Bölgedeki dayanışmanın ikinci ayı biterken tiyatronun birleştirici yanıyla daha güçlü hatta daha düşlü olarak ayaktaydık. Şimdi düşlerimizin ortaklaştığı yaşamı tekrar kurmak için mücadelemize, direnişimize tiyatroyu da araç ederek yolumuza devam edeceğiz. Birlikte çare bulduğumuz barınma, beslenme, hak savunma, sağlık sorunları yanında kendimizi ifade etmekten ve geliştirmekten geri kalmayacağız. Antakyalı kadınlar ile yürüyecek, onların var olmak istedikleri her yerde dayanışmayla yanlarında yer alacağız. Sevgi Soysal’ın vasiyetine kulak verip Tante Rosa’ya sahip çıkarak, yeni Rosa’ları bu seçimden, özetleyişten, anlayıştan, duyuştan, arayıştan, buluştan tekrar tekrar doğuracağız.
6 Şubat’ta yaşanan depremin hemen ardından, halkın barınma sorununu çözemeyen ve yaslarını bile tutmalarına izin vermediği bir ortamda mahalle ve köylerde kadınlarla dayanışma için bölgeye koştuk. Kadın Savunma Ağı’ndan Hatay’a gelen her gönüllü kadın, yıkımın ardından yaşamı sürdürmenin, yoksunluklara direnmenin, yeniden kurulacak kentin umudunu büyütmenin parçası olduk. Bana göre hepimiz kendimizden önce uyanmayı deneyimledik, tüm yaşananlara rağmen sevgiyle günü karşılamaktan geri durmayarak…
İlk gidişimde başka başka şehirlerden gelen arkadaşlarımızla sahada, depoda, yollarda karşılaştığımız her olayda birbirimizi sıkıca tutarak tüm zorlukların üstesinden geldiğimizde hem güçleniyor hem düşleniyorduk da! Çoğu zaman karşılaştığımız insanlar, acıların ortasında aradıkları mucizeleri bizlerde buluyorlardı ve böylece aynı düşün ortağı oluyorduk. Yaşamı yeniden inşa etme düşünün…
22 Mart’ta tekrar geldiğim Hatay’daki Dayanışma noktasında, İzmir Açık Depo Gönüllülerinin tedarik ettikleri 200’den fazla malzeme kolisinin ve suyun hızla tükendiğini görünce, depremin üzerinden geçen süreye rağmen insanların hala temel ihtiyaçlarını karşılayamayan devlet kurumlarına öfkelenmemek elde değildi. Yine de Antakyalı kadınlarla ortaklaşan yaşamda adeta Sevgi Soysal’ın Tante Rosa karakteri gibi yaşama gülerek direniyorduk. Hepimiz evin kişiden ayrı, yıkılabilir bir nen olduğunu, aynı şeyi savunanların mutlaka örgütlenmesi gerektiğini, yeniden başlamak için bazen bir yıkımın ortasında olma zorundalığını anlamaktaydık.
Depremin ilk gününden beri mesleğimi yapmak yerine, bölgedeki kadınlarla dayanışmayı, yanlarında olarak ihtiyaçlarını karşılayarak yaralarını sarmalarına destek olmayı seçmiştim. Kadın Savunma Ağı’ndaki arkadaşlarımın bildiği gibi felakete dönüşen bu afetin mağdurunun kadınlar olacağının ve kadınları yaşatmazsak bu bölgenin asla ayağa kalkamayacağının farkındaydım. Fiziksel ve psikolojik zorluklara direnerek geçen zamanda tarih 27 Mart’ı buluyordu ve yıllarca emek verdiğim tiyatro için hayal kurmaktan asla vazgeçemiyordum.
Yeşilpınar köyünde dayanışma içinde olduğumuz Defne Kadın Kooperatifi’nden Nuray’ın, becerikli Ayfer’in ve Kadın Savunma Ağı’ndaki gönüllü arkadaşlarımın destekleri ile bir okuma tiyatrosu sahnelemeye karar verdim. Köyde düzenlediğimiz hukuki bilgilendirme toplantısından sonra çıktığımız çağrıya Sevgi, Zeynep, Irmak ve Zehra’nın olumlu yaklaşımlarından kuvvetle bir prova saati organize ettim. Sevgi’nin oğlu Şerifcan’ın gitarıyla gelerek müzikleri üstlenmesi, Ankara’dan oyuncu arkadaşımız Namigar’ın yetişmesi, gönüllü gelen Zeynep ve Eftalya’nın sevinerek katılım göstermeleriyle ender yaşanacak bir akşam geçirdik.
Yıkımın ortasında kendi olmaktan hiç ödün vermeyen Tante Rosa karakterinin hayatından kesitler sunarken bizi seyreden kalabalığın heyecanı bizi çok duygulandırdı. Oyunculardan Zehra, “depremden sonra hissizleşmiştim ama şu an nasıl heyecanlandığıma kendim bile şaşırdım” dedi. Genç Irmak, rolünün sırasını beklerken içi içine sığmıyordu ve ona bakarken tiyatronun iyileştirici yanı içimi ısıtıyordu. Yersiz yurtsuz bir kadın olan Tante Rosa’nın öldükten sonra sahipsiz kalışı ve gömülememesi yaşadığımız süreçte hepimizi derinden etkiledi. Rüzgara ve bir çardağın altına hızlıca kurduğumuz mütevazı sahnemize rağmen Yeşilpınarlılar, çevre köylerden gelen kalabalıkla coşkulu biçimde kutladığımız 27 Mart belleklerimize kalpten ulaşan bir hikaye olarak kazındı. Bizim kızlar sıcak çikolata ikram ederlerken kadınlar da benden Sevgi Soysal’ın eserini okumayı talep ediyorlardı.
İçimden iyi ki tiyatro var diye haykırdım, haykırdım elbet!
Depremden sonra tanıdığım, birlikte ağlayıp, birlikte direndiğim kadınların benimle sahnede olmalarından daha büyük bir armağan düşünemiyorum. Zaten tiyatro, hocamız Özdemir Nutku’nun deyişiyle “bir arada topluca yaşayan insanların -tek tek değil- yine topluca katıldıkları bir anlatım aracıdır.”
Bölgedeki dayanışmanın ikinci ayı biterken tiyatronun birleştirici yanıyla daha güçlü hatta daha düşlü olarak ayaktaydık. Şimdi düşlerimizin ortaklaştığı yaşamı tekrar kurmak için mücadelemize, direnişimize tiyatroyu da araç ederek yolumuza devam edeceğiz. Birlikte çare bulduğumuz barınma, beslenme, hak savunma, sağlık sorunları yanında kendimizi ifade etmekten ve geliştirmekten geri kalmayacağız. Antakyalı kadınlar ile yürüyecek, onların var olmak istedikleri her yerde dayanışmayla yanlarında yer alacağız. Sevgi Soysal’ın vasiyetine kulak verip Tante Rosa’ya sahip çıkarak, yeni Rosa’ları bu seçimden, özetleyişten, anlayıştan, duyuştan, arayıştan, buluştan tekrar tekrar doğuracağız.