İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik bu saldırı, başka saldırıların da hızla geleceğinin habercisi. AKP’nin açıkladığı eylem planları ile bu cemaat ve tarikatların iktidarın önüne koyduğu “program” örtüşüyor. Aslında bu örtüşme, 2011’deki Boşanmaların Önlenmesi Komisyonunun raporundan bu yana yaşanıyor.
Temmuz ayından bu yana İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yürütülen saldırılar 20 Mart’ın ilk saatlerinde bir gece yarısı Cumhurbaşkanı imzasıyla verilen bir kararla somutlandı; Türkiye sözleşmeden çekildiğini ilan etti. Bu çekilme kararı Avrupa Konseyine alelacele gönderildi. Kadınlar ayakta. Bu kararın arkasındaki cemaat ve tarikatlar, Aile Meclisi, yandaş gazeteler ise bir yandan el ovuşturup diğer yandan “Devamını istiyoruz” diyerek talepler manzumesi sıralıyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik bu saldırı, başka saldırıların da hızla geleceğinin habercisi. AKP’nin açıkladığı eylem planları ile bu cemaat ve tarikatların iktidarın önüne koyduğu “program” örtüşüyor. Aslında bu örtüşme, 2011’deki Boşanmaların Önlenmesi Komisyonunun raporundan bu yana yaşanıyor.
Peki sıraya ne koyuyorlar?
Diyorlar ki “Türkiye CEDAW’dan da ayrılsın.” Nedir CEDAW? Birleşmiş Milletler düzeyindeki 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi. Uluslararası kadın hakları yasası olarak da kabul ediliyor. Sözleşmeye taraf olan ülkelerde kadın haklarının güvence altına alınmasını, imzacı devletlerin kadınlara yönelik ayrımcılığın tüm biçimlerini önlemesini, kadınların toplumsal durumlarını iyileştirmek, toplumsal cinsiyet ilişkilerini değiştirmek üzere taahhütlerde bulunmasını sağlıyor. 1979’da kabul edilen, 1981’de yürürlüğe giren sözleşmeye Türkiye 1985 yılından beri imzacı. İmzacı ülkeler CEDAW Komitesine düzenli olarak kadın haklarının geliştirilmesi konusunda ne yaptığını raporlamak, önlem almak zorunda. Buna katlanamıyorlar…
Diyorlar ki “Türkiye Lanzorote Sözleşmesinden de ayrılsın.” Nedir Lanzorote Sözleşmesi? “Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması için Avrupa Konseyi Sözleşmesi.” Sözleşme 2010 yılında Türkiye tarafından onaylandı. Sözleşmeyi onaylayan her ülkenin cinsel şiddetin önlenmesi için çocuklara ve ailelerine bilgi sağlayarak onları güçlendirmesini, parlamento ve yerel yönetimlerin çocuğa karşı şiddetin önlenmesi, çocukların korunması ve faillerin cezalandırılması için gerekli bütün önlemleri almasını içeriyor. Buna katlanamıyorlar.
Diyorlar ki “Anayasa’nın 10. maddesi kaldırılsın.” Ne diyor bu madde? “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” Anayasa’dan eşitliği çıkarınca geride hiçbir şey kalmayacağını çok iyi biliyorlar.
Diyorlar ki “Anayasa’nın 41. maddesindeki ‘Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar’ ifadesindeki aile planlaması ifadesi çıkarılsın.” Devletin, kadınların kendi bedenleri hakkında karar alma hakkını güvence altına alma yükümlülüğüne katlanamıyorlar.
Diyorlar ki “6284 sayılı Şiddetin Önlenmesi Yasası kaldırılsın. Yeni yapılacak düzenlemede koruma kararları daraltılsın. Şiddet faillerine uzaklaştırma kararı verilemesin. Şiddet ve boşanma durumlarında zorunlu ara buluculuk getirilsin. Evli olduğu erkeğin şiddetine uğradığında kadın şikayetçi olmasa bile süren kamu davaları tümüyle ortadan kaldırılsın, şiddet şikayete bağlansın.” Kadınlar şiddet sarmalından asla çıkamasın, devlet şiddet failini korusun istiyorlar.
Diyorlar ki “Türk Medeni Kanunu değiştirilsin. Kadınlara nafaka hakkı yerine şeriat hukukundaki ‘mehir’ düzenlensin. Nafaka hakkı kalacaksa da en fazla 1 yıl olsun. 169. madde içinde yer alan ve dava boyunca ödenebilen tedbir nafakasının süresi en fazla 3 ayla sınırlı tutulsun. “Zina” ile suçlanan kadınlar velayet, nafaka, tedbir vs. bütün haklardan mahrum bırakılsın. Çocukların velayeti esas olarak babaya verilsin (Bu da “İnancımıza ve kültürümüze göre çocuğun velayeti babaya aittir, velayetin anneye verilmesi babaların bu doğal hakkının gasbına neden olmaktadır” diye ifade ediliyor). Evlilik yaşı 13’e indirilsin, çocuk yaşta evlilik nedeniyle süren ceza davaları düşürülsün” Yani Medeni Kanun yerine şeri hukuku talep ediyorlar.
Diyorlar ki “Türk Ceza Kanunu’nda değişiklikler yapılsın. İdam cezası geri getirilsin, zina yeniden suç haline getirilsin, kadın örgütleri ve LGBT örgütleri terör örgütü kapsamına alınsın.” Yani hak talebinde bulunan herkes “Düşman ve terörist ilan edilsin, yaşamsal hakları ellerinden alınsın” istiyorlar.
İstiyorlar ki kadınlar çalışma hayatından tümüyle uzaklaştırılsın. Bunu meşrulaştırmak için de “Çalışan erkeklerin ücretlerine aile ve çocuk ödemeleri yapılsın, bu ödemeler de aileleri kadınların çalışmamasına ikna edecek düzeyde olsun” diyorlar. Kadınların bağımsız yaşam kurmaya yönelik her türlü girişimi tümüyle engellensin, kadınlar zorla evlere kapatılsın istiyorlar.
Kadınların evde, işte, sokakta korkmadan yaşama, çalışma, yürüme hakkı olmasın istiyorlar. Kadınların eşit koşullarda çalışma, eşit ücret alma, ekonomik özgürlük haklarını gasbetmek istiyorlar. Kadınlar öldürülme korkusuyla yaşasın, şiddete boyun eğsin istiyorlar.
Onların iktidarın önüne koyduğu bu talepler, aynı zamanda yakıcı mücadele gündemlerimiz, çünkü biliyoruz ki Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu raporundan beri Aile Meclisi, Boşanmış Baba Hakları vs. gibi kadın haklarına saldırıyı kendisine esas alan platformların, cemaat ve tarikatların sayfa sayfa yayımladığı talepler listesi adım adım uygulanıyor.
Bu liste, İstanbul Sözleşmesi için verilen mücadelenin sözleşmeyi aştığını gösteriyor. İzin vermeyeceğiz. Mücadelemiz İstanbul Sözleşmesi için, mücadelemiz haklarımız ve hayatlarımız için. Vazgeçmeyeceğiz.
Bu yazı Evrensel gazetesi sitesinden derlenmiştir.
Yorumlar