Annelik bildiğimiz gibi değil…-Nazan

Yüzyıl öncesinde inşa edilmiş annelik söylemleri; bu emek işini, sanki kadınların ellerinde hazır reçeteler varmış gibi sunuyor. Kadınlar; her bakımdan ‘fedakar anne’ olmanın yanı sıra, çocuğun ilk öğretmeni, gerekirse terapisti ve evin idarecisi de olmak zorunda kalıyor. Benim hikayem de bu kısır döngüde başlıyor.

Annelik bildiğimiz gibi değil…-Nazan

Yeni bir birey yaratma evresinde kendini kaybetmeme üzerine bir iç dökme.

Annelik, aslında daha kendiniz olmadan, neyi nasıl sevdiğinizi bilmeden, bir anda kocaman bir kararsızlığın içinde, fedakarca sonsuz bir sevgi sunmanız gereken bir halin içinde kalmak demekmiş…

Kısacası annelik bildiğimiz gibi değil… Bizden çok daha fazla ömre sahip, neredeyse yüzyıl öncesinde inşa edilmiş annelik söylemleri; bu emek işini, sanki kadınların ellerinde hazır reçeteler varmış gibi sunuyor. Kadınlar; her bakımdan ‘fedakar anne’ olmanın yanı sıra, çocuğun ilk öğretmeni, gerekirse -ki çoğunlukla gerekli bir durum- terapisti ve evin idarecisi de olmak zorunda kalıyor. Benim hikayem de bu kısır döngüde başlıyor.

Birkaç saat süren sancılar ve ağrılar sonrasında vajinadan çıkan bozuşmuş, renksiz, yeni tanıştığım bir canlı… O anı düşününce aklıma, dediğim ilk şey geliyor: “Bu çirkin şey mi, benim?” 🙂 ve sonrasında hayatımda ilk kez o gün yaşadığım diğer bir deneyimim; bayılmam. Fazla kan kaybı nedeniyle tansiyonum düşüyor, doğum sedyesinden kaldırdıklarında düşüp bayılıyorum. Şansa bakın ki bir gün sonrasında her şey yolunda gidiyor ve ismini Deniz koyduğumuz minikle birlikte taburcu oluyoruz. O sıra, yeni anne olma hallerime yardımcı olacak kişilerin hayatımda olmalarına şüphesiz minnet duyuyordum. İyi kötü birkaç ayı devirdik birlikte. Derken, başka sorunların ortaya çıkmasıyla daha kötü günler yaşamaya başladım. Deniz’i büyütmenin zorluğuyla debelenip dururken bu zorluğa bir de babasıyla olan sorunlarımız eklendi. Bu sorunların giderek büyümesi artık dayanılacak bir durum olmaktan çıkmıştı. Hem iyi bir anne hem de iyi bir eş! Bu, artık nasıl bir şey ise, asla kabul etmeyeceğim bir ton saçmalığın kılıfı olmuştu.

Üzerimde kurulmaya çalışılan aile olma ve öyle kalma mecburiyetine, akraba baskılarına rağmen artık bu evlilik oyununu daha fazla sürdürmeyeceğime emin bir şekilde davamı açtım ve boşandım. Boşanmanın yazıldığı kadar kolay olmadığını, yani birkaç evrak imzalamakla bitmediğini bildiğiniz için burayı kısa geçiyorum.

Tabii sonrası da pek kolay olmadı, ama zaten bir kadınsanız, kimsenin size bu ‘erkek’ dünyada kolaylık sağlamayacağını çok erken yaşlarda öğreniyorsunuz. Evet, bazı kararları almak kolay olmasa da şimdi düşündüğümde tekrar aynı şeyi yapacağımı bilmek hala beni rahatlatıyor; çünkü, ‘‘kötünün iyisine’’ razı gelmenin huzursuzluğu ile yaşamaktansa, yeni bir hayata başlamanın zor adımını atma kararlılığı iyileştirdi beni. Geçip giden, geride kalan iyi kötü anıların, biten şeylerin hüznünü taşımadığımı söyleyemem. Bu hüznün yanında, peşimi bırakmayacak olan sorumlulukları hep taşısam da rahatlayacak, dinlenecek, eğlenecek, dertleşecek, birlikte güçlenecek bir sürü anı biriktireceğim yeni bir yolun arifesinde olduğumu hissediyordum.

Ailem ile yaşadığım 3 yılın sonunda artık orada da kalamayacağımı anlayıp onların tepkilerine rağmen yeni bir şehre gittiğimde, hayat orada da umduğum gibi gitmedi, ama en azından döndüğümde tek başıma bir hayat kurmak için çok önemli bir adımı atmış oldum. Bazıları, “Buna ne gerek vardı?” dedi, ama neyi nasıl istediğimizi, deneyimleyerek öğrenmek biz kadınların da en temel hakkı, değil mi? Kimsenin hayatımı nasıl yürüteceğim hakkında akıl hocalığı yapmasına izin vermek istemedim, çünkü zaten ben bunu yapabilirdim ve yapıyorum da kendi tarzımda. Hem biz izin verdikçe bizim hayatımıza hükmetmeye çalışacak o kadar insan var ki inanamazsınız! Yo, inanırsınız… İşte tam da bu sebepten ötürü, sesimizi daha çok yükselteceğiz; durmadan, yılmadan, yeniden ve yeniden…

Yorumlar