Antakya'ya geldiğimiz ilk günden bu yana en ciddi halk sağlığı sorunlarından biri yeterli tuvalet olmaması, olan tuvaletlerin çalışmaması, hijyen malzemelerinin bulunmaması. Peki bu koşullarda deprem yaşamış, enkaz altında kalmış, enkazdan çıkmış, canını zor kurtarmış insanlar nasıl sağlıklı bir şekilde yaşayabilir? Bu kent nasıl sağlıklı bir şekilde yeniden kurulabilir? Su yok, tuvalet yok, sabun yok, deterjan yok!
Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.
Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz
ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız
Gün 53 (6 Nisan):
Güne Küçükkuyu Kadın Kolektifinin harika kahvaltısını yapmak umuduyla başladık fakat geç kaldığımız için kahvaltımızı alamadan ama oradaki harika kadınların neşeli sohbetiyle güne başlamış olduk. Daha sonra Halkevlerine gelen bir TIR suyu kuvvetli kollarımızla indirdik. Şehirli bebeler su taşımayı spor yapmak olarak yorumlasalar da bu, acının ta kendisi! Bu yorucu başlangıcın ardından kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltı sonrası da hemen elimizde hazırda bekleyen paketlerin dağıtımına ve bugün gideceğimiz mahallelerdeki insanların ihtiyaçlarını hazırlamaya giriştik. Buraya önemli bir not düşüyoruz maalesef, dün itibariyle kullandığımız tuvalet de bozuldu. Yalnız bizim kullandığımız tuvalet değil, şu anda Aşağı okçulardaki çadır alanlarında sağlıklı bir tuvalet yok. Okuldaki tuvaletin suyu akmıyor, çadır alanındaki tuvalet kaldırıldı. Bizim olduğumuz bölgedeki tuvalet bozuk ve dün gittiğimiz her yerde tuvalet sorunu en önemli ve en çok konuşulan sorunlardan biriydi. Koca çadır alanlarında hala yeteri kadar tuvalet yok, olanları da çok fazla insan kullandığı için temiz tutulması çok zor.
Çadırı alanımızda hazırlıklarımızı yaptıktan sonra bir ekibimiz arabaya paketleri yükleyip mahalle mahalle dolaşmak üzere yola çıktı. Diğer ekibimiz ise çadır alanımızda dünden kalan paketleri insanları tek tek arayarak ulaştırmaya başladı.
Arabayla mahallelere dağıtıma çıkan arkadaşlarımız önce Aşağı Dursunlu’daki Huzur Parkı’nda yaşayan kadınları ziyaret etmeye gitti. Huzur Parkı’ndan daha önce de söz etmiştik; gerçekten huzur dolu bir park. Kadınların ortak oturma alanında buluştuk, sohbet ettik. Bir arkadaşımızın oturma alanının baş köşesindeki bir okul kitabı sayfasından yırtılmış Atatürk resmiyle ilgili “peki bunun yanında Ali nerede?” sorusu hepimizi kahkahaya boğdu. Arap Alevi’si kadınlarla Sivaslı Alevi kadınların buluşmasından doğan sohbet gerçekten çok eğlenceliydi.
Bir diğer eğlenceli sohbet de inanmayacaksınız ama Huzur Parkı’ndaki tuvalet sorunu ile ilgiliydi. Sohbette öğrendiğimize göre, bir stk’nın foncusu olan Amerikalı bir kişi gelip parktaki ihtiyaçları tespit edip tuvalet ve duş kabinleri yerleştirmeye karar vermiş ve birkaç gün içinde kabinleri getirmiş. Ancak belediye bu kabinlerin parka fazla olduğunu, buraya yerleştirilemeyeceğini söyleyerek yerleştirilmesine izin vermemiş ve başka yere götüreceklerini söylemiş. Kadınların bu olayı öyküleştirip anlatışı gerçekten çok güzeldi. Gelen tuvaletler sayesinde lavabonun üstünde asılı aynada uzun süredir ilk defa yüzlerini görmenin mutluluğunu ballandıra ballandıra anlattılar. Gerçekten de burada, hem ortak hem de insanların kendi bahçelerinde kurdukları çadır alanlarında çok ciddi bir tuvalet ve duş sorunu var. Zaten sular düzenli olarak akmıyor ve henüz burada devlet tarafından yapılmış uygun tuvalet ve duş sistemleri mevcut değil.
Huzur Parkı’nda aynı zamanda yeni üniversite mezunu genç kadınların iş sorunu hakkında da konuştuk. Hayatın bir türlü normale dönmemesi, her yağmur yağdığında çadırların yeniden su altında kalması… Depremin ikinci ayında sorunların neredeyse ilk günlerdeki gibi devam etmesi üzerine de konuştuk. Tüm bu koşullarda geleceğe umutla bakmak zor olsa da birbirimizin omzuna dokunup yan yana olduğumuzu bilmek hepimizi umutla doldurdu.
Parktan ayrılırken genç kadın arkadaşlarımızdan birine gelen telefonla Milli Eğitim’in ücretli öğretmenlik için davetini öğrenmiş olduk. Umarız buradaki bütün insanlar bir an önce işlerine kavuşurlar, ama işlerin güvenceli işler olması gerektiğinin altını da önemli çiziyoruz.
Dursunlu’ya gelmişken yeni kurulan çadır kenti de görmek istedik. Birkaç arkadaşımız çadır kentteki kadınlarla sokak sokak gezerek sohbet ederken, bir arkadaşımız da çadır kent yönetimi ile görüşmeye gitti. Çadır kentte Sevgi Parkı’ndan tanıdığımız bir kadın arkadaşımızın olduğunu biliyorduk ama bu sırada Sevgi Parkı’ndan tanıdığımız bir sürü kadınla da rastlaştık. Eski bir dostu görenlerin kucaklaşmalarını görmeniz gerekiyordu. Hepimiz çok duygulandık, birbirimizi yeniden bulduğumuz için çok mutlu olduk ve tabii ki buradan da birer Antakya kahvesi içmeden ayrılmadık.
Çadır kent yönetimini bulmak için en az beş kez yerini sormamız gerekti. Çadır kentte yaşayan insanların sorunlarını iletecek bir muhatap bulamamalarının şaşırtıcı olmadığını anladık. İlgili çadırını bulduğumuzda masada oturan kişi telefonda oynadığı oyunu bırakıp yüzümüze bakma tenezzülünde bile bulunmadı. Buna öfkelenen arkadaşımız ses tonunu ve vurgusunu değiştirerek bu kişinin kafasını kaldırmasını sağladı. Atölye yapmak için neler gerektiğini, içeriğini anlatan arkadaşımızın aldığı cevap, kadınların ne kadar aç gözlü, laf anlamaz, pis olduğuydu. Çadır kentteki kadınlara ulaşmak uğruna bu muhabbete katlanmak için lafı evirip çevirsek de içimize dolup taşan öfkeyle orada oturmak çok zor oldu. Atölye içeriğini konuşmak için müdürünü çağıran sorumu da ne yazık ki erkekti ama erilliğe boğulan arkadaşımız kanının son damlasına kadar mücadele etti. Müdür olan erkek kişi “atölye yapın ama kadınları erkeklere karşı kışkırtacak bir şey söylemeyin, bozuşuruz” dedi. Tamam, tabii ki!
Bunca şeye rağmen kadınlarla bir araya gelmek üzere anlaştık. Çadır alanında bulunan çocuk oyun çadırı Diyanet tarafından kurulmuş ve çocuk oyun alanı ile erkek mescidi de aynı alan içindeydi. Tarikatların bunca istismar suçu işlediği bir ülkede erkek mescidinde çocuk oyun alanı kurulması da içimize oturdu.
Buradan çıkıp Aşağı Harbiye’ye doğru yola koyulduk. Aşağı Harbiye’de oturan bir ailenin yanına gittik. Birkaç gün önce dayanışma noktamızı ziyaret eden bu aile, depremden hemen sonra başka bir ile bir devlet yurduna konaklamak üzere gitmiş ve orada gerçekten rahat edemedikleri ve akılları burada kaldığı için geri dönmüş. Depremde evleri tamamen yıkılmış, döndüklerinde enkazın da onlara haber verilmeden kaldırıldığını görmüşler. Dayanışma amacıyla gittiğimiz kadının eşinin bisikletinde Süslü Kadınlar Bisiklet Turu stickırını görünce hepimiz çok sevindik. Süslü Kadınlar bisiklet turuna da katıldığını, Hatay’da bir bisiklet kulübüne üye olduğunu anlattı. Bisikleti enkazdan zor kurtardığını da söyledi. Zaten ilk depremde yıkılmayan evleri gündüz yaşanan ikinci depremde yerle bir olmuş. Evlerinin nerede olduğunu sorduğumuzda ise gözleri doldu ve konuşmaya devam edemedik. Akrabalarının yanına yerleşen bu ailenin kendileri ve çocukları o kadar güzeldi ki sohbete doyamadık ve onları mutlaka çadır alanımızda çay içmeye beklediğimizi söyledik. Arada geçen şu sohbeti de anlatmadan bitiremeyeceğiz: Sevgi Parkı’ndan çıkarıldıktan sonra Aşağı Okçular’a gittiğimizi söyleyince bize “Sevgi Parkı’ndan niye çıkardılar sizi, onların aklına Gezi gelmiştir, çünkü biz Gezi’de de orada hep beraberdik” dediler.
Buradan ayrıldıktan sonra yine Aşağı Harbiye’de deprem sonrası başka bir şehre giden ama aklı Hatay’da kaldığı için geri dönen bir başka kişinin çadırına doğru yola çıktık. Oraya giderken geçtiğimiz yolları görmeniz gerekiyordu. Kenarından sular akan yemyeşil bahçelerin ortasında bir arabanın sığabileceği küçüklükte bir patika yoldan ilerledik ve gideceğimiz konumun olduğu yerde kalakaldık. Aramaya devam ederek etrafa bakınırken birden bize seslenenler olduğunu duyduk, geri döndüğümüzde bir de baktık ki çok güzel bir bahçenin içinde çadırını kurmuş iki kadın orada yaşıyorlar. Evleri yıkılmamış ama her depremzede gibi onlar da bahçeye kurdukları çadırda uyuyorlar. Eve girmek isterseniz sizi evde misafir edebiliriz dediler, bizler de istedik. Evin içine girdiğimizde Antakyalı kadınların evlerinin rengarenk olduğuna karar verdik çünkü bu gördüğümüz, renkler içerisindeki ikinci evdi.
Çay içmek için balkona çıktık, gün boyunca öğle yemeği yeme fırsatı bulamadığımız için açlıktan baygınlık geçirecek seviyedeyken kadınların evine girmeden yaptığımız anlaşmayı tekrar birbirimize hatırlattık. Anlaşma şuydu: Eğer yemek ikram ederlerse kibarlık yapıp yemeyelim demeyeceğiz, çünkü açız arkadaşlar! Balkonda çaylar geldikten sonra iki tabak içindeki kek dilimlerini görmek hepimizin gözlerinin ışıldamasına sebep oldu. Kadınlardan biri uzun zamandır iletişim kurmaya çalıştığımız ama karşılıklı olarak vakitlerimizin denk gelmemesinden dolayı buluşamadığımız bir başka kadının akrabası çıktı.
Kadınlar depremde yaşadıklarını, kendilerini ne kadar çaresiz hissettiklerini, gelen sesler ve çığlıkların kendilerini nasıl kötü hissettirdiğini anlattılar. Çığlıkları duya duya hiç bir şey yapamadıkları için kendilerini suçlu hissettiklerini söylediler. Biz de onlara kendilerini suçlu hissetmemeleri gerektiğini, devletin asli yükümlülüğü olan bir durumda yaşadıkları çaresizlik yüzünden ezilmemeleri gerektiğini hatırlattık.
Balkonda manzaraya dalmışken kadınlar evlerinin bahçesinde Hatay’da gönüllü olarak öğretmenlik yapıp psikolojik destek veren kişiler için de çadır kurduklarını ve şehri yeniden inşa edene kadar Hatay’dan da, dayanışmadan da vazgeçmeyeceklerini söylediler. Sohbetimize bazen gözyaşları bazen kahkahalar eşlik etti. Birbirimize sımsıkı sarılınca dayanışmanın gücünü tekrar hissettik.
Çaylarımız bittiğinde aşağıya inip bahçedeki güzel ağaçların rengine kokusuna ahengine hayran kala kala her bir ağaca bakıp inceledik. Sonra önceki güncelerden tanıdığınız Kedili Kadın’ı okuyup bize mama ulaştırmak için arayan Toplumsal Özgürlük Partisi’nden arkadaşların yanına doğru mamayı almak üzere yola koyulduk.
O günceden sonra gelen telefonlar bizi çok mutlu etti. İlk olarak Feminist İletişim Ağı’ndan bir kadın aradı ve Facebook’ta güncemizi okuduğunu, kadının kedileri için bir şeyler yapmak istediğini söyledi. Ardından Dört Ayaklı Şehir’den bir başka arkadaşımız ve sonra TÖP’ten arkadaşlar bize ulaştı. Burada her sorunu dayanışma ile çözmek mümkün ama keşke daha kurumsal ve ortak bir planlama ile çözüm yolları üretilmiş olsaydı.
Yol üzerinde gördüğümüz Hidroparkı karşısındaki bir kebapçıda yarımşar dürümle karnımızı doyurduk. Arkadaşlarımızdan ikisi et yemediği için vegan dürüm aldılar. Antakyalı dürümcüler vegan-vejetaryen beslenmeye hiç de yabancı değiller. Dürümcü arkadaşın ellerine sağlık gerçekten enfesti.
Yıkılmış enkazın, kaybedilmiş hayatların yarattığı tanımlanması zor duygular içinde hayatı tutunmaya çalışan insanlarla temas etmenin yarattığı duygu ne ile tanımlanır, biz daha bulamadık. Yemeğimizi yedikten sonra parkın içinde gezip Hatay’ın güzelliğine bir kez daha aşık olduk. Sonra buraya kadar gelmişken Harbiye Şelalelerini görmek de istedik. Şelalelerin bulunduğu piknik alanının içerisinde ufak bir gezinti yaptık. Yamaçlardan akan sular hepimizi hayranlık içinde bıraktı, öyle güzel bir doğa ki mutlaka başka bir zamanda buraları gezmek, görmek burada nefes almak gerek. Can Yücel’in anısına bir çeşme yapılmıştı ve bu çeşmenin başında şu yazıyordu: “Anne karnına sığarken dünyaya neden sığamadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli insan!”
Öğrendik ki: Helenistik dönemde kurulan Harbiye-Defne ismini mitolojideki Daphne-Apollon hikâyesinden almış. Zeus’un oğlu Apollon, Trakyalı Defne’ye âşık olmuş. Bu aşka karşılık vermeyen Defne kaçarken Toprak Ana Gaia’dan yardım istemiş ve o anda bir defne ağacına dönüşmüş. Apollon da mecburen yenilgiyi kabul ederek defneyi kutsal ağaç ilan etmiş. Defne’nin gözyaşlarından Harbiye’deki şelaleler doğmuş.
Bölgedeki kafelerin işletmecileri kafeleri konaklama yerine çevirmişti, bize de çay ikram etmek istediler. Sohbet etmek çok güzel olurdu ama başka sefere deyip ayrılmak zorunda kaldık çünkü kedilere bu akşam mamayı ulaştırmak istiyorduk. Mamayı almak üzere TÖP’ün bulunduğu yere ilerledik. Harbiye’deki bir okulun bahçesine yerleşmiş olan arkadaşlarımızla neler yaptıklarına ve neler yaptığımıza dair sohbet edip mamamızı aldık ve Kedili Kadın’a doğru yola koyulduk. Destek oldukları için teşekkür ederiz.
Antakya merkezde harabe ve yıkıntılar içerisinde duş ve tuvalet imkanı olmadan yaşayan Kedili Kadın’a mamayı ulaştırıp sohbet ettik. Depremde dört çocuğunu ve dört torununu kaybeden Kedili Kadın kedileri kayıplarının yerine koymuş ve o bölgeden asla çıkmayacağını net bir şekilde söylemişti. Oradaki yaşam koşullarını iyileştirmek için desteğinize ihtiyaç duyuyoruz. Kedileri ve köpekleri hayatta tutmaya çalışan, onlarla ilgilenen Kedili Kadın ayrıca bölgede kimsesiz kalmış, zihinsel engelli birini himayesini altına alıp onunla dayanışma da kurmuş.
Kedili Kadınla vedalaştıktan sonra Ceylan’ın oğlunun doğum günü için balonlarımızı şişirip yola koyulduk. Çocuklarla eğlenip pastamızı yedikten sonra veda edip Neslihan’a gittik. Canımızın kısır istediğini söylediğimiz için bize kısır yapan Neslihan’ın serasına gidip tatlı tatlı sohbet edip dinlendik. Bize eşlik eden rakıysa günün yorgunluğunu atmamızı sağladı.
Neslihan’ın çiçek serasında sohbet ederken günün en önemli sorunu olan tuvalet meselesi aklımızdan çıkmadı. Afet İçin Feminist Dayanışma’dan arkadaşlarımızla telefonla konuşup bu bölgenin tuvalet sorununu anlattık. Afet İçin Feminist Dayanışma daha önce Antakya’da beş bölgeye tuvalet ve duş kurmuştu. Belki bu bölge için de böyle bir şey yapabileceğimizi düşündük. Tuvaletlere kafayı taktınız demeyin, don nasıl feminist politik bir meseleyse, donla ilişkili her türlü bedensel faaliyet de aynı biçimde feminist politik bir mesele!
Sevgi Parkı’na geldiğimiz ilk günden bu yana en ciddi halk sağlığı sorunlarından biri yeterli tuvalet olmaması, olan tuvaletlerin çalışmaması, hijyen malzemelerinin bulunmaması. Peki bu koşullarda deprem yaşamış, enkaz altında kalmış, enkazdan çıkmış, canını zor kurtarmış insanlar nasıl sağlıklı bir şekilde yaşayabilir? Bu kent nasıl sağlıklı bir şekilde yeniden kurulabilir? Su yok, tuvalet yok, sabun yok, deterjan yok! Pandemi boyunca ellerinizi yıkayın, temiz olun, tuvaletlerinizi temiz tutun diye diye hijyen çağrıları yapılan halka depremden sonra bu şekilde yaşamak nasıl reva görülebilir? Her gün ölü rakamlarını açıklayan Sağlık Bakanı şimdi nerede? 2 ay olmuş hala aynı sorunları anlatıyoruz hala ailelerin kendilerini rahat bir şekilde barındırabilecekleri çadırları yok konteyner olacak mı belli değil enkazlar kaldırılıyor ama sağlıklı güvenli bir şekilde kaldırılmıyor evlerin yeniden nasıl yapılacağı belli değil kentin yeniden nasıl nerede kurulacağı belli değil bütün bu belirsizlik içerisinde yaşamak zorunda bırakılan, bir tuvalete erişimi bile halen daha sağlanmamış olan bir halk var deprem bölgesinde ve tabii ki devletin yapması gereken hiçbir şeyi yapmadığını ilk günlerde yardıma koşması gerekenlerin koşmadığını tamamen buraya gönüllü olarak gelen insanların dayanışma kurduğunu devletin başındakilerin AKP MHP hükümetinin azarlar gibi nutuklar çektiğini televizyon kanallarından asla unutmayacak bu halk ve asla onları bizleri bu koşullarda yaşamaya mecbur bırakanları affetmeyecek.
Bütün bu duygu yoğunluğu içinde çadır alanımıza dönüp yağmur önlemlerini aldıktan sonra iki arkadaşımızı nöbete bırakıp günü bitirdik