Çadırda kalan ve evli olduğu erkekten ayrılmak isteyen, şiddete maruz kaldığı için başka bir çadırda kalan kadına bu erkeğin tekrar şiddet uygulamaya çalıştığını öğrendik. Biz onun yanına gidene kadar İstanbul'dan iki arkadaşımız gerekli hukuki desteği ve bilgilendirmeyi yaptı. Kadınla görüştüğümüzde ve olayı dinlediğimizde kadının tekrar tekrar bu şiddete maruz kalmasının sebebinin 6284'ün afet bölgesindeki kadınlara yönelik uygulama hazırlığı ve çalışmalarının yapılmamış olduğu tekrar gördük.
Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.
Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz
ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız
Gün 46 (30 Mart):
Boğaz ağrılarıyla kalktığımız güne C vitamini shotları ile başladık. Kahvaltımıza portakal dilimleri eşlik ederken Zeynep ve Eftelya’yı bugün yolcu edeceğimizi idrak ettiğimizde boğazımıza bir ağrı daha saplandı. Güzel bir kahvaltının ardından bir arkadaşımız Zeynep ve Eftelya’yı havalimanına götürmek üzere yola koyuldu. Kamp alanında kalan arkadaşlarımız ise mıntıka temizliği ve alan düzenlemesine yaptı. SMF’den bir arkadaşımız yumurta bayramı için bulduğu yumurtaları bize getirdi ve Antakya’da geleneksel olarak her yıl kutlanan Yumurta Bayramına hazırlık yapmaya başladık. Parmak boyalarını, abur cuburları, çocuklara hediye etmek için kitapları ve yumurtaları Ayfer’in alması için hazırladık.
Havalimanından dönerken neredeyse tüm yolların kapalı olduğunu ve bu yüzden yolunun 1 saat uzadığını söyleyen arkadaşımız şunları ekledi: Yaptıkları her şey insanları mağdur etmekten başka bir sonuç vermiyor. Önden hiçbir bilgilendirme yapmaksızın yolları kapatıp açıklama yapma gereği dahi duymadan dayatmacı yollar izliyorlar. Yolda o kadar fazla enkaz taşıyan kamyon var ki, onlara bakınca orada taştan ve demirden çok daha fazlasının, yani insanların hayatlarının olduğunu görüyorsun. Hala enkazdan eşyalarını kurtarmaya çalışan insanlar var ve ölüm kokuları arasında yaşamlarına ait kalan parçaları kurtarmaya çalışıyorlar. Enkazdan görünen yataklara ve koltuklara bakınca katledilmiş hayatlardan başka bir şey düşünemiyorsun.”
Tüm bunların ağırlığını sindirmeye çalışırken Nazlı abla ile konuştuk ve dün çadırını su bastığını ve onu temizlediği için Yumurta Bayramına gelemeyeceğini öğrendik. 4 kişi kalan ekibimizden 3’ü Nazlı ablaya yardıma gitti.
Bizim geleceğimizi öğrendiği için hızlıca işlerini bitiren Nazlı abla “Her gün zaten çok yoruluyorsunuz, siz gelmeden hızlıca yaptım çünkü burada kahve içip biraz dinlenin istedim” dedi. Onun inceliği kalplerimizi ısıtırken içtiğimiz Antakya kahvesi bizi kendimize getirdi.
Nazlı ablanın hoş sohbetine veda edip kamp alanımıza dönerken Cuma günü İstanbul’dan gelecek olan arkadaşlarımız için çadırımızı temizlemeye karar verdik. Çadırı temizlemeye koyulduk ki o da ne?! Her yer ıslanmış! Dün soğuk olduğu için ıslak gibi hissettirdiğini düşündüğümüz yataklar meğerse gerçekten ıslakmış.
Yatakları kaldırdığımızda çadırın su içinde olduğunu, kırkayaklarınsa uyku arkadaşlarımız olduğunu anladık. Neslihan, Irmak, Ece, Işıl, Zeynep ve Neslihan’ın minik oğlu Mehmet Ali’nin yardımıyla hızlıca çadırı boşaltıp bir arkadaşımızın desteği ile İBB’nin bize verdiği ayaklı yatakları kurduk. İlk kez yerden gelen soğuğu hissetmeden uyuyacak olmanın heyecanı ile bir an önce akşamın olmasını diledik.
Yatakların heyecanıyla çocuk gibi şenken bu şenliğimizi Yumurta Bayramındaki çocuklara taşıdık.
Ayfer ve mahalledeki çocukların süsledikleri yumurtalarla masamızı hazırladık. Kamp alanını boş bırakmamak için Yumurta Bayramına gelemeyen arkadaşımızın imdadına Antakyalı kadınlar yetişti. Arkadaşımızın yumurta bayramını görebilmesi için kamp alanındaki işleri üstlenen kadınlar sayesinde hepimiz harika bir Yumurta Bayramı geçirdik.
Bir grup kadın ve çocuk bir araya geldiğinde hayatın ne kadar güzel olduğunu tekrar hatırladık. Çocuklar Yumurta Bayramı oyunlarını oynamak için sabırsızlanırken bir kız çocuğunun diğer çocukların yanına gitmek istemediğini ve ağladığını gören bir arkadaşımız kız çocuğunun yanına gitti ve başka bir gönüllü kadın arkadaş bir süreliğine Antakya’dan ayrıldığı için ağladığını öğrendi. Depremde kedisi vefat eden kız çocuğu ile birlikte sokak kedilerini sevmeye başlayan çocuğun etkinlikten mutlu ayrıldığını görmek yüzümüze kocaman tebessümler yerleştirdi.
Yumurta kırma oyunu oynayan çocukların oyun sırasında şu cümleleri kurduğunu duyduk:
“Aaa deprem gibi çatlak oldu yumurta da!”
“Benim yumurtam ağır hasarlı.”
“Benim yumurtam yıkılmadı.”
Tüm bu cümleleri işitmek, çocukların oyununa dahi etki eden deprem politikaları bildiğimiz bir gerçeği tekrar gözler önüne serdi: iktidar bu insanlar için gerçekten hiçbir şey yapmıyordu.
Etkinlik sonrası Ayfer bize çay ikram etti ve ettiğimiz sohbet bizi dilsiz bıraktı. Okul birincisi olan yeğeninin enkaz altında kalışını, annesinin onu çıkarmak için ne kadar çabaladığını, anneannelerinin onları kurtarmaya çalışırken enkaz altında kaldığını… Enkaz altından depremin ilk günlerinde gelen “yardım edin” çığlıklarına karşın yapacak hiçbir şeyleri olmadığını…
Tüm bunların ardından gözleri dolu dolu “şarkıyı duyuyor musunuz?” dedi. Ona kaybettiği birisinden miras kalan bir türküyü hem onunla birlikte hem de kamp alanına giderken birbirimizle hiç konuşmadan dinledik. “Şu an hissettiğim duygulara bunca yıldır sevdiğim bir türkünün tercüman olacağını hiç tahmin etmezdim” dedi.
Bu nasıl bir derttir dermanı yoktur
Bedenimde değil ruhumda sızı
Görünmez bir yara acısı çoktur
Bedenimde değil ruhumda sızı
Kurşunsuz, hançersiz, kansız bir yara
Hiçbir tabip buna bulamaz çara
Keşke Mansur gibi çekseler dara
Bedenimde değil ruhumda sızı
Doktoru, lokmanı yok, ilacı yok
Görünmez göz ile hiçbir izi yok
Saplandı sineme görünmez bir ok
Bedenimde değil ruhumda sızı
Didelerim nemli, kan ağlar gözüm
Ruhum yara aldı sızlıyor özüm
Bu halimden vakıf tek cüra sazım
Bedenimde değil ruhumda sızı
Yeter Nesimi bu feryadın yeter
Biliyom, yanıyon Kerem’den beter
Her ah eyledikçe dumanım tüter
Bedenimde değil ruhumda sızı
Bedenimde değil ruhumda sızı
Ruhumda sızı
Ruhumda sızı
Ruhumuz sızlayarak döndük kamp alanımıza. Kalan işlerimizi toparlayıp duş almaya gittik. 4 kişi duş alana kadar korkmayalım diye kapıda bekleyen Nazlı ablanın gönlünden süzülenler kadar güzel çayımızı içtik. Biraz soba keyfi yapmak üzereyken arkadaşlarımızdan bir haber geldi. Çadırda kalan ve evli olduğu erkekten ayrılmak isteyen, şiddete maruz kaldığı için başka bir çadırda kalan kadına bu erkeğin tekrar şiddet uygulamaya çalıştığını öğrendik. Biz onun yanına gidene kadar İstanbul’dan iki arkadaşımız gerekli hukuki desteği ve bilgilendirmeyi yaptı. Kadınla görüştüğümüzde ve olayı dinlediğimizde kadının tekrar tekrar bu şiddete maruz kalmasının sebebinin 6284’ün afet bölgesindeki kadınlara yönelik uygulama hazırlığı ve çalışmalarının yapılmamış olduğu tekrar gördük.
Afet üstüne afet ekleyen iktidar bizi enkaza gömüyor. AKP enkazını üstümüzden kaldırmak ve burada yeni bir yaşam kurmak için birbirimizden güç almaya devam edeceğiz.
Bazen yolda gördüğümüz bir kamyon bazen bir çocuğun ağlaması bazense heyecanı bazen kadınların çatışması çoğu zamansa dayanışması işte bu günceleri doldurup taşırıyor. “Siz buradaysanız biz de buradayız, terk etmeyeceğiz” dediğimizdeki gördüğümüz o umut ışıltısı bizi bize bağlıyor.
Yeni yataklarımızda uzanıp dedikodu yapmak için bu günceyi bitiriyoruz. Yarın iki arkadaşımız daha gidecek, siz de gelin hadi bekliyoruz.