Köylere malzeme dağıtımında gördük ki, kadınlar depremden sonra günlerce mahallelerine kimsenin uğramadığını, uzaktaki şehir merkezine çok zor koşullarda ulaştıklarını, hayatta kalmayı sadece dayanışma ile başarabildiklerini anlattı. Depremin üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen sadece aracı olanlar temel ihtiyaçlara kısmen ulaşabiliyor.
Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.
Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz
ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız
Gün 59 (12 Nisan):
Bugün yine yağmurlu bir güne uyandık, yağmurlu bir gün geçirdik. Günlerdir aralıksız yağan yağmur, planladığımız ziyaretlerimi ve dağıtımları bir hayli geciktirdi. Çadırımızın içine dahi yağmur sızmayı başarmıştı, biraz ıslak uyandık. Çadırı onarmak için arkaya dolandığımızda, çadırın dış penceresini açık unuttuğumuzu fark ettik, neyse ki çadırımızda hasar yoktu.
Günün planlamasını kahvaltı sırasında yaptık. Kahvaltıdan sonra rutin faaliyetimiz olan depo düzenlemesine koyulduk.
Mola verdiğimiz sırada bahçemize gelen bir kedinin boyun bölgesinin kötü yaralandığını fark ettik ama kendisi hızlıca gözden kayboldu. Bir arkadaşımız alanda kedi kutusu aramaya çıktı. Arkadaşımız kutuyla gelene kadar maalesef kedi mama kabındaki mamayı yiyerek yine gözden uzaklaştı. Yine de veterinere götürmek için yakalamak üzere kutunun içerisine mama koyduk ve beklemeye bıraktık.
Tüm bu hengame içinde öğle yemeği saatini kaçırdık. Bir umut gittiğimiz aşevinden elimiz boş dönünce Tuğba makarna yapmaya koyuldu. Ancak ilk girişimi henüz salçayı kavururken tencerenin yanmasıyla hüsrana uğradı. Sanırız Antakyalı kadınların bize yine bahur yakma zamanı geldi! Neyse ki ikinci girişimde artık karnımızı doyurma şansına ulaştık. Tam sofraya oturduğumuzda Diyarbakır’dan dayanışma ile gönderilen iki palet malzememiz geldi. Mahalleli ve Halkevlerinden arkadaşlarımızın dayanışmasıyla çok kısa sürede malzemelerimizi yağmur altında çadıra taşıdık.
Malzemelerimizi yerleştirdikten sonra bir ekip ihtiyaçlarını hazırladığımız Dursunlu Mahallesi’ne, bir ekip de Toygarlı Mahallesi’ne geçti. Toygarlı’da mor önlüklerle indiğimizi görüp bizimle tanışmaya gelen kadınlar oldu. İhtiyaçları üzerine konuştuk. Toygarlı’da önce bir arkadaşımızın bahçesinde oturup kahve içerek dağıtımları planladık. Bu sırada ailesinden kadınlarla ve çocuklarla tanıştık, tabii bir de ailenin sıcakkanlı dostları kangal köpeği Karabaş’la.
Bahçede paketlerimizi düzenlerken hiç yanımızdan ayrılmadı, önlüğümüzden çekiştirerek bizi eğlendirdi. Toygarlı’da gittiğimiz her çadırda kadınlar bizi çok sıcak karşıladı. Sanki uzun zamandır görmediğimiz arkadaşlarımızla kucaklaşmış gibi hissettik. Hepsinin gülümsemesi o kadar içtendi ki onlardan ayrılmak bizim için çok zor oldu. Çok fazla adres olduğu için vaktimiz dardı, kahve davetlerini üzülerek geri çevirmek zorunda kaldık. Ama Toygarlı’dan yakın zamanda bütün kadınlarla bir arada olacağımız bir Kadın Kahvesi yapma sözüyle ayrıldık. Paketlerin dağıtımı sırasında bize araçları ile köyü gezdiren kadınlar depremden sonra günlerce mahallelerine kimsenin uğramadığını, uzaktaki şehir merkezine çok zor koşullarda ulaştıklarını, hayatta kalmayı sadece dayanışma ile başarabildiklerini anlattı. Depremin üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen sadece aracı olanlar temel ihtiyaçlara kısmen ulaşabiliyor.
Bir yandan da Dursunlu’da paketleri dağıtmaya koyulduk. Elimizde malzeme kalmadığı için uzunca süre gidemediğimizden bizi büyük bir mutlulukla karşıladılar. Dursunlu Mahallesinde gittiğimiz konum tam olarak taş ocağının olduğu tepedeydi. Bir ailenin attığı konumla yanlış bir çadır alanına gittik. Orada bizi karşılayan ailenin küçük kızının kolu kırılmıştı ve uzun zamandır aradıklarını ancak ortopedi doktoru bulamadıklarını söylediler. Biz de hemen telefona sarıldık ve nihayet aranan uzmanı bulduk. Aileye bilgi verdik, onlar da kızlarını ortopedi uzmanına götürdüler. Kısacası yanlış yola girmemiz bir çocuğun sağlık hizmetine erişmesine vesile oldu. Diğer aileyi ise tarifle bulduk, diğer bir tepede Cami ve Hızır dedikleri kayalık alandaydılar. Depremden sonra kayaların sürekli çadırlara doğru yuvarlandığını, güvende olmadıklarını gördük.
Hızır’da tanıştığımız ailenin bulunduğu yerse adeta yayla gibiydi. İnsanların toplu olarak yaşadığı yerlere çok uzak ve çok izoleydi. Çocukların sosyalleşebileceği hiçbir alan yoktu. Bu durum hem çocuklar hem de onlarla ilgilenen yetişkinler açısından birçok zorluk yaratıyor. Kadınlar hazır su bulamadıklarını, hijyen sorunun her geçen gün kat kat arttığını söylediler. Hava çok soğuk olduğu için her gece suyu sobanın üstünde ısıttıklarını ve sıcak suyu çocukların ayaklarının altına koyarak uyuttuklarını anlattılar.
Biz Toygarlı’dayken çadır alanındaki yaralı kediyi arkadaşlarımızın yakaladığını öğrendik ve tedavi ettirebileceğimiz için sevinçle çadır alanına döndük. Ancak biz gelene kadar yeniden kutunun kapısını tekmeleyerek kaçtığı için çok üzüldük.
Akşam yemeğimizi yedikten sonra, sabah üç arkadaşımız aramızdan ayrılacağından çalışmayı sonlandırarak birbirimize vakit ayırdık, akşamı sohbet ederek keyifle geçirdik.