Film bitince bir oyun oynadık. Bir kutuya hepimizin çektiği bir acıyı bir diğerine ise sadece bize özgü bir acıyı yazmamız istendi. Ortak acılarımızı herkes yazıp bitirdiğinde Gökçe okudu. Evlerimizin yokluğu, enkaz altında bıraktıklarımız… Daha pek çok dert. Aynı derdi paylaşanlar yazı okunduğunda alkış tuttu. Çadır alkışlarla doldu. Bize özgü olduğunu sandığımız dertler okunurken bile alkışlar durmadı. Dertlerimiz hep birdi.
Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.
Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz
ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız
Gün 72 (25 Nisan):
Günaydın Günlük,
Rukiye bugün erkenden kalkmış , hepimizi sevindirdi. Patatesli omlet hazırladı. Zelal o sırada Küçükkuyu Kadın Kolektifi’nden çorba getirdi. Ama patatesi gören kimse çorbayı içmedi. Sonrasında Bensu’yla teyzesi Emsal ve bir diğer arkadaşımız olan Zeynep geldiler. Bensu’yla Emsal İskenderun’lu. Bize biberli ekmek, Antakya simidi, poğaça, ıspanaklı börek getirmişlerdi. Antakya simidini ilk kez gördük. Özgün bir yeme şekli varmış. Tuzlu kimyonlu bir karışıma batırılarak yeniyormuş. Denedik. Çok beğendik. Antakya simidini Eski Antakya’da yıkıntıların arasında açık olan bir yer görüp almışlar. Etrafta ne bir insan ne bir ev olduğundan çok şaşırmışlar.
Zeynep ise İstanbul’dan geliyordu. Gelirken bize 1 Mayıs için mor bez ve sprey boya da getirmişti. Bakalım bunlarla neler yapacağız?
Dün yaptığımız Aşağıokçular Mahallesi poşetlerini dağıtmak için listemizdeki numaraları aramaya başladık. Hem kadınlar bu mahallede yaşadığından hem de artık arabamız olmadığından kadınlardan buraya paketlerini almaya gelmelerini rica ettik. Depoda bir grup arkadaşımız giysi poşeti ve hijyen poşeti hazırlamaya devam ettiler. Kadınlar geldikçe ortalık kalabalıklaştı. Pek çok kadının poşetlerinde ne yazık ki bazı şeyler eksikti. Havalar ısınıyor. 6 Şubat günü belki spor ayakkabılarıyla belki de çoraplarıyla bir daha girmemek üzere evlerinden ayrılmış kadınlara terlik lazımdı. Ama ne yazık ki bazı terlik numaraları kalmadı. Koyamıyoruz.
Bu akşam film gösterimimiz var. Bunun için Yeşilpınar’lı kadınları çağırmak gerekti. Ayfer geldi. Esma ile Zelal’i alıp Yeşilpınar’a götürdü. Orada çadır çadır gezerek mahalleyi dolaştılar. Akşam sekizde Yeşilpınar lisesine tüm kadınların gelmesini diledik. Bırakamayacağı kadar küçük çocukları olan kadınlara onlar için ayrıca bir etkinlik yapacağımızı söyledik. Yürürken bir kadın bir avuç bakla verdi. Onu da yolda yedik.
Saat sekize doğru liseye döndük. Lisenin bahçesinde kocaman bir çadır var. Sinema gösterimiz için orayı kullanacaktık. İçine girip biraz baktık. Sıralar kadınlara biraz küçük gelse de idare edebileceklerini düşündük. Fakat çadırın elektriği yoktu. Bu yüzden panik olmaya başladık. Ne yapacaktık? Filmi nasıl izleyecektik? Arkadaşımız Nuray okulun müdürüne ulaştı. Onu beklemeye başladık. Sonra diğer arkadaşlarımız yanlarında keattle, çaydanlık ve bardaklarla geldiler. Kadınlar yavaş yavaş kapıya gelmeye başladılar. Bizim paniğimiz arttı. Elektrik ya gelmezse? Filmi izleyemezsek? Sonrasında okulun kapısı açıldı. Prizleri okulun içinden çadıra doğru uzatmak için uğraşırken bir yandan da perdeyi sabitlemeye çalıştık. Perde bir türlü yerinde durmuyordu. Sonunda elektrikler geldi. Hep beraber sevindik. Alkış tuttuk. Film başlasın diye arkadaşımız Şevval projeksiyonu hazırladı. Kadınlar birer ikişer geldiler. Her gelen hoş geldi. Çocuklar için Üniversiteli Feminist Kolektif’ten arkadaşlarımız çufçuf trenini hazır etti.
Çocuklar çadır salondan arka arkaya durup çufçuf trenle giderken, kadınlar biraz arkalarına yaslanıp filmin keyfini çıkarmaya hazırlandı. Tüm mahalleli birbirini akşam vakti bir salonda görünce keyiflenmişti. Herkesin yüzü gülüyordu. Film başladı. Sessizleştik. Çocukların hafif hafif kutu kutu penseli sesleri, arkadaşımız Zeynep’in kurduğu ufak oyunun sesi… Kulağımızı okşarken karanlıkta filmin keyfine vardık. Şalvar davasının ilk sahneleri, yarı karanlıkta başka bir dünyanın kapısını bizlere açtı.
Film bitince bir oyun oynadık. Bir kutuya hepimizin çektiği bir acıyı bir diğerine ise sadece bize özgü bir acıyı yazmamız istendi. Ortak acılarımızı herkes yazıp bitirdiğinde Gökçe okudu. Evlerimizin yokluğu, enkaz altında bıraktıklarımız… Daha pek çok dert. Aynı derdi paylaşanlar yazı okunduğunda alkış tuttu. Çadır alkışlarla doldu. Bize özgü olduğunu sandığımız dertler okunurken bile alkışlar durmadı. Dertlerimiz hep birdi.
Sonrasında Antakya kahvelerimizi içtik. Dertler ortaya döküldüğünden bazı kadınlar duygulandı, ağladı. Yıkılmış olan Antakya’yı anan bir kadının sözleri hepimize dokundu. Böyle bir arada olmak ama geride, yerin altında pek çok kişiyi bırakmış olmak… Mutlu bir anın aniden hüzünle dolması. Hepimiz karmakarışık olduk.
Bu dokunaklı anın üstüne okulun bahçesine çıkıp fenerler yaktık. Fenerleri akşam göğüne, geleceğe ve geçmişe uğurladık. Sarılıp vedalaştık. Yeşilpınar’a bir dahaki gelişimize dek, hoşça kalsınlar.
Çadırlarımıza varınca bu yorgunluğun üstüne hepimiz fenerli, gözyaşlı bir uykuya daldık.