Uğradığımız mahallelerde kadınların nasıl hem evde hem de dışarıda çalıştıklarına, kimi kadınların kazandıkları parayı doğrudan kocalarına verip bir de üstüne fiziksel şiddet görmelerinin nasıl olağanlaştığına dair şiddet öykülerine ve şiddet içeren ilişkilere tanık oluyoruz. Barınma, şiddet, bakım yükü burada kadınların yaşadığı son derece zor koşulların birbirini tamamlayan yüzleri.
Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.
Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz
ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız
Gün 56 (9 Nisan)
Çok yoğun bir gündü, çok yorulduk, bir grup arkadaşımız gitti, diğerleri geldi, o yüzden pazar gününe dair günceyi çok geç yazabildik sevgili günlük.
Pazar gününe gelince: Güne yine kahvaltıyla başladık. Kahvaltıdan sonra daha önce iletişimlerini aldığımız kadınların ihtiyaçlarını dağıtmak için paketlerimizi hazırlamaya başladık. Bostancık, Değirmenyolu, Gümüşgöze, Çatbaşı, Tavla, Turfanda ve Yeniçağ mahallelerine yola çıkmadan önce Almanya’da yaşayan Antepli bir aile bizi ziyarete geldi. Misafirlerimiz ilişkileri üzerinden bir dayanışma örgütlemiş ve bizim ihtiyaç listemize uygun alışveriş yapıp getirmişler. Hızır gibi yetişen misafirlerimizin getirdikleri malzemelerden yararlanarak, dağıtıma çıkmadan önce hazırladığımız paketlerin içine eksik olan kalemleri iliştirdik.
Bostancık’da tanışmaya gittiğimiz ilk durağımızda depremden sonra kısa süreliğine Antalya’ya gitmiş bir aile vardı. Bir süre otelde kaldıktan sonra otelden zorla çıkarılmış olduklarını, ev kiralamak istediklerindeyse ev sahiplerinin Antakyalı oldukları için kendilerine bir dizi şart koşup işlerini zorlaştırdıklarını, mecbur kalıp döndüklerini anlattılar. Şu anda yeniden ve yeniden bir yaşam kurmanın güçlüklerinden söz ettiler. Biz vedalaştıktan sonra ise kendi aralarında ağır hasarlı evlerindeki sağlam eşyalarını nasıl çıkarıp nereye koyacaklarını planlamaya çalışıyorlardı.
Uğradığımız bir başka kadın ise buradaki kadınların çalışkanlıklarından, nasıl hem evde hem de dışarıda çalıştıklarından, kimi kadınların kazandıkları parayı doğrudan kocalarına verip bir de üstüne fiziksel şiddet görmelerinin nasıl olağanlaştığından söz etti. Mahalledeki neredeyse her hanede böyle bir hikayeye ve şiddete tanıklık ettiğini söyledi. Yakın mahallelerdeki boşanmış kadınları kötüleyerek kendi eşlerinin ne kadar makbul bir anne olduğuna dair övgüler düzen bir erkek söylemine de tanık olduk.
Bir başka mahallede ise ziyarete gittiğimiz bir kadın tarafından içeriye kahve içmeye davet edildik. Yalnız kaldığı ilk fırsatta sistematik bir şekilde şiddet gördüğünden, darp raporu ve uzaklaştırma kararı aldığından, fakat kocasının o raporu yok ettiğinden bahsetti. Tam bunları anlatırken, civarda yaşayan başka bir adam bahçe kapısından girip kadının oyun oynayan çocuğunu azarlamaya başladı. Diğer kadınlar da biz orada olmasaydık belki adamın çocuğu döveceğini, her sinirlendiğinde sürekli fiziksel şiddete başvurduğunu anlattılar. Mahallede yaşayan, biri sistematik şiddete maruz kalan kadının çocuğu, iki çocuk arasındaki öfkeli kavga da şiddetle ilgili duyduğumuz öyküleri pekiştirdi. Anneleri koşarak çocuklara müdahale etse de, öfkeleri dinmediği için, bir arkadaşımızın sakinleşmeleri için çocukları alıp etrafta dolaştırması gerekti. Kadınsa çocuğunun böyle sevgisiz, şiddet dolu bir ortamda büyümesini istemediğini, çocuğun da sürekli gitmek istediğini, onu bu ortamdan uzaklaştırmak için elinden geleni yapacağını söyledi.
Son duraklarımızdan biri olan Çatbaşı mahallesine giderken çok güzel bir yoldan geçtik. Yemyeşil uçsuz bucaksız bahçeler ve manzara bizi adeta mest etti. Çatbaşı’ndaki kadınlar bizi mutlulukla karşıladılar. Bu mahalleye kimsenin gelmediğini söylediler. Eşini kaybetmiş bir kadınla konuştuğumuzda bütün gün tarlada olduğunu ve iş yükünün çok fazla olduğunu anlattı. Çatbaşı’ndan ayrılmadan uğradığımız gelincik tarlasında ise kendimizi kaybettik!
Bir grup arkadaşımız gün boyu o mahalle senin, bu mahalle benim sürdürdüğümüz dağıtımları yaparken, çadır alanında kalanlar da bizimle dayanışma için gelen oyuncu, sağlıklı yaşam uzmanı Ayşe Tolga ile buluştu. Kendisine hem alanımızı gezdirdik hem de burada neler yaptığımızdan bahsettik.
Tüm dağıtım işlerimizi bitirdikten sonra ilk günlerde tanıştığımız bir kadın arkadaşımızın evinin bahçesine yola koyulduk. Pazartesi günü geri dönecek olan Rüya ve Zehra arkadaşlarımızı uğurlama gecesi için mükellef bir sofra hazırlayan Samandağlı Lulumuz (Gül) maalesef ki Canan’ı yine doyuramadı! Anlatılmaz yaşanır o geceden kalan Afsur’un hikayesini Lulumuz’un sesinden siz de duyun istedik…
*Asfur talli mni şşibbek we elli yâ lûlû: “Bir kuş baktı pencereden Lulu diye seslendi”. Söz ve müziği Lübnanlı ünlü sanatı Marcel Khalife’e ait olan şarkı, kafesten kaçmaya çalışan kederli bir öyküsünü anlatır ve İsrail ve Arap hapishanelerinde yatan tüm Arap mahkumlara ithaf edilmiştir.
Antakya'da bu gece hüznün, acının içerisinden süzülen şarkılarımız duyuldu✨ pic.twitter.com/KLg7EqByyJ
— Kadın Savunması (@kadinsavunmasi) April 9, 2023