Çekmişiz isyan bayrağını, dalgalanır başımızda!* – Esma Çağlak

Tek adam faşizmine karşı mücadele ancak kamusal alanın, siyasetin, sermayenin ve kadınlar açısından en önemlisi özel alanın dinden arındırılması ile mümkün olabilir.

Gülşen, son birkaç aydır sahnede gökkuşağı bayrağı açtığı, sahnede giydiği kıyafetleri nedeniyle iktidar yanlısı gericiler tarafından linç ediliyordu. Neredeyse her konserinde LGBTİ+’lara verdiği destek, buna dair gerçekleştirdiği performanslar homofobik iktidarın hedefi haline geldi. Dün akşam (25 Ağustos) nisan ayındaki bir konserinde söylediği “İmam hatipte okumuş, sapıklığı oradan geliyordur” sözlerinin, aylar sonra yeniden servis edilmesi sonucu tutuklandı.

Ülkede seçime giden süreci müzik festivallerini yasaklayarak daha birçok sanatçıya konser yasağı getirmeye çalışarak yönetmeye, milyonlara sürtük diye seslenerek korku iklimi yaratmaya çalışan bir iktidar var. Gülşen’e aylardır yapılan sistematik saldırılar sonucunda verilen tutuklama kararı ise erkek-faşist iktidarın varabileceği noktaları, faşizmin saldırı kapasitesini gösteriyor.

Hepimiz biliyoruz Gülşen’e verilen tutuklama kararı onun gibi yaşayan yani AKP iktidarının makbul kadın kalıbı sınırında durmayanlara, itaat etmeyenlere bir  gözdağıydı.

Birçok müzik festivalini, sanatçıyı hedef haline getiren başta İsmailağa Cemaati olmak üzere tarikat ve cemaatler iktidarın cezasızlık koruması altında Gülşen’in tutuklanması için de kampanya başlattığını görüyoruz. Diğer taraftan Gülşen’i tutuklayan, usulsüz bir şekilde atandığı ortaya çıkartılan savcı Türkşad Kunthan Uçuk’un aynı zamanda gazeteci Sedef Kabaş’ı Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla tutuklamaya sevk eden ve gazeteci Hayri Tunç hakkında da iddianame hazırlayan savcı olması tek adam faşizmin devletin aygıtlarını kendi dinci gerici ideolojisi temelinde muhaliflere yönelen bir şiddet aracı olarak kullanabildiğini gösteriyor.[1]

Gülşen bugün gündelik hayatımıza yayılmış şiddetin en görünen yüzü olsa da biliyoruz, yaşamlarımızın her anında bu fütursuzca saldırıların başka görünümlerini yaşıyoruz. Örneğin yasal düzenlemeler ile bekçilere verdiği geniş yetki alanı sonucu sokakta sevgilimizle otururken bir anda “toplumun genel ahlakını bozmaktan” gözaltına alınabiliyoruz ya da 8 Mart gece yürüyüşüne katıldığımız için aylar sonra okulumuzdan gözaltına alınabiliyoruz. Diğer tarafta ise “Namaz kılmayan öldürülebilir” diyen imam Ebubekir Sifil’e hiçbir ceza verilmiyor, çocuk istismarcısı gerici vakıflara bir kereden bir şey olmaz deniliyor, kadın katilleri aylarca süren mahkemelerde tutuksuz yargılanabiliyor. Ancak Gülşen bir gün içerisinde tutuklanabiliyor.

Açığa çıkan bu tablonun kendisi artık yerleşik hale gelen bir yönetme biçimidir.  Tek adamın kendisi, bekası uğruna elindeki bütün imkan ve olanaklar ile kadınlara, LGBTİ+lara, Kürtlere, işçilere, doğaya saldırdığı açığa çıkan çürümüşlüğün kendisinin rejimi. Bu aynı zamanda önümüzdeki sürecin de belirleyen rejimi olacaktır.

Tek adam, faşizminin kurumsallaşma sürecinde karşısındaki en direngen özne olan kadınları yönetmeye çalışırken, faşizmin kurumsallaşma sürecinin kendini inşa ettiği zemin, dinci-gericilik oluyor ve bu saldırı/şiddet biçiminin sınırı yok. Diyanet İşleri çeşitli projeler ve uygulamalar, İmam Hatip liselerine öğrencilerin tercihini fiilen zorunlu kılan uygulamalar ile makbul kadın anlayışını ideolojik olarak  da yaymaya çalıştığı çeşitli projeler, politikalar geliştiriyor. Biliyoruz ki kadınlar açısından dinci gericilik her zaman patriyarkanın tahakküm aracı olmuştur. Bugün de karşımıza kadın düşmanı faşist rejimin çimentosu olarak çıkıyor. Aynı zamanda cinsel özgürlüğün ve onun mücadele araçlarına yönelik tahakküm bu rejimin çimentosunu oluşturuyor.

Tek adam faşizmine karşı mücadele ancak kamusal alanın, siyasetin, sermayenin ve kadınlar açısından en önemlisi özel alanın dinden arındırılması ile mümkün olabilir.

Bu yüzden resmi –burjuva laiklikten değil, kadınların yaşam mücadelesinin ilkesi olarak feminist laikliği savunuyoruz. Diyanet’in “9 yaşında kız çocuğu evlenip, gebe kalabilir” demesi üzerine “Diyanet kapatılsın!” diyerek sosyal medyada, sokaklarda eylemler yapan kadınların cüreti, dinci gericilik karşısında feminist laiklik savunusunun ne kadar gerçek olduğunu gösteriyor. Her İmam Hatip her Diyanet denildiğinde geri adım atan düzen içi muhalefet önümüzdeki süreçte kadınların nerede duracağını da bir kez daha gösteriyor. Faşizmin dinci gerici saldırıların karşısında eğilip bükülmeden, dün yaptığımız gibi bugünde durduğumuz yerden eminiz.

Kadınlar üzerinde AKP-MHP faşist ittifakının beden denetimine ilişkin gerici politikalarının karşısında faşizme karşı mücadelede feminist laiklik bayrağını kadınlar gururla taşıyor. Çünkü bu bayrak İran’da başörtüsü zorunluluğuna karşı çıktığı için başörtüsü ile idam edilen Tahirih’in, Taliban rejimine karşı bedenlerini ortaya koyan Afgan kadınların, IŞİD’e karşı direnen Arap ve Kürt kadınların bayrağıdır. Ataerkil pazarlığa karşı çekilen bir isyan bayrağıdır. Kadınlar için feminist laiklik arzularımıza, cinselliğimize, bakım emeğimize kısacası özerk varlığımıza sahip çıkmak demektir.  Kamusal ve özel alanların tamamında yaşadığımız şiddetin dinci gerici meşrulaştırma kanallarını yok etmek demektir.

İşte bu nedenle kadınlar olarak biz taraf olmaktan korkmuyoruz çünkü tarihsel olarak zaten tarafız! Dinci gericilik karşısında yaşamına, bedenine sahip çıkan Gülşen’in yanındayız. Diyanet de Aile İrşad ve Rehberlik Büroları da Diyanet Genç Ofis Büroları da İmam Hatipler de kapatılana kadar yaşamlarımız için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz!

‘’Ama senin değilim, yar, değilim, sebebi var, bahanesi yok
Üstelik divanen delinim, tam kalbime gelmedi ok

Yetmez, tacını, tahtını, bahtını versen yetmez
Yetmez, varını, yoğunu, çoğunu sersen yetmez
Eğmez başını bu yürek, ölse çula çaputa eğmez
Ruhum aşkın esiri, başka esaret sevmez

Malımı al, mülkümü al, olsa gel, samur kürkümü al
Yerimi, yurdumu, uykumu, tende en kuytumu al

Ama senin değilim, yar, değilim, sebebi var, bahanesi yok
Üstelik divanen delinim, tam kalbime gelmedi ok’’

Çekmişim isyan bayrağını, dalgalanır başımda, hür
Sen diken sal üstüme üstüme, bende deste deste gül’’

[1]Usulsüz bir şekilde atanmıştı: Gülşen’in tutuklanmasını isteyen savcı tanıdık çıktı

  • Öte yandan savcı kadar hakim de pek temiz değil. Gülşen’i tutuklayan hakim İbrahim Eroğlu, İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliği’ne HSK tarafından 12 Ağustos’ta atandı. Yani, Sulh Ceza’da tecrübesi yalnızca 13 gün.

*Gülşen’in yorumladığı Sezen Aksu şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=ssbxjBs6LNs

Yorumlar