Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu romanları, bu kara veba günlerinde toplumsal çıldırmanın karşısında bir afyon gibi bizleri uyuşturuyor. Uyuştukça, kendimizden daha kötü hayatlar gördükçe halimize şükreder hale geliyoruz. Yaşanan şiddet olayları hafifleşiyor, sıradanlaşıyor. Bekâret kemeri takılmadıkça, işkencelerden geçmedikçe, psikiyatrik bir rahatsızlığımız olmadıkça hayat o kadar da kötü değil sanki ha?
“Kralların şehrine göçmüşler ana-oğul. Rüzgâr attığı gibi onları şehre; üstlerinden geçip kaybolmuş, gitmiş. Krallar zalimmiş, açgözlüymüş, karanlıkmış. Bir kral kadının eşini koparmış, diğer kral bebesini alıp gitmiş. Ne yaşadılarsa bu şehirde “rüzgârdan sebep” diye düşünmüş kadın. O vakit bir karar vermiş. Kalkmış, giymiş esvabını, düşmüş yola. Eğer rüzgârı yine bulur da heybesine hapsedip gelirse krallara bir ders verir, kralları korkuturum diye düşünmüş.” (Fatma, Bölüm 6)
Palu ailesi dehşeti toplumsal bir şoka uğramamıza ve akıl dışı kadın cinayetleri ve çocuk istismar biçimlerinin varlığıyla yüzleşmemize neden olmuştu. Müge Anlı ile hayatımıza giren, kayıplar, cinayetler, acılar ise kendini dizi, film sektöründe de göstermeye başladı. Türkiye’deki diziler her zaman bu konulara sırt dayardı ancak tuhaflaşmanın dozunun giderek arttığını görüyoruz. Kendi trajedimizle ilgilenmektense Kırmızı Oda’daki Alya’nın, Masumlar Apartmanı’ndaki Safiye’nin, İstanbullu Gelin Süreyya’nın, Camdaki Kız Nalan’ın trajedileri ile ilgilenmek oldukça rahatlatıcı şeyler olarak görülüyor. Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu romanları, bu kara veba günlerinde toplumsal çıldırmanın karşısında bir afyon gibi bizleri uyuşturuyor. Uyuştukça, kendimizden daha kötü hayatlar gördükçe halimize şükreder hale geliyoruz. Yaşanan şiddet olayları hafifleşiyor, sıradanlaşıyor. Bekâret kemeri takılmadıkça, işkencelerden geçmedikçe, psikiyatrik bir rahatsızlığımız olmadıkça hayat o kadar da kötü değil sanki ha?
Domino etkisi gibi birbirini doğuran süreçte, öğle kuşağında yayımlanan akla zarar olayların ardından sunulan akla zarar senaryolar, önemli bir toplumsal değişimi işaret ediyor. Kadın cinayetlerinin, şiddetin her an heryerde olduğunun anlaşılması ile beraber, şiddetin sıradanlaştığını görüyoruz. Bu sıradanlaşma artma eğiliminde fakat bu erkek şiddetinin teşhir edilmesi olarak artmıyor. Kadınların mücadelelerinin anlatılmadığı, yaşadıkları trajedilerin, işkencelerin gösterildiği bir artış bu. Erkeklerin cezasızlıkla ödüllendirildiğini, kadınların adliye kapılarında bir uzaklaştırma kararı için verdikleri çabayı, çaresizliği, yaşadıkları yalnızlığı görüyoruz. Acılar, sevgiler tüketilen birer meta halinde ısıtılıyor, buharlaşıyor. Giderek sayılara dönen, adları unutulan, şiddete uğrayan “sıradan” kadınların “sıradan” hikâyeleri ilgi çekmemeye başlıyor. Durum buyken son günlerde ilgi çeken iki ayrı dizi yayınlandı. Biri “Camdaki Kız” diğeri “Fatma”. İkisinde de başrolde Burcu Biricik’i görüyoruz. Bu dizilerin başkarakterleri olan iki kadından, Nalan ve Fatma’dan söz edeceğim.
Kanal D’de yayınlanan “Camdaki Kız” dizisi bizleri afyon gibi uyuşturduğundan bahsettiğim psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitabından uyarlanmış. Son dönemlerde büyük yankı uyandıran pek çok dizinin hikayesinin Budayıcıoğlu’nun kitaplarından uyarlandığını görüyoruz. Bu hikâyeler ise Budayıcıoğlu’nun danışanlarının gerçek hikâyeleri olarak yazar tarafından satılıyor.* “Camdaki Kız”ın senaristliğini Seda Altaylı Turgutlu üstlenmiş. Araştırdığım kadarıyla 5-6 dizide daha senaristlik yapmış. Ancak esas patlayanın “Camdaki Kız” olduğu kesin. Teknik ekibinde yer aldığı “Avlu” ise bir diğer dikkate değer dizi.** “Fatma”ya gelirsek, dizinin Netflix yapımı olduğunu görüyoruz. Senaristliğini yapan, aynı zamanda yönetmenlik koltuğunu Özer Feyzioğlu ile paylaşan Özgür Önurme güzel sanatlar mezunu bir belgeselci. İlk kez bir dizinin içerisine dahil olmuş. Önurme bir röportajında “Fatma’yı hak alma eşitsizliğinin arttığı bu dünyada, şiddet, çaresizlik, adaletsizlik, eşitsizlik gibi konular hakkında düşünürken yazmaya başladım. Hikâyeyi, Uğur Yücel’in canlandırdığı Yazar’ın ‘Bu yaşadıklarımız alışıldık değil, biz alıştık…’sözüyle sorguladım. Her gün karşılaştığımız, alıştığımız, baktığımız ama görmediğimiz şeyler hakkında düşünürken Fatma’nın hikâyesi başladı” diyor.***
Buradan sonra bolca spoiler var.
Burcu Biricik, “Camdaki Kız”da Nalan adında, yalıda oturan zengin bir bürokratın mimarlık yapan kızını canlandırıyor. Annesinin akla zarar işkenceleri ile geçmiş bir çocukluğa sahip olan Nalan, iş-güç sahibi olduğu zamanda da annesinin sözünden çıkamayan ve bekâret kemeriyle gezen genç bir kadın. Annesinin aksine daha yumuşak ve daha az muhafazakâr olan babasına bile konuyu açmıyor. Arkadaşına anlatamıyor. Maddi bağımsızlığı olsa bile özgürlüğü için tek bir hamle yapmasını sağlamıyor. Büyük bir travma ile yaşıyor ve kocaman bir kafesin içinde, kafesin kapısı açık olmasına rağmen çıkmıyor. Hal böyleyken bir klişe gerçekleşiyor ve çalıştığı şirketin sahibinin oğlu ile Nalan “kaderin oyunu” ile bir araya geliyor. Öyle bir kader ki bu, Nalan hikayenin başrolünde olup olaylara etki etmeyen tek kişi olarak karşımızda duruyor. Kim ne derse onu yapan, kim ne derse ona inanan gerçek olamayacak kadar “prenses” bir kadın görüyoruz ekranlarda. Kendi hayatını eline alıp savaşacak mı ileriki bölümlerde bilemiyorum; ancak en son annesinin zoru ile bekâret testine gitmesi gündem oldu. “Hayır” diyebilmek, sınıfsal olarak böyle bir konumda olan, üniversite mezunu bir kadın için bile bu denli zorsa bu hikâyenin böyle imkânlara sahip olmayan kadınları güçlendirmesi mümkün mü?
Eril şiddet elbette her konumda, her yerde kadınların başında bir bekçi gibi dikiliyor. Paranın, mevkiinin tek başına “hayır” demek için yeterli gücü sağladığını düşünmüyorum. Hatta zaman zaman “hayır” demenin önüne engel bile olabiliyor. (İtibar kaybı korkusu gibi). Ama Nalan’ın hikayesinin sonunu “Kırmızı Oda” dizisinde gördük. Gelinlikle kendini arabanın önüne atarak intihar ediyor. Sonu intiharla biten bir diğer kadın ise Fatma. Fatma karakteri Nalan’ın aksine köyde büyümüş, şehrin varoşlarında oturan, temizlikçilik yaparak geçinen, otizmli bir çocuğu olan yalnız bir kadın. Fatma’nın hikayesi beni hemen içine aldı ve bir solukta izletti kendini. Sonu konusunda hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Ancak Nalan karakterinin plastikliğini düşününce Fatma capcanlı gözümde beliriverdi. Burcu Biricik’in muhteşem bir oyunculukla karakteri getirdiği hali asla es geçmemek gerekir. Ama Nalan’ı oynarken aynı şeyi yapması kartondan bir kişiye can verirken zorlanmak gibi.“Camdaki Kız” dizi karakterlerindeki kartonluk aslında karakterlerin absürd olması ile doğrudan alakalı diyemeyiz. Çünkü Fatma karakteri de akla gelmeyecek şeyler yapıyor. Beklenmedik bir hikâye yaratıyor. Ancak “Camdaki Kız” da bekaret kemeri takan işkenceci anneler, obsesif uşaklar, kahvaltılarda gramla peynir koyduran cimri patron babalar, BDSM**** bir oğul, evli, açık ilişki yaşayan bir kadın, kendini odaya kapatmış çok zeki ama bedensel engelli bir kardeş… bir araya gelmişler bir şekilde. Ama bunca insandan bir tanesi bile mantıklı önerilerle hayatın akışına müdahale etmiyor. Tek aklı başında öneri sunabileceğine inandıkları kişi ise “Muzo” adındaki kendini karanlık odalardaki bedensel engeli olan evin büyük oğlu. Hayatlarının hiçbir noktasında aktif olarak yer almayan bu kişiye neden bir derviş gibi bel bağladıklarını anlamak mümkün değil.
Fatma dizisinde ise bir takım mafya artığı karakterler görüyoruz. Zaten sürekli ekranlarda gördüğümüz tipler olduğundan herhalde garipsemedim. Ancak hikâyenin ana karakteri Fatma olmasına rağmen diğer kadın karakterlerin de kendi “kaderlerini” bozmaya çalıştıklarını, mücadelelerini görüyoruz. Fatma’nın kardeşi Mine/Emine yine dizide dikkat çekici bir kadın. Köydeki istismardan kaçan Mine/Emine geçmiş travmalarını görmezden gelerek buz gibi hissiz tavırları ile karşımıza çıkıyor. Hazal Türesan bu role çok yakışmış, rol de ona. Mine/Emine karakterinin çözülüşünü izlemek, bu umursamaz ve yüzeysel tavrının nedenini kavramak için senarist bize zaman tanıyor. Yavaş yavaş Mine/Emine’nin gücünü anlıyoruz. Fatma’nın ise yaşamda kalma çabasını, kaybolan kocasını bulmaya çalışmasını, çocukken yaşadığı istismarı, kız kardeşiyle yüzeysel ilişkisini, oğlunun ölümü gibi pek çok gerçek sorunla mücadelesini izliyoruz. Hayatta kalabilmek için öz savunmasını ortaya çıkaran bir kadını görüyoruz. Aslında bir arayış hikayesi zamanla bir intikam hikayesine dönüşüyor. Bu hikâyeyi yöneten ise Fatma’nın kişisel yüzleşmeleri ve dönüşümü.
Sormayan sorgulamayan sonsuz güveni ile kocasına bağlı olan “makbul kadın” çizgisinin dışına çıkan, kendisini taciz eden, tehdit eden erkekleri ezerek yolunu yürüyen Fatma, başka bir kadını kurtarmak için de bir erkeği öldürüyor. Bunun ise tek başına bir kahramanlık, kişisel bir nefret değil; şiddete uğrayan bir kadın ile kendi istismar deneyimini özdeşleştirmesinden ileri geldiğini görüyoruz. Bu özdeşleştirmeyi öldürülen kadınların ardından sokaklara dökülen, canı yanan ve kentleri yakmak isteyen kadınlarda da görüyoruz. Fatma’nın hikayesi ilk sezonda bitti mi bilemiyoruz? En son Fatma’yı Emniyet Müdürlüğü’nün çatı katında görüyoruz, aşağı atladığını varsayıyoruz. Pekiyi bu hikâye böyle bitmeli mi, biter mi? Açıkçası bu denli bir güçlenme hikâyesinin sonunda aslında Fatma’nın tüm suçun kendinde olduğuna kanaat getirdiğini görüyoruz. Fatma, kocasının kaybolması üzere yola çıktığı hikâyede ölen oğlunun acısını hatırlamaya başlıyor ve en sonunda oğlunun ölüm sebebini kendisi olarak görüyor. Aslında tüm bu cinayetleri bu kaçış nedeniyle işlediğine dair bir alt metnin varlığı beni rahatsız etti. Çünkü sonunun buraya bağlanması Fatma’nın özneliğini yok ediyor. Oysa Fatma sıradanlaşmış olaylar karşısında sıradanlığını görünmezlik pelerini gibi kullanarak 5 erkeği öldüren, kendisini kandıran kocasını zekice bir oyunla hapse gönderen, oğlunu öldüren arabanın hasar parasını isteyen sigorta şirketini yakan bir kadın.
Dizilerin yaşamlarımızın içine bu kadar sirayet ettiği bu kapatma günlerinde bol bol konuşacağımız konular olduğu su götürmez. Aynı oyuncunun hayat verdiği iki ayrı kadının da taban tabana zıt sosyal, kültürel ve sınıfsal konumlarına bakınca şunu anlıyorum: Kadınların acıları, konuşulan dikkate değer öyküler olarak kendine yer buluyor. Bunu olumlu bir yönde büyütmek ve güçlendirici hikayelere dönüştürmek mümkünken, şiddetin, istismarın infial yaratan pornografik yönünü bir tüketim nesnesine dönüştürmek de mümkün. Dizi, sinema sektörü ise bağımsızlaşmaktan oldukça uzak görünüyor. Biraz olsun özgürleşmenin ve daha bağımsız hikayelere alan açmanın Fatma gibi karakterleri ortaya çıkardığını düşünürsek güçlendirici hikayelerin geleceğine dair umudumuzu taze tutabiliriz.
Notlar:
*Gülseren Budayıcıoğlu romanlarında ona danışan olarak gelen kişilerin hikayelerini yazıyor. Hikayeler için kişilerden izin aldığını ifade etmesine rağmen aslında bu pek mümkün değil. Çünkü hikayesini anlattığı kişiler ya geçerli rızaları olmayan kişiler ya da ölmüş insanlar. Bu nedenle bu meslek etiğine dair ciddi bir tartışma yaratıyor.
**İronik bir satır altı bilgisi var: Seda Altaylı Turgutlu’nun senaristliğini yaptığı “Bizim Hikâye”de başrolde Hazal Kaya oynamış. 70 bölüm kadar süren bu dizinin de fena sayılmayan bir kitlesi var. Bu satır arası bilgiyi verme sebebim ise “Camdaki Kız” dizisinde bekaret kontrolü sahnesinin koyulmasından sonra Hazal Kaya’nın geçmiş bir röportajının gündeme tekrar gelmesi. Hazal Kaya “Adını Feriha Koydum” dizisinde bekaret kontrolü sahnesinin kadınları aşağılayan yönü nedeniyle oynamayı reddettiğini söylüyor. Eğer “Bizim Hikâye” dizisinde senarist böyle bir sahne ile gelse reddedilecekti. Burada oyunculuk etiği ve üzerine geliştirilecek bir politik tartışmanın boşluğu var. Bu yazının konusunu çok aşacağı için burada bırakalım.
**** BDSM: rızaya bağlı olarak fiziksel güç ve baskı kullanılarak duygusal uyarımın sağlandığı ve fantezi olarak baskın rolün oynandığı bir cinsel tercih ve yaşam tarzıdır. Bondage, discipline, dominance, submission, sadism ve masochism kelimelerinin kısaltılmış halidir.
Not: Özellikle iki karakter üzerine yoğunlaştığım bu yazıda pek çok iyi oyunculuğu ve karakteri es geçtim. Camdaki Kız’daki Nur Sürer’in canlandırdığı anne karakteri oldukça sert bir rol ve oyuncu altından kalkmayı başarmış. Ancak böyle bir karakteri oynamak kolay olmadığı gibi bu kadar açık şekilde istismar yöntemlerini göstermek de pek aklıma yatmıyor. Bekaret kemeri, konum üzerinden izlemek, bekaret kontrolüne götürmek gibi. Fatma dizisinde ise gözüme batan ya da bu role bu hiç olmamış dediğim hiçbir isim olmadı. Çok ince işlenmiş karakterlerin iyi oyuncularla buluşmasının bir sonucu sanırım. Uğur Yücel’in telaşsız, keyifli, deneyimini göze sokmayan sade oyunculuğu çok iyiydi. Bayram karakterini canlandıran Mehmet Yılmaz Ak sinir bozucu derecede gerçek bir mafya artığı rolündeydi. Melis Sezen ise son dönemde adından söz ettiren aurası çok güçlü bir oyuncu. Bir seks işçisini oynadığı Fatma’da yine kısa ama belirleyici bir rolü var. Fatma dizisinin Camdaki Kız’a göre süresinin daha kısa olmasının ve akışın daha hızlı gerçekleşmesinin karakterleri tüm yönleri ile anlamamıza katkı sağladığını söylemek gerekir.
Yorumlar