Ölüm ve yaşam arasında ince bir çizgi: Yaşamak istiyoruz – Selin Türkyılmaz

Her düştüğümüzde yeniden kalktık. Her nefesimiz kesildiğinde, omzumuzda bir el hissettik. Her gözyaşımız döküldüğünde, çoğaldık dalga dalga… Şimdi bulunduğumuz her yerden hep birlikte haykırıyoruz… Şiddete, tacize, tecavüze karşı yaşamak istiyoruz. Hayatlarımızı bizlerden çalmaya çalışan erkek egemen sistem karşısında yaşamak istiyoruz.

Ne güzel bir duygudur gökyüzüne huzurla bakmak… Ne güzeldir bir çiçeği doyasıya koklamak… Ne güzel uçsuz bucaksız bir sokakta elleri iki yana açarak seke seke hoplamak, zıplamak… Belki de bir müziğin tınısında kendini bulmak ya da kaybolmak…

Burası acı bir müziğin sesinde kaybolanların ülkesi… Gökyüzüne huzurla bakarken, “namus” cinayetine kurban gidenlerin ülkesi… Burası Mamak’ta beyaz pantolon giydiği için öldürülen Zülfü’nün, boşanmak istediği için bir markette, kızlarının gözü önünde defalarca bıçaklanan Sırma’nın ülkesi…

Aslında çiçekli şiirler yazmak isteyen bir kadının mısraları ile başlamıştı her şey… Uzaktan bir sesti bu. Şair bağıra bağıra haykırıyordu.

‘’Kaç metredir benim yokluğum?

Benden daha çok var sanmıştım.

Benim yokluğumdan dünyaya

Bir elbise çıkar sanmıştım.

Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan

Sonunda ben de alıştım.

Ah… dedim sonra,

Ah!’

Evet, şair böyle diyordu ama bir yerde yanılıyordu. Sonunda biz alışmayacaktık. Düştüğümüz yerden kalkacak, hayata yeniden başlayacaktık. Belki çok kayıplar vermiştik, belki oldukça fazla yaralanmıştık, defalarca tükenmiş; ama hiç yılmamıştık.?

Benim hikayem de böyle başlamıştı işte. Mamak’ta birbirini hiç tanımayan kadınların arasında farklı bir bağ ve güç ile tutunmuştum onlara… Bir parkın adına, bir kadının ismi verilmişti… Yaşasaydı, ne hayalleri vardı kim bilir? Ama bir kelebeğin ömrüne tutulacağı nereden gelecekti aklına? Onun adı “Zülfü” idi. Öldürüldükten sonra mahallemde bir parka verildi ismi.

Kocası tarafından katledilen kadınlardan yalnızca biriydi. Davalarına gittik geldik, ablaları ile kız kardeş olduk. İlk defa kadın dayanışmasını orada öğrendim. Birbirini hiç tanımayan kadınların, herhangi bir kan bağı olmadan birbirine güvenle ve inançla tutunduğunu onlardan öğrendim. Bir adliye köşesinde, bir dava sonucunu beklerken, göz göze geldiğim her kadın arkadaşımdan öğrendim…

 Bir gün başka bir haber geldi. Bir kadın boşanmak istemişti. Evini ayırmış, kendisine şiddet uygulayan kocasını bir daha görmek istememişti. Adamın son defa görüşme isteğini yerine getirmemesi gerektiğini biliyorsa da, çocuklarına dayanamamıştı. İki çocuğunun gözleri önünde bir markette, defalarca bıçaklanmıştı. Aylarca yaşama tutunma mücadelesi vermiş, kadınlar hastanede onun için nöbet tutmuştu. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyi o kadından öğrenmiştim. Yaşama tutunduğu andaki gülüşlerini, çocuklarına sarıldığı andaki sevgisini, elimi tuttuğundaki kararlılığını ömrüm boyunca unutmam, unutamam…

İçimde derinden derine büyüyen bir filiz vardı.  Kavramlar içinde boğuşurken, pratikte bir sürü deneyim kazanmış, kadın mücadelesinin bir parçası olmuştum. Davalara gidiyor, kadınların yanında oluyor, bir ekmeği paylaşıyor, bir acıyı binlerce parçaya bölüyorduk.

Şiddet bir taraftan hayatımızın bu kadar içindeyken; taciz, tecavüz ve istismar haberleri ile allak bullak oluyordum. Bütün bunlardan önce cam bir fanusun içindeymişim gibi hissediyordum kendimi. Kulaklarımı kapatsam da duyuyordum. Bu kadar kötü insanın içinde hayata tutunmaya çalışan çocuklar, kadınlar vardı. Ben kulaklarımı kapatsam ne olacaktı? Bir kere yolumuz kesişmişti o mücadeleci kadınlarla… Bir kere meydan okumuştuk; bizi var ettiğini sandığımız geçmişe, içinden çıkamayacağımızı sandığımız karanlık geleceğe, erkek şiddetine…

Bu haber geldiğinde bir annenin feryadı çınladı kulaklarımızda. Adalete tutunmak istemişti. Mamak’ta belki de uzun zamandan sonra insanların tek ses olduğu, kadınların sokağa çıktığı, binlerce kişinin tepki gösterdiği bir olay ile anneye ses vermiştik. Bir cafede, gençlerin yoğunlukla kullandığı bir mekanda, bir çocuğa uyuşturucu madde verilerek tecavüz edilmişti. Kadınlar, bir olarak önce kaçak olan istismarcının bulunmasını, sonra da mahallede büyük bir eylem yaparak cafenin kapatılmasını sağlamıştı. O gün, orada biriken kalabalığın gözlerinden okunuyordu ‘’Bu son olsun!’’ feryadı. Kadınlar en öndeydi. Belki de Mamak sokaklarında ilk kez bu kadar gür bir ses yankılanmıştı. Bu kadınların bir kazanımıydı. Genciyle, yaşlısıyla tek ses olan mahalleli, istismarcıların cezasını alması için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyordu ki uzun soluklu bir hukuk maceramız başladı.

İşte kendimi en güçlü hissettiğim anlardan biri de buydu. Davalardan birinde, istismarcıya yardım eden kişi mahkeme salonundan çıkarken ‘’Adalet yerini bulacak!’’ diye bağırdığında kastettiği kendini koruyan erkek adaletti. O’nun gözlerinin içine bakarak haklılığımızı haykırdığımızda, kendimi çok güçlü hissettim. Canımız ateş gibi yanıyordu ama birbirimizden aldığımız güç, o ateşten daha yakıcıydı. El ele tutuştuğumuzda, titreyen ellerimizdeki kararlılığı hissediyorduk. “Adalet yerini bulacak!” diyen gücü kendinde bulan istismarcılara karşı, yalnızca kadın mücadelesine ve dayanışmamıza güveniyorduk.

Uzun soluklu maceramız sonucunda istismarcının aldığı ceza içimize biraz su serpse de, bu iki yıl boyunca çok şey öğrenmiş, ne yollar kat etmiştik. Hayal kırıklıklarımız, ağlamalarımız, isyanımız yaşamımıza yeniden tutunmanın yollarını açmıştı bize. Eylemlerimizde attığımız sloganlarımız, hayatlarımızın bir parçası olmuştu artık.

Bütün bunları yaşarken bir taraftan da hayatın başka bir yüzü ile savaş veriyorduk. Aslında bu yazıyı kaleme almama neden olan şey, şimdi size bahsedeceğim bu olaydır. Yakınımızda, herkesin tanıdığı bir müzisyen(!) tarafından bir çocuğun istismar edildiği haberini almamız ile yeni bir mücadeleye başlamıştık. Aslında her şey çok açıktı. Çocuğun beyanı esastı. Ama bu kötülük dört bir yanımızı sarmıştı. Yıllar içinde insanların bazı duyguları körelmiş, kendi çaplarında güçlü olanı tutmak gibi bir yanılgıya düşmüşlerdi. İstismar süresince atılan mesajlar, bir öğretmenin bir öğrencisini istismar ettiğini açık eden mesajlardı. Bu mesajların ifşa olması ile insanların aynı tutumları devam ediyordu. ‘’Biz onu ailece tanıyoruz, o kesinlikle böyle bir şey yapmamıştır.’’ ‘’Emrah Metin’e iftira atıyorlar.’’ , ‘’O böyle bir şey yapacak bir insan değil.’’

Mesajları okudukça içimizdeki isyan duygusu da aynı şekilde sivriliyordu. Her şey bu kadar açıkken kimileri tarafından bir istismarcının açıkça savunulduğunu gördüğümüzde, bununla mücadele etmeye karar vermiştik. Haklı olduğumuzu biliyorduk. Bir araya geldiğimizde güçlü olduğumuzu da… Yine bir hukuk mücadelesine başlamıştık. Kötü insanlar diye başladım ama yanlış anlaşılmasın. Yüzlerce insan bu süreçte sesimize kulak vermiş, her geçen gün bir bir ‘’o böyle yapmaz’’ diyenlerin ‘’biz de istismarın karşısındayız’’ diyenlere dönüştüğünü gördük. İstismarcı aileye iftira attı, çocuk üzerinden kendini aklamaya çalıştı, velhasıl yerin dibine battıkça battı. İstismarcı olduğu anlaşılınca bu süreçte konserleri bir bir iptal edildi, okullara müzik dersi vermeye gittiğinde işleri iptal oldu. Gittiği her kapıda istismarcı olduğu yüzüne vuruldu. Gittiği her kapıda istismara karşı duruşu gördü. İstismarcıyı savunanların bir bir geri adım attığını gördük. Kadınların birbirine sımsıkı tutunarak başlattığı bu mücadelenin kocaman bir ağa dönüştüğünü gördük. Mücadele edersek, peşinden gidersek, birbirimizi savunursak kazanacağımıza inandık. Bu davada da gördük ki, kadınlar pes etmedi. Kadınlar bir istismarcıyı aklamadı, aklanmasına izin vermedi. Bu davanın sonucunda da Emrah Metin 12 yıl istismardan, 1 yıl da tacizden olmak üzere toplam 13 yıl cezaya mahkum edildi. Ama hiçbir şey bitmiş değil. Kadınlar, istismarcının o cezayı çekmesini sağlayana kadar bu davanın peşini bırakmayacak, mücadele edecek, davanın takipçisi olacak.

Görüyoruz ki bu ince çizgide yaşamak ve yaşatmak en temel talebimiz. Dava sonucundan sonra insanlara bu durumu anlatırken hem fikir olduğumuz bir nokta vardı. Mahkemeden ceza çıkmasaydı da, Emrah Metin’in istismarcı olduğu gerçeği değişmeyecekti. Kendini aklaması gereken çocuk değildi ve çocuğun beyanı esastı. İnsanlar ile bu noktada birleştiğimizde de içimiz iyice rahatladı, kadın mücadelesinin hepimize derin bir nefes aldırdığına şahidi olduk.

Velhasıl, neler yaşadık neler… Her düştüğümüzde yeniden kalktık. Her nefesimiz kesildiğinde, omzumuzda bir el hissettik. Her gözyaşımız döküldüğünde, çoğaldık dalga dalga… Şimdi bulunduğumuz her yerden hep birlikte haykırıyoruz… Şiddete, tacize, tecavüze karşı yaşamak istiyoruz. Hayatlarımızı bizlerden çalmaya çalışan erkek egemen sistem karşısında yaşamak istiyoruz. Kıyafetimize karışanlar, her şeye maydanoz olanlar karşısında yaşamak istiyoruz. Yaşam ve ölüm arasında bu ince çizgiden yaşamı örgütleyerek, her 25 Kasımda isyanın sesi, her 8 Martlarda özgürlüğün öznesi olarak çıkıyoruz…

Dedik ya, düştük bir kez yollara, geri dönmek olmazdı…

Yorumlar