Bu güncelerde her ne kadar yaşadıklarımızı güllük gülistanlık cümlelerle anlatmaya çalışsak da aslında buradaki sıkıntılara karşı ne kadar zor olsa da feminist ilkelerle hareket etmek çok önemli, özellikle depremden etkilenen kadınlarla konuşmalarımızda hep bunu gözetmeye çalışıyoruz. Feminizm su üstünde yürümek değil her zaman, bazen batıyoruz bazen çıkıyoruz, bazen boğulan birine el uzatabiliyoruz, bazen sadece boğulmasına tanık olabiliyoruz, bazen de biz boğulabiliyoruz. Ama ne olursa olsun birbirimize tutunarak yüzeyde kalmaya çabalıyoruz.
Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.
Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz
ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız
Gün 44 (28 Mart):
Fırtına uyarısına rağmen güneşli bir güne uyanmıştık. Kahvaltımızı ettikten sonra Marta, Sevda ve (yeniden ve bu kez gerçekten) Tuğçe’yi uğurladık. Tuğçe’nin gidemeyişinin üstüne Sevda ve Marta’ya veda etmek günlerdir tek tek giden arkadaşlarımızın yarattığı hüznü körükledi. Onlara veda ettikten sonra alanımıza gelen kadınlarla sohbet etmeye başladık.
Kadınların kendini ifade etme ihtiyacı, güvenli bir alanda bulunarak kendini özgürleştirme istenci ve aitlik hissi bu ziyaretlerde sık sık gün yüzüne çıkan mevzulardan. Gelen kadınlardan biri yaşadığı kayıpları gözyaşları içinde anlattı. Sohbetimiz devam ettikçe kuaför olduğunu ve işyerinin yandığını öğrendik. Bize kaş bıyık almak için söz verirken kuaför olduğunu duyan arkadaşımız Ebru göz kalemiyle beliriverdi. Dilek’e ve Ebru’ya eyeliner çekildi. Hem günlerdir toz toprak içinde çalışıp aynaya dahi bakmamış bizlere hem de sevdiği mesleğini icra edemeyen arkadaşımıza bu makyaj seansı çok iyi geldi.
Sonra bir kısım arkadaşımız Serinyol’a gitti. Orada çadır kurmuş, sürecin başından beri bizimle temaslarını güçlendiren kadınlara ihtiyaçlarını ulaştırdı. Kızlarının diş teli ve psikolojik sıkıntılarını çözmeye çalıştılar. Kabaktan saksı yapıp ektikleri çiçeği hediye ettiler. Tüm bu ziyaretlerde kadınlar en çok deterjan ve çamaşır ihtiyaçlarından bahsettiler.
Bir grup arkadaşımız depoda çalışırken bir grup arkadaşımız da mıntıka temizliği ve alan düzenlemesi yaptı. Alana gelen iki arkadaşla perşembe günkü yumurta bayramı için planlama yaptık. Sonra çılgınlarca yumurta ve çuval aramaya koyulduk. Kamp alanımıza çok yakın bir yerde yaşayan üç genç kadın yardımımıza geldi. Onlardan birinin annesi de daha sonra bizi ziyaret ederek evine davet etti. Bu ziyaret esnasında konuşmalarımızda Zehra beş gündür yıkanmadığını söyledi. Kanıt olarak saçından tokasını çıkardı. Ama o da ne?! Saçı toz topraktan kalıp şeklinde durdu ve bozulmadı. Bunu gören ziyaretçi kadın arkadaşımız Zehra’yı kendi evinde duşa götürdü. Henüz dün kamp alanına gelmiş olan Namigar da bunu kaçırmak istemedi ve onlara eşlik etti.
Ayfer bizi tekrar çalışmaya başlayan bir künefeciye götürdü ve Antakyalı kadınlarla birlikte Sevgi Parkı’nın karşısında açılan ve adının “alışveriş merkezi” olduğunu gördüğümüzde şoka gireceğimiz yere doğru giderken Sevgi Parkı’ndaki kamp alanımızı ve oraya el koyan kolluk kuvvetlerini görünce öfkemiz ve göz yaşlarımız bize eşlik etti.
İnsanlar barınacak yer bulamazken ticaret için hazırlanan konteynerlerden oluşan alışveriş merkezine girdik. Antakya halkından hiç kimsenin olmadığı bu AVM’de sadece kolluk kuvvetleri vardı. Önümüz arkamız polislerle ve jandarmalarla doluyken kahkahalarımızın onları rahatsız etmesinden memnuniyet duyduk. Kolluğun bu kadar yoğun olduğu bir bölgeye gidip esnafla konuşmak üzere plan yapmaya karar verdik.
Sigara almak için girdiğimiz yerde duyduğumuz hikayeler, insanların buruk bakışları ve hissettikleri çaresizlik hepimizin boğazında düğümler olarak kaldı. Bir arkadaşımız da bu esnada Yeşilpınar’a muhtarla yaşanan sorunları dinlemeye gitmişti. Çünkü birlikte dayanışma gösterdiğimiz kadınların hareket alanını daraltan yönetime direnmemiz gerektiğini her geçen gün biraz daha fark ediyoruz. Çadır ziyaretlerinden sonra İzmir’de tıp okuyan Harbiyeli arkadaşımızın ailesine malzeme ulaştırdı. Erzak ve temizlik malzemelerini temin edemediklerini dinledik. Her aralıkta defalarca bize sarıldılar, İzmir’de kızlarıyla ilgilendiğimiz için sürekli memnuniyetlerini dile getirdiler. Vedalaşırken verdikleri turşu salatasını alıp alana döndük.
Künefe sonrası kamp alanımıza dönüp depo ve liste işlerimize devam etmeye başladık. Yumurta bayramı için gerekli malzemeleri temin edebileceğini söyleyen yerin bunu yapamayacağını öğrendiğimiz 22.00 sularında iki arkadaşımız dayanışmak için başka kurumları ziyaret etti. Bu amaçla Defne Evi tarafına geçen arkadaşlarımız orada sol-sosyalist örgütlerin hiç kalmadığını, sadece faşistlerin ve İslamcıların bulunduğunu fark edip orada yaşayan kadınlarla konuştu. Kadınlar, polislerin Sevgi Parkı’ndaki köprüden geçmelerine izin vermediklerini anlattılar. Biz de o alana geçmeye çalışırken aynı sorunu yaşamıştık. Sevgi Parkı boşaltıldıktan sonra Asi Nehri’nin iki tarafı arasındaki bağlantıların kesildiğini ve halkın birleşmesinin engellendiğini gözlemledik.
Bu güncelerde her ne kadar yaşadıklarımızı güllük gülistanlık cümlelerle anlatmaya çalışsak da aslında buradaki sıkıntılara karşı ne kadar zor olsa da feminist ilkelerle hareket etmek çok önemli, özellikle depremden etkilenen kadınlarla konuşmalarımızda hep bunu gözetmeye çalışıyoruz. Bunun bir örneği olarak da akşamüzeri yaşadığımız bir olaydan bahsetmek istiyoruz. Dağıtım yaptığımız saatlerde bir kadın yanımıza geldi. O kadar öfkeliydi ki onu anlamak için 4-5 kişi iletişime geçmeye çalıştık. Sonrasında anladık ki kadın çocuklarının ihtiyaçları ve kendi hijyen ihtiyaçları için herhangi bir destek alamamış. Bizde bilgileri olmasına rağmen onunla iletişime geçmediğimizi ve başkalarını öncelediğimizi söyledi. Öfkesini dindirebilmek ve ne olduğunu tam olarak anlayabilmek için bir arkadaşımız kadınla baş başa görüştü. Bu görüşme sırasında öncelikle yaptığımız şey öfkesini dışa vurabilmesine alan açmak oldu. Sonrasında Kadın Savunma Ağı olarak neden burada olduğumuzu, kadınlarla nasıl bir ilişki kurmak istediğimizi ve feminist ilkelerle yeni bir yaşam kurmaya çalıştığımızı anlattık. Kadın dayanışmasının işteş bir anlam içerdiğini ve bizim de dayanışma beklediğimizi çünkü depremi farklı şekillerde deneyimlesek de neredeyse hepimizin kayıpları olduğunu konuştuk. Konuşmamızın devamında birbirimize sarılıp kahve içmek üzerinde sözleştik.
Böyle travmatik bir ortam içerisinde sınırlarımızı korumaya çalışmak, yeni sınırlarımızı keşfetmek ve hem gönüllü olarak gelen arkadaşlarımızın hem de Antakyalı kadınların sınırları ve hassasiyetlerini gözetebilmek her zaman kolay olmuyor. Feminizm su üstünde yürümek değil her zaman, bazen batıyoruz bazen çıkıyoruz, bazen boğulan birine el uzatabiliyoruz, bazen sadece boğulmasına tanık olabiliyoruz, bazen de biz boğulabiliyoruz. Ama ne olursa olsun birbirimize tutunarak yüzeyde kalmaya çabalıyoruz.
Bu arada ihtiyaç listelerimize ilgi göstermeye lütfen devam edin.