Bedenim bu toplumun normlarına uymuyor olabilir. Ama bu hayatı var etmek için verdiğim mücadele, bu toplumun kurallarını sorgulatıyor.
Bedenim bu toplumun normlarına uymuyor olabilir. Ama bu hayatı var etmek için verdiğim mücadele, bu toplumun kurallarını sorgulatıyor.
Ben mücadeleye feminist hareketin içinde başlamadım. İşin aslı hayatım en başından beri mücadele. Ama kendi mücadelemi her zamam toplumsal mücadelelerin içinde varolarak sürdürmeye çalıştım. Kadın Savunma Ağı’nın ilk kuruluşundan beri bir parçasıyım.
Engelli bir kadın olarak hep çok fazla duvarla karşılaştım. Bazen sadece bakışlarla bile yerim gösterildi. Bedenim toplumun normlarına uymuyordu. Yavaş yürüyordum, boyum kısa, hareketlerim alışılmışın dışında bulunuyordu. Fiziksel farklılığımı, inanç değişimimi, düşünce tarzımı, yaşam mücadelemi anlamadılar. Ama en çok da güçlü oluşum rahatsız etti insanları. Çünkü engelli bir kadın güçlü olmamalıydı onlara göre.
Bugün bu satırları yazarken biliyorum ki engelli bir kadın olarak ailede, okulda, işte, sokakta… her yerde yaşadığım dışlanmışlık benim değil; sistemin, sağlamcılığın, patriyakanın sonucu. Ben sadece olduğum kişi olmak istedim. Ama bu bile çoğu zaman fazla geldi. Yeri geldi sustum, yeri geldi içimden çığlık attım. Ama hiç bir zaman kimliğimden bedenimden emeğimden utanmadım. Çünkü ben bu hayatı başkalarının gözüyle değil kendi emeğimle var ederek yaşadım. Sağlam olmayan bedenlere her yerde duvar örülüyor. Ya görmezden geliniyoruz ya da sadece yardıma muhtaç pozisyona itiliyoruz. Ama biz böyle değiliz. Ne sessiziz ne zayıfız. Biz buradayız!
Ailede, okulda, sokakta, sağlık sisteminde, iş yerlerinde… Her yerde bir biçimde önce sen kendi başının çaresine bak dendi. Oysa kendi başının çaresine bakmak ne demekti? Zaten yapıyordum. Ama bunu yaparken yalnız bırakılmak, dayanışmadan mahrum kalmak, görmezden gelinmek en çok yoran şeydi.
Ben kadın mücadelesinin içinde kendimi yalnız hissetmedim. Çünkü bu mücadele sadece erkek şiddetine karşı değil, aynı zamanda sağlamcılığa, heteronormativiteye, sınıf ayrımına, dışlayıcılığa karşı. Kadın Savunma Ağı’nın en başında çağrımız şöyleydi: “En korkağından en cesuruna, en güçlüsünden en kırılganına tüm kadınların parçası olabileceği bir kadın savunma ağını, bulunduğumuz her yerde birlikte örmeye, çoğaltmaya var mısın?” Bizim ortak mücadelemiz bu varoluşların bir aradalığını sağladı.
Feminizm benim için, her kadın aynı deneyimi yaşar demek değil. Kadınların farklı deneyimlerini görmek, duymak, birlikte değiştirmek. Çünkü farklılıklarımızla eşit olabiliriz.
Kadın Savunma Ağı’nda birlikte yol yürüdüğüm kadınlarla, özsavunmayı öğrendik. Ama bu sadece fiziksel savunma değildi. Duygusal, ekonomik, sosyal her alanda var olma mücadelesiydi. Kendi sınırlarımızı tanımak, hayır demek, destek istemek, dayanışma kurmaktı.
Bedenimi görünmez kılmak isteyenlere karşı direndim. Çünkü biliyorum bu toplum engelli bedenleri ya acınacak ya da utanılacak bedenler olarak görüyor. Ama ben bu bedenle seviyorum, çalışıyorum, düşünüyorum, direniyorum. Bu bedenle aşık oluyorum. Evet, çoğu zaman duygularım da görmezden gelindi. Sevilmeye değer bulunmadım. Ama yine de sevmekten, sevilmek istemekten vazgeçmedim.
Ve hiçbir zaman da ben engelliyim ama… demedim. Çünkü engelli olmam bir eksiklik değil. Bu toplumun dışlayıcı yapıları eksik asıl! Mücadele etmemiz gereken bu.
Bugün geldiğim noktada biliyorum ki örgütlü mücadele bana sadece güç vermedi, beni ben yaptı. Engelli bir kadın olarak, kadın mücadelesinin öznesi oldum.
Çocukluğumdan beri müzikle, fotoğrafla, takı tasarımıyla, kendi yolculuğumu keşfediyorum. Sanatla, sokakla bağım hep oldu. Bu düzenin dayattığı sağlamlık normları, kadınlık kalıpları, uyum çağrıları bana hiç uymadı. Bir kenara koymak isteyen herkese karşı sokakta, atölyede, dijitalde, yaşamın her alanında kendimi var ediyorum. Çünkü biliyorum ki örgütlü bir kadın, görünür bir kadındır . Görünür bir kadın, değiştiren bir kadındır. Bizim için yaşamak bir direniş.
Ve hiçbirimiz yalnız, savunmasız değiliz.