Yasta değil isyandayız, sadece acılı değil aynı zamanda öfkeliyiz! Hayatlarımızın böylesine değersizleştirildiği bu rejim yüzünden sermayeyle devlet baskısı arasında; ölümle sıtma arasında, riyakârlık ve atıllık arasında sıkıştırılmaktan nefes alamıyoruz! YETER!
Bu yazı, Büyük Deprem Felaketi sonrasında İstanbul Mor Mekan’da canla başla dayanışma örgütlemeye çalışırken bir yandan da ortak bir yol haritası oluşturmaya çalışan kadınların tartışmaları sonucunda kaleme alınmıştır.
İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan AFAD, tahmini iki yüz bine yakın insanın enkaz altında kaldığı bir depremde ilk 24 saatte çoğu yere ulaşmadı. 6 Şubat’tan beri Türkiye’nin her yerinden insanlar el birliğiyle koli koli erzak, ped, çocuk bezi dahil hijyen malzemesi ve battaniye gibi birçok ihtiyacı kendi imkanlarıyla deprem bölgesine göndermeye çalışıyor. Gönüllü olarak deprem bölgesine gidip arama-kurtarma çalışmalarına katılmaya ve yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşması için koordinasyon kurmaya çalışıyor. Ama hala deprem bölgelerindeki insanların yardım çığlıklarını duyuyoruz. Hatay, Maraş, Adıyaman başta olmak üzere birçok ilde enkazdan kurtarılmayı bekleyen binlerce insan var. Dondurucu hava koşullarına karşı hiçbir destek olmadan hayatta kalmaya çalışan, hijyen malzemesine erişemeyen binlerce insan var. Su-elektrik–doğalgaz yok, AFAD ekipleri yok, devlet yok! AKP iktidarının devlet imkanlarını seferber etmediği bu süreçte halk kamusal bir seferberlik oluşturmaya çalışılıyor. Arama kurtarma ve enkaz kaldırma için gerekli araçlar, altyapı eksikliklerinin giderilmesi için gerekli organizasyon sermaye ve devlet kurumları tekelinde olduğu için halkın seferberliği belli bir sınıra dayanıyor. AFAD bu depremin altından kalkamadığı gibi ülkenin dört bir yanından gelen yardımları engelliyor ve halkı korkunç bir çaresizlik içinde bırakıyor.
Felaketzede değil “devletzede”
Binlerce yıkılmış bina, üç gündür aydınlanmamış karanlık sokaklar, enkazın altındaki insanların sesleri, o insanların yakınlarının yardım çağrıları, her birimizin çaresizliği ve öfkesi; “Nerede bu devlet?” Yirmi iki yıllık iktidarında yolları ile övünen AKP’nin yolları ne halde? Yıllardır geleceği beklenen bu depreme karşı kurulan yegâne birim olan AFAD nerede ve ne halde? 1999’dan beri ödediğimiz deprem vergileri nerede? Yıllardır aldıkları milyarlarca vergiyle sadece kendilerini zengin ettiler, bizleri yoksullaştırdılar. Sağlığı özelleştirerek, şehir hastaneleri açarak erişim sorununu ortadan kaldırdık diyen iktidarın hastaneleri yerle bir oldu. Her yeri imara açarak zengin ettikleri müteahhitlerin yaptığı evler kâğıttan çıktı. Bu iktidarın niteliği de böylece bir kere daha ortaya çıktı! Yerle bir olan binlerce ev ile beraber bu iktidar bizler için fiili olarak yıkılmıştır. Gerçek en çıplak haliyle karşımızda ve bizler neoliberalizmin krizinin devasa yıkıntısının altında kalanlarız.
Erdoğan depremzedelere “felaketzede” diyerek sorumlusu olduğu katliamı bir doğal afete indirgemeye çalışıyor. Türkiye’nin büyük jeneratör ve inşaat yapı şirketleri ülkenin dört bir yanında satış yaparak milyarlarca lira ciro elde ediyor. Fakat günlerdir özellikle Hatay ve Adıyaman sokakları hala karanlık, orada olan birçok arkadaşımıza elektrik kesintisi sebebiyle ulaşamıyoruz ve arama kurtarma çalışmaları karanlıkta sürüyor. Bu sırada deprem bölgeleri dışında sermayenin çarkları ve yazar kasaları tüm hızıyla dönmeye devam ediyor. Battaniye ve çocuk maması fiyatlarına depremden hemen sonra zam geldi, çimento hisseleri tavan yaptı. İşte bu böyle bir açgözlülük! Sermayenin açgözlülüğü göz ardı edilirken aç kaldığı için markete girip yiyecek alan depremzedelere yağmacı deniyor. Peki kim yağmacı? Günlerdir erzağa erişimi olmadığı için marketteki ürünleri almaya çalışanlar mı? Yoksa depremzedelere para karşılığı ürün satmaya çalışan marketler mi? Ya da hayatta kalanlar üzerinden rant ve kazanç sağlayan şirketler mi? Devlet ve sermaye işte böyle el ele, bütün “olanaklarıyla” depremi on binlerce insanın öldüğü, milyonlarca insanın evsiz kaldığı, günlerce karanlıkta erzaksız, battaniyesiz birbirimizi kurtarmaya çalıştığımız bir katliama dönüştürdü.
Bu depremde hayatını kaybedenler, yaralananlar ve evlerinden olanlar “felaketzede” değil, “devletzededir”.
Devlet yaşadıklarımızın sorumluluğunu üstlenmeyerek ölenlere şehit, hayatta kalanlara mucize dedi. Yedi günlük milli yas ilan ederek, hayatta kalan ailelere 10.000 TL ve TOKİ konutu vaat etti. Deprem bölgelerinde OHAL ilan ederek arama-kurtarma ve yardım götürme çalışmalarını hızlandıracağına basını, sosyal medyayı ve yurttaşları gözaltı tehditleriyle, bölgeden ayrılmak isteyen depremzedeleri polis saldırısıyla bastırmayı seçiyor. Ne yaparsa yapsınlar bu yaşanan katliamdan sıyrılamayacaklar! Yasta değil isyandayız, sadece acılı değil aynı zamanda öfkeliyiz! Hayatlarımızın böylesine değersizleştirildiği bu rejim yüzünden sermayeyle devlet baskısı arasında; ölümle sıtma arasında, riyakârlık ve atıllık arasında sıkıştırılmaktan nefes alamıyoruz! YETER!
Hesap soruyoruz!
Marketler, jeneratörler, iş makineleri, elektrik, gaz ve su kaynakları neden kamulaştırılmadı? Neden telekom şirketlerinin deprem bölgesine yeterince baz istasyonu kurması için yaptırım uygulanmadı? Devlet neden ülkenin dört bir yanından giden yardım tırlarının ilçelere girmesine izin vermedi? Neden insanlar devlet eliyle ölüme terk edildi?
72 saati aşmış olmamıza rağmen hala enkaz altından sağ kurtulan birçok insan var ancak kat ve kat çoğu enkaz altında kalmaya devam ediyor. Bebekler, çocuklar, hayvanlar, yetişkin insanlar günlerdir enkaz altında ve donmaya karşı hayatta kalmak için muazzam bir direnç gösteriyor ancak her geçen saniye bu direnç kırılıyor. Televizyonlarda AFAD başkanı ve Erdoğan her yere ulaşım sağlandı ve her şey kontrol altında diye açıklama yaparken insanlar “Biz burada ölüyoruz devlet nerede?” diye isyan ediyor. Kimse yakınlarından haber alamıyor. Devletin sorumsuzluğu, rantçılığı ve ihmalkarlığı yüzünden onlar sıcak saraylarında otururken biz cehennemi yaşıyoruz. Gerçekleri gizlemek ve bizi susturmak için sayılar düşürülüyor ve yayın-sosyal medya yasağı getiriliyor. Gerçekleri söylemek için ses çıkaran insanlar da gözaltına alınıyor. Yine bir cadı avı dönemindeyiz ama biz susmuyoruz korkmuyoruz, itaat etmiyoruz.
Bu iktidardan, sermayesinden alacaklıyız!
Devlet sorumluluk almıyor, biz alıyoruz!
- İnşaat şirketleri kepçe, vinç ve iş makinelerini arama kurtarma ekipleri için kamulaştırmalı!
Özellikle Hatay, Maraş ve Adıyaman kapkaranlık. Jeneratör şirketlerinin iletişim bilgilerini ve yerlerini haritalandırmaya başladık ve paylaşacağız. Her yıl üzerimizden milyarlarca lira kar eden bu şirketleri deprem bölgesindeki her sokak aydınlanana kadar ısrarla arayacağız, ifşa edeceğiz ve konunun takipçisi olacağız.
- Merkezi koordineli yerel örgütlenmeler ve kriz masaları kurulmalı!
Arama kurtarma destek çalışmalarında iktidar AFAD ve Kızılay’ı tekel haline getirmiş durumda. OHAL ilan edilerek toplumsal muhalefetin deprem bölgeleriyle dayanışması engellenmeye çalışılıyor. Halkın dayanışmasını bastıramazsınız! Yerel örgütlenmelerle beraber bulunduğumuz illerde ve deprem bölgelerinde ortak kriz masalarının kurulmasını örgütleyeceğiz.
- Sağlıklı bilgi akışı ve koordinasyon sağlanmalı!
AFAD ve yandaş medya kuruluşları doğru bilgi aktarımı yapmıyor. Yayın ve Twitter yasakları ile birlikte bölgede olan arkadaşlarımızın aktarımları engelleniyor. Arama kurtarma çalışmaları sekteye uğruyor. Bölgedeki arkadaşlarımızın gönderdiği bilgilerden bir havuz oluşturarak teyitli bilgileri paylaşabileceğimiz internet siteleri ve WhatsApp grupları kuruldu. Bunları geliştirmek ve daha koordineli çalışmak için seferber olduk. Merkezi koordinasyon sağlamak yerine buna engel olanlar çekilsin, yerel kriz masaları kendi merkezi koordinasyonunu örgütlesin!
- Şirketler ve kurumlar gönderdiği yardımlara dair şeffaf bilgi paylaşımı yapmalı!
Yardım gönderdiğini iddia eden şirketler ne kadar ve nereye gönderdiklerini açıklamıyor. Tüm bu kurumlardan şeffaflık talep ediyoruz. Kurumlar ve şirketler gönderdiği yardımları şeffaf bir şekilde açıklayana kadar şirketleri arayıp bilgi almaya, ifşa etmeye ve takipçisi olmaya devam edeceğiz.
- Getir ve Yemek Sepeti ürünlerini derhal kamulaştırmalı!
Birçok deprem bölgesine su ve yiyecek ulaşmamış durumda. Kâr etmek için ülkenin dört bir yanına dağıtım merkezleri ve depolar kuran Getir, Yemek Sepeti gibi şirketler acilen ürünlerini kamulaştırmalıdır. Bunu toplumsal bir talep haline getiriyor ve bu şirketler üzerindeki baskıyı artırıyoruz.
- Halktan para dilenmek yerine, Diyanet bütçesi depremzedelerin ihtiyaçlarına aktarılmalı!
Arama-kurtarma ekipleri, vinç operatörleri, sağlık çalışanları saatlerce bölgeye gitmek için bekletilirken diyanet görevlileri enkazlarda gezip dualar okuyor, camilerden salalar veriliyor. Kader değil, fıtrat değil, takdiri ilahi hiç değil! Ölmek zorunda değildik! Yıllarca önlemler alınsaydı bölgede arama-kurtarma ekipleri oluşturulsaydı ilk 24 saat içerisinde müdahale edilseydi ölmek zorunda değildik. Şimdi de salamızı okumanıza ihtiyacımız yok! Acilen Diyanet bütçesini deprem bölgesindeki kadınlar ve çocukların özel ihtiyaçlarına ayırın!
- Deprem bölgelerinde kısa ve uzun vadeli barınma planı yapılmalı
Milyonlarca lira bizlerden bağış toplayan Kızılay, gönderdiği 1000 tane konteyner ile övünüyor. Bölgede acilen kısa ve uzun vadeli barınma planı yapılmalıdır. Oteller kamulaştırılmalı, deprem açısından güvenli olduğu tespit edilen ve bankalar tarafından haczedilmiş evler kamuya açılmalı. Bölgede konteyner üreten birçok şirketin adresini saptadık; evler tahsis edilene kadar herkesin yaşayabileceği konteynerler ücretsiz bir biçimde teslim edilmelidir.
“Ses var devlet yok”! Peki bu enkazın altından nasıl çıkacağız?
Enkaz altında kalan bir yurttaşın yakını “Enkazdan ses geliyor mu?” sorusuna “Ses var, devlet yok!” diye cevap verdi. Bu cümleyi unutmayalım! Ses var, devlet yok! Tüm toplumsal muhalefet, enkazın altından gelen devletin duymadığı o sesi yükseltmeli. İnsan yaşamını böylesine değersizleştiren rejimi yıkan bir toplumsal cephe inşa etmek özsavunmadır! Bir kez daha anladık ki bizi bizden başka kimse kurtarmayacak. Sadece deprem anında değil nefes aldığımız her an “devletzede” olarak hayatta kalıyoruz. Yaşamıyoruz, hayatta kalıyoruz. Ama biz artık yaşamak istiyoruz. Hatırlayalım; Emine Bulut’un kocası tarafından katledilmeden önce son sözü “yaşamak istiyorum” olmuştu, birkaç ay önce rant uğruna katledilen madenciler yaşamak istiyordu. Güvensiz binalarda yaşamak zorunda olan ve yardım gelmediği için ölen insanlar da yaşamak istiyordu. Yaşamak istiyoruz; özgürce, borçsuz, erkekler ve devlet tarafından öldürülmediğimiz, siyasal İslam tarafından hayatımızın tahakküm altına alınmadığı, sokakların polis ile kuşatılmadığı ve ücretli-ücretsiz emeğimizin sömürülmediği bir ülkede yaşamak istiyoruz. Birbirimizi hayatta, özgür ve borçsuz istiyoruz.
Ses var devlet yok! Bu katliamdan en az hasarla çıkmak, evsiz kalanlarımızın barınma sorununu çözmek için toplumsal bir seferberlik başlatıyoruz. Bu katliamın sorumlularını biliyoruz; sorumlusu devlet, sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan, sorumlusu müteahhitler, sorumlusu çözüm kaynaklarını elinde tutup kamulaştırmayan sermaye! Sorumlusu her birimizi on binlerce insan yanı başımızda katledilirken, hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam etmeye zorlayan fabrikalar ve şirketler! Devlete rağmen mücadelemize ve seferberliğimize devam edeceğiz. OHAL ve yayın yasağıyla gizlediklerinizi ortaya çıkaracağız, geçişine izin vermediğiniz yardım tırlarını göndermeye devam edeceğiz. Devlet sorumluluk almıyor, biz alıyoruz.
Devlet yok, biz varız, buradayız! Eğer ki bu katliamın içerisinde dayanışmak da suç ise, gelsinler tutuklasınlar!
Yorumlar