İstanbul’da 17 Mayıs 1987'de, 12 Eylül askeri darbesi sonrası ilk izinli, kitlesel kadın yürüyüşü olarak yapılan “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü”nün 34. yıldönümünde, yürüyüşün öyküsünü ve Dayağa Karşı Kampanya'dan günümüze taşınanları Buse Üçer, Kadın Savunma Ağı için Ayşe Düzkan ve Handan Koç'a sordu.
İstanbul’da 17 Mayıs 1987’de, 12 Eylül askeri darbesi sonrası ilk izinli, kitlesel kadın yürüyüşü olarak yapılan “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü”nün 34. yıldönümünde, yürüyüşün öyküsünü ve Dayağa Karşı Kampanya’dan günümüze taşınanları Buse Üçer, Kadın Savunma Ağı için Ayşe Düzkan ve Handan Koç’a sordu.
1987 yılında faşizmin ortasında filizlenen, güçlenen bu eylemin hikâyesini sizden tekrar dinlemek isteriz. O zaman bu yürüyüşün bu denli ses getirmesi sizce nedendi?
Handan Koç-Ses getirdi çünkü bu dertten canı yananların sesiydi çıkan. Bazı şeylerin hikaye edilmesi çok zor. Neden? Çünkü bir sokak gösterisinden sözediyoruz. Bu gösteri bir başlangıç olduğu kadar, bir sürecin de sonu daha doğrusu sonucuydu. Lafa biz feministler diye ilk defa başlamaktan, ev içi erkek şiddetinin arızalı erkeklerin değil, erkek egemen bir sistemin ürünü olduğunu, bizim memlekette ilk defa topluca iddia etmekten bahsediyoruz. Dayağa karşı, kadınlar olarak, kurtuluşumuz el ele diyerek düşünmek ve düşüncede kalmayıp harekete geçmekten ve bunu ilk defa yapmaktan bahsediyoruz. Yürüyüş bu anlamda pat diye oluşan bir şey değil. Öncesinde birkaç yıldır toplaşan, tartışan, dertleşen, kafa yoran, kafa kıran, teori kuran kadınlar var. Yine de sorunun hatırına hikaye edecek olursak, yaratıcılar olarak Eskişehirli sekiz avukat kadının, Çankırı Asliye Hukuk Hakimi Mustafa Durmuş’u protesto etmeleri ve bunun bir gazete haberi olmasından bahsetmeliyiz. Bu haberin başlığı ”Kadının sırtını sopasız, karnını sıpasız bırakmamak gerek sözü mahkemelik oldu” gibi bir şey. Filiz (Kerestecioğlu) iz sürecektir. Nasıl mı? Bunu Feminist dergisinin Mayıs 1987 de çıkan 2. Sayısında güzelce anlatır.
Şöyle oluyor: Zaten sürekli toplantı halinde olan kadınlar, bir şeyler yapalım ama ne, ama ne diye düşünür. Öneriler uçuşur, her şey yasaktır ya, Ayşe (Düzkan) bir miting neden olmasın, anneler günü yapalım, o ki “Dayak aileden çıkmadır” o ki “kocanın vurduğu yerde gül bitmez” derdimizi anlatalım der. Vildan’ın (Erozan) Ekim 1987 3. Sayı Feministte dayağa karşı yürüyüşün hikâyesini anlatır. (Feminist dergisi tüm sayılar)
Olmuştur işte. Hem de camlardan sarkan kadınların alkışını bile almışızdır. Şahane bir son. Ama her hikâyenin bir sonu bir de sonrası olur ya. İkinci bir kaynak önerebilirim. Özgürlüğü Ararken isimli bir kitap. Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri 2005 yılında Amargi kooperatifi basmıştı. 1987 yılı 12 Eylül ün yarattığı büyük ablukanın kırılmaya başladığı yıldır aslında. Netaş grevi, kapalı salonda 1 Mayıs, Kürt hareketi, dergiler. Ama o ayrı bir konu.
Ayşe Düzkan- 1987 aslında darbe koşullarının dönüşmeye başladığı bir dönem. aynı yıl, birkaç ay önce, öğrencilerin de izinsiz bir gösterisi olmuştu. bu yürüyüşün ses getirmesi iki sebebi var: birincisi bir cüretle ilgili yani o koşullarda gösteri yapma, bunun için başvuruda bulunma cüreti. ama daha önemlisi, her evde yaşanan bir meseleydi dayak ve o kadınlarda karşılığını buldu. hep anlatırız, yürürken evlerden çok alkışlayan oldu çünkü onların bir derdinden bahsediyorduk. böyle bir mesele ilk kez politik bir araçla seslendiriliyordu.
Kampanya örgütlenirken nasıl bir politik ortam vardı? Kadın -ya da feminist- hareketinin durumu ne durumdaydı, nasıl örgütleniyordu?
H.K.-Feminizmin ve kampanyanın kozasını birbirinden farklı ama kendi hayatlarını değiştirme arayışlarında son derece heyecanlı, cesur ve bağımsız kadınlar ördüler. Örgütlerden, hareketlerde, partilerden, kocalardan, sevgililerden, ağbi ve tabii anne ve ablalardan kopmadan özgürlüğün ve kurtuluşun elde edilemeyeceğine uyanmış kadınlar olmasa feminizmin mirası daha bulanık olurdu. Öyle akış içinde örgütlendiler, çok tartışarak hep beraber olarak. Bir de bence önemli bir özellik, laf atanlara değil kendi önlerine bakarak.
A.D.- daha çok istanbul’un hikâyesini biliyorum. çoğu feminist olan kadınlar 1981’den itibaren evlerde toplanmaya başlamış. bunlar bizden bir kuşak büyük olan kadınlar genellikle. ve kadın çevresi’ni kurmuşlar, korunmak için de şirket statüsünde… kitap çeviriyorlar, onları yayınlamayı planlıyorlar ama toplantılara da devam ediyorlar. biz 1984’te, kadın çevresi’ne gittik, çoğumuz sol politik hareketlerde bulunmuş, bulunan arkadaş gruplarıydık ve sokakta siyaset yapma tecrübemiz vardı. o iki farklı deneyimin birleşmesiyle ilerledik. (cunta koşullarında, evlerde sanki kabul günüymüş gibi toplanmayla daha sonra yapılan mor iğne arasında bir bağ kuruyorum çünkü ikisi de kadınların geleneksel deneyimlerinin dönüştürülmesine dayanıyor. mor iğne de geçmişte kadınların toplu taşımada tacize karşı yakalarının altında, tacizciye batırmak üzere taşırdıkları iğnelerden esinlenmişti.) kadın çevresi’nin küçük odası yetmez olmuştu. bilsak kurulmuştu, orada toplanırdık, arada ayrımcılığa karşı kadın derneği kuruldu, orada toplanır olduk. şunun altını çizmek isterim, daha önce ya da o sırada sol hareketlerde bulunan kadınlar arasında liderlik deneyimi ve becerileri olanlar vardı. ama hareket onlar üzerinden yürümedi, kendi yapılarını, kendi önderlerini çıkarttı.
Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’nün 34. Senesinde giderek büyüyen ve güçlenen bir feminist hareketle karşı karşıyayız. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılara karşı büyük bir mücadele örgütleniyor. Sizce 1987’den mevcut kampanyaya taşınabilecek neler var?
H.K.–“Kadının karnı sıpasız sırtı sopasız olmaz” deyişini hukuk sistemi içinde bir savcı vereceği bir karar çerçevesinde meşrulaştırması toplumun yaygın örf adet ve törelerinin olumlanması ile bağlantılı. Bir boşanma davasında bütün kadınları aşağılayan bir atasözü erkek lehine gerekçe olacak şekilde karara yazılmış. Yani ne oluyor toplumun yazısız kurallarına hukuk sistemi aslında saygı duyuyor. AKP’nin iş başına gelirken ve en demokrat olduğu zamanda bile savunduğu öğreti toplumun ayarları ile kimsenin oynamaması din, ahlak ve töreye saygı idi. Bunu Türkiye kabul etmez denilen şeyler, bunu Türkiye’ nin egemenleri kabul etmez diye okumak lazım. 1987 den bu güne şükür feminist şiar ve yaklaşımlar doğrulana doğrulana geldiler. Eskiden dayak yediği için kocam seviyor ki dövüyor diye övünmek vardı. Şimdi bu olamaz. Ama kadınların çoğunluğu toplumun ortalama erkek-egemen değerlerine saygıdan vazgeçmiş değil. Bu sadece feminizmin konusu değil denilebilir, toplumun vasatında ezene sömürene saygı var denilebilir. Doğru ama feminizm in kapsama alanı kadınlar, biz dönüp dolaşıp ev içinde kapana geliyoruz. Bizi ezenlerden başka kimseye dalaşmadan, bizi çok övenlere kanmadan, kurtuluşumuz el ele şiarı bugün yarın ve daima, yeniden yeniden işlendikçe daha da güçleneceğiz.
A.D.-birkaç şeyden bahsedebilirim: birincisi yaratıcılık. bugün eylemlerde rastladığımız çok renkli, sanatsal birer iş sayılabilecek pankartlar ilk o mitingde taşındı. kendi yolumuzu bulmak, her şeyi kendimize göre, farklı yapmak istiyorduk. başta kolluğun koydukları olmak üzere sınırlar tanınmıyordu, yoğurtçu’ya gitmek üzere kadıköy’de buluşuldu ve orada da bir eylem yapılıyor, o yıllarda olağanüstü bir şey bu. şimdi de öyle. kendine özgü araçlar, kendine özgü yöntemler belirleyici. bugün bir tek dilin olumsuz yönde değiştiğini görüyorum. o yıllarda, her kadının anlayabileceği bir dille söz üretmeye çok değer verilirdi, şimdi akademinin kriterlerinin daha belirleyici olduğunu üzülerek görüyorum.
İstanbul Sözleşmesi aslında kadınların mücadelesinin sonucu ortaya çıkan bir yasa. Kadınlara buradan yapmak istediğiniz bir çağrı var mı?
H.K.-Hem ulusal hem uluslararası bir kazanımdan söz ediyoruz. Kadın Kurtuluş Hareketi öğretisi ”kocadır sever de döver de “ öğretisini ezdi, bu meşruiyeti kırdı. Bu yüzyılların erkek egemen pasını atan bir durum. Ama öte yandan kadın erkek eşit değildir diyen bir iktidar ve onun destekçisi kadınlar var. Kadın Hareketi “Uludere değil, kürtaj katliamdır “ dendiği andan itibaren ikinci bir uyanış dönemine girdi diye düşünüyorum. Haklarıyla ilgili herhangi bir ikiyüzlülüğe tahammülü olmayan bir yeni Kadın Hareketi var. Heyecanı ve isyanı büyük korkusuz kadınlar var her yerde! Onlar ne yapacaklarını buluyor ve biliyor.
A.D.-şiddetle mücadele, kendisiyle sınırlanmayacak kadar geniş bir mesele. örneğin kadınların ücretli çalışmaya erişimiyle ilgili bir dönüşüm de gerekiyor, kadınların duygusal güçlenmesiyle ilgili de bir dönüşüm gerekiyor….bunlar artırılabilir. çünkü yasal değişiklik yetmez. ikinci nokta, bu sözleşmenin ne anlama geldiğini, 6284’ün ne işe yaradığını, nasıl kullanılabileceğini, her kadının, bunlara en fazla ihtiyacı olan kadınların bilmesi için çalışmak. sözleşme çok önemli, onu geri almak çok önemli ama bununla yetinemeyiz. her kadın, onu korkutan şeyler karşısında, şehri ayağa kaldıracak kadınlar olduğunu bilmeli.
#DayağaKarşıYürüyüştenBugüne
eşitlik ve özgürlük mücadelemiz sürüyor. Erkek şiddeti karşısında yaşamımızı savunmak için 1 Temmuz’a kadar her yerde İstanbul Sözleşmesi’ni savunacağız çünkü #KolayKazanmadıkVazgeçmeyiz#İstanbulSözleşmesiBizim pic.twitter.com/wUWnEZSkfm— Kadın Savunması (@kadinsavunmasi) May 17, 2021
Biterken hatırlatalım:
İstanbul Sözleşmesi Uygulansın Kampanya Grubu 21 Mayıs Cuma günü saat 18.30’dan itibaren tüm kadınları ve LGBTİ+’ları İstanbul Sözleşmesi’ne, haklarımıza, kazanımlarımıza sahip çıkmak için Yoğurtçu Parkı’a çağırıyor!
Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’nden bugüne hiçbir hakkımızı #KolayKazanmadıkVazgeçmeyiz. İstanbul Sözleşmesi, pek çok hakkımız gibi uzun yılların mücadelesinin bir kazanımı, bunu hep birlikte anlatmaya çağırıyoruz. Yıllarla mücadelesini verdiğimiz hakların bir gecede elimizden alınmasına, kadınların ve LGBTİ+ların hayatlarının iyice güvensiz, eşitsiz kılınmasına izin vermeye hiç niyetimiz yok. 1 Temmuz’a kadar bu kararın geri çekilmesi için hep birlikte ses çıkarmaya devam!
Yorumlar