuz böyle bir kavramın altı sayfalar dolusu argümanla doldurulabilir.

Maruz kalan lehine yorum ilkesini benimsendiğinde cinsiyetçi önyargılar tanınarak bertaraf edilebilir. Zira gerek soruşturma gerek kovuşturma aşamasında en çok cinsiyetçi önyargılar ve toplumsal cinsiyet temelli mitlerle “karşılaşıyoruz. “Baba tecavüz etmez”, “tecavüze maruz kalan kadın hayatı pahasına tecavüzcü ile boğuşur, kaçmaya çalışır” “sevgilisinin evine gitmiş demek ki rızası var “ “alkol almış rızası var “ “gece o saatte ne işi varmış” “mini etek giymiş demek ki” gibi… Bu önyargılar ve mitler kadınların objektif görünen ceza normları karşısında dezavantajlı olmasına yol açıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse kadınların kıyafetleri, içki içmesi, gece geç saatte dışarıda olması vb. geleneksel toplumsal cinsiyet rol davranışları cinsel şiddetin sebebi imiş gibi karşımıza çıkıyor ve sanki mağdur failmiş gibi muamele görüyor. Nedense tüm olaylarda sanık avukatları “zavallı, saf fail” in bir “iffetsiz” ya da “makbul olmayan” kadın tarafından iftiraya uğradığını anlatıyor.. Öte yandan kadınların tecavüz sırasında veya sonrasında verdikleri tepkilerde de “ideal mağdur” tepkileri bekleniyor. Kadınların tecavüze maruz kaldıklarında beklenen tepki “iffeti için hayatını ortaya koyan” “psikolojisi aşırı bozulmuş” bir kadın. Özgecan Aslan’ın tecavüze direnirken öldürülmesi toplumun tüm kesimlerinden tepki almış olmasına rağmen Özgecan Aslan tecavüze maruz kalıp hayatta kalsaydı aynı toplumsal tepkinin oluşmayacağını ne yazık ki kolaylıkla söyleyebiliyoruz. Dolayısıyla kadınların cinsel suçlar karşısındaki tepkilerinin çok çeşitli olabileceğini (bağırması, yardım istemesi , faile saldırmasının mümkün olmayabileceğini, ölüm korkusuyla sessiz kalabileceğini, donup kalabileceğini, hayatta kalma stratejisi olarak failin suyuna gidebileceğini vs.) içselleştirmek çok önemli.

Tecavüz veya cinsel şiddet içeren dava dosyaları hukuktaki cinsiyetçiliğin en görünür-yaşayan izdüşümü olarak karşımızda duruyor. (Takip ettiğimiz dosyalardaki cinsiyetçi uygulamalara örnekler başka bir yazı konusu olsun..) Mevcut hukuk sistemindeki ilkeler ve anlayış soyut bir eşitlikten ve adaletten bahsetse de mahkemelerde duyulabilir -görülebilir -hissedilebilir cinsiyetçilikten söz ediyoruz. Hukuk sisteminin mevcut ilkeleri kadınlar ve erkekler arasındaki tarihsel eşitsizliği görmediğinden kadınların maruz kaldığı gerçek adaletsizlik karşısında yeni hukuk ilkelerine ihtiyacımız var.  Bu yazının da “maruz kalan lehine yorum” gibi gerçek adaleti sağlayacak ilkelerin tartışılmasına katkı sunmaya vesile olması umuduyla..

Bu yazı Toplumsal Cinsiyet ve Hukuk Çalışmaları sitesindeki orijinalinden derlenmiştir.

Yorumlar