Çalışan annenin EBA’yla imtihanı: “Önlemleri alın, okulları yüz yüze eğitime açın!” – Duygu Semiz

Patriyarkanın üstünde yükselen kapitalizm yine en iyi bildiği şeyi yapıyor. Toplumsal görevleri yine kadına yüklüyor. Hem kadın hem işçi hem öğretmen hem arkadaş hem psikolog hem ev ekonomisti olmamız isteniyor. Bir taraftan en ucuz market-pazar-online alışveriş siteleri itinayla takip edilirken evin ihtiyaçlarının karşılanması için hem de MEB’in görevi olan “eğitim-öğretim” görevini yerine getirmemiz bekleniyor.

Çalışan annenin EBA’yla imtihanı: “Önlemleri alın, okulları yüz yüze eğitime açın!” – Duygu Semiz

11 Mart tarihinde COVID-19 pandemi ilanı ile birlikte 13 Mart çocukların okulda son günü oldu. İşyerlerinde de evden çalışma aynı tarihlerde başladı. Bir taraftan evden çalışma süreleri birer hafta uzatılma mailleri gelirken diğer taraftan okulların açılması ile ilgili Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ve pandemiye bağlı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamalarını haftalık ve hatta günlük takip etmeye başladık ve tabii son söz sayın cumhurbaşkanının… İlk olarak EBA TV denedik ve içerik-nitelik olarak beğenmedik; takip etmesinin yarardan çok zarar getireceğine inanarak takip etmedik. Sevgili öğretmenimizle sürekli iletişim halindeydik; özel okullarda eğitim online yapılmaya başlamıştı bile. Ama bizim öğretmenlerimiz en büyük işveren olan devletten gelecek olan yazıları, kararları bekledi ve hala onlar da biz de gelişmeleri televizyondan takip ediyoruz.

Günler haftaları, haftalar ayları kovalarken koca bir yaz tatili de girdi araya ve yeni eğitim-öğretim yılının başlangıcı olan Eylül ayı gelmişti bile. 31 Ağustos’da yüz yüze eğitimin başlayacağını duyurdular yazın ortasında. Bu benim için sevindirici bir haberdi; az çok öğretmenlik geçmişim ve 1.sınıfa başlayan bir çocuğum olmasının “çocukların akranları ile birlikte yüz yüze eğitim almasının” diğer her şeyden daha değerli olduğunu söylüyordu. Ama elbette yine kandırılmıştık. 31 Ağustos açıklamasının aslında özel okulların kayıt almasını sağlamak olduğunu 31 Ağustos’a az kala anlamıştık. Pandemi döneminde “normalleşme” açıklamalarının bile aslında halkın ruh sağlığı ile ilgili olmadığını biliyorduk. Ekonominin dibe vurması tüm dünyada yaşanan ve yaşanacak olan krizin emarelerini hisseder olduk. Bir taraftan işverenlere kıyak olsun diye “işsizlik fonu” birikimi mücbir sebeple “kısa çalışma ödeneği” olarak yağmalandı-yağmalanıyor.

Bir taraftan işim gereği ofise dönüş planları hazırlarken bir taraftan tam anlamıyla işe dönemiyorduk; ofise başlayan ya maskeyle çalışmanın verimsizliğinden yada evde çalışmanın verimliliğinden eve geri döndü. Elbette bu süreçte yine en çok çalışan ve en çok üstünden “kâr” edilen biz “kadınlar” olduk. Ev-işyeri kavramları birbirine girdi; mesai saatleri kavramı ortadan kalktı. Öğlen yemeği ve mikro molalar evde çalışanlarla yaptığımız eğitimlerde de gördük ki tamamen havaya uçtu. Her sabah 09.00’da bilgisayarını açan beyaz yaka bir türlü 18.00’de bilgisayarı kapatamaz oldu. Artık çocuklar evde olunca sabah toplantı ve eğitimin yoksa gece çalışmaları başladı. Çünkü sabah kalkıp çocuklara kahvaltı hazırlayıp pijamalarını çıkarttırıp çalışma masasında defterinin kaleminin hazır olması bekleniyordu; ufak bir ayrıntı elbette bilgisayar veya tablet pandemi koşullarında şart!

Öğretmenler Zoom’dan veliyle yaptığı toplantıda şunu söylemek zorunda kaldı: “Sorumluluk esas olarak siz velilerde”… Haklılar çünkü öğretmen sınıfta çocukla göz teması kurarak omuzuna dokunarak, ağladığında sarılarak, arkadaşı ile kavga ettiğinde sorununu nasıl çözmesi gerektiğini göstererek yürüttüğü eğitimi bu koşullarda yapamaz. Çocukta ailesi dışında “birey” olabilme “özgürlük” “sorumluluk” “sosyalleşme” gibi nedenlerle gitmesi gerektiği okulda değil artık! Çocuklarımın ikisini de 2 yaşında kreşe başlattım: bazen gitmek istemediklerinde “anne işe – çocuk kreşe” diyerek alıştırdım. Ev içinde çocukla etkinlik-ödev yapmak hiç istemedim. Tabii ki kitap okuduk-okuyoruz ama bu bizim için hiç görev olmadı.

Öğretmenimiz ilk günden itibaren velilerin de beklentisini karşılamak için bol bol ödev verdi; biz bir türlü yapamadık. Yaptık yapmasına ama çok yüz göz olduk – sonra gelsin öfke patlamaları gitsin “seni sevmiyorum anneler”… Özenç çok haklıydı; “ders okulda yapılır anne ben evde ders yapmayı sevmiyorum” Ama maalesef ki bu sene ders okulda değil evde yapılacak gibi duruyor. Telafi eğitimi olarak tarif ettikleri 3 haftalık süreyi geride bıraktık. Evde bilgisayarımız, tabletimiz ve telefonumuz var; biraz da yaptığımız işin gereklilikleri olarak… Ama aynı okulda hatta aynı sınıfta diğer çocukların annelerinin iş bilgisayarına “güvenlik” gerekçesiyle EBA yada Zoom yükleyemedikleri yada o anda zaten kendileri çalışmak zorunda olduğu için ve ikinci bir ekran olmadığı için telefondan derslere bağlandıklarını biliyorum. Bazı çocukların evinde bilgisayar ve tablet zaten yok; bu sene böyle olacaksa diğer ihtiyaçlar beklesin bir tablet alalım ya da bir bilgisayar alalım planları yapılıyor İstanbul’da çoğu evde… Ya Anadolu’da?

Hem kendi içinde kaldığım keşmekeş hem de yoğun olarak yaşadığımız eşitsizliğin giderek daha da derinleştiğini hissederek omuzlarımızdaki yük daha da artıyor. Zaten en anlamadığım konu da bu hadi İstanbul-Ankara gibi vaka sayısının çok olduğu büyük illerde okulları açmıyorsunuz neden diğer iller ilçelerde hatta köylerde türlü zorluklara rağmen okula göndermek bile zorlayıcıyken, şimdi bu çocukların EBA’dan-Zoom’dan yani internetten yani tablet ya da bilgisayardan ders yapmasını istiyorsunuz.

Şu gerçeğin altını çizelim; patriyarkanın üstüne yükselen kapitalizm yine en bildiği şeyi yapıyor. Toplumsal görevleri yine kadına yüklüyor. Şimdi evde hem kadın hem işçi hem öğretmen hem arkadaş hem psikolog hem ev ekonomisti olmamızı istiyor. Bir taraftan en ucuz market-pazar-online alışveriş siteleri itinayla takip edilirken evin ihtiyaçlarının karşılanması için hem de MEB’in görevi olan “eğitim-öğretim” görevini yerine getirmemiz bekleniyor. Hem işyerimizin sorumluluklarını yerine getirmemiz gerekirken hem de çocuğumuz bu süreçte psikolojisi bozulmasın diye etkinlikler, arkadaş buluşmaları yapmamız bekleniyor.

Peki benim bu yazıyı yazmama sebep olan gelişme neydi?

Dün salı olmasına rağmen okulun ilk günüydü; 2. sınıf (çocuk motivasyonunu kaybetmesin – öğretmeninden arkadaşlarından kopmasın…) başladı. Ve EBA’dan ilk derse girebildik kendimizi seçkinler sınıfından hissettik; çünkü bağlanabilen çok az öğrenciydi – veli whatsapp grupları coştu. Sonra zaten biz de giremedik; öğretmenimizden gelen Zoom linkiyle pes edene kadar bağlanmaya çalıştık. Ve günüm iptaldi; başka hiçbir şey yapamadım. Üstüne de ne yazık ki o talihsiz açıklamayı dinledim; sayın Ziya Selçuk “Bu bizim için olumlu bir haber. İnanılmaz talep var” diyordu ekranda.

Ben de talebimin daha güçlü bir şekilde duyulmasını zaruri hissediyorum:

Sayın Bakan,

Talebim EBA yada Zoom değil. Evet çok talihsiz bir salgınla karşı karşıyayız evet sağlık herşeyden önemli. Salgınla ilgili ilk günden itibaren ülkemiz, halkımız, sağlığımız ve geleceğimiz ile ilgili gerekli önlemleri almadınız. Aldığınız önlemler ne yazık ki hep sermaye sınıflarının önceliği doğrultusunda gelişti ancak onda bile başarılı olduğunuzu söyleyemeyeceğim. Beyaz yaka dışında evinden çalışan yok; insanlar işe gitmek zorunda, işe gitmeyip evden de olsa çalışmak zorunda. Pozitif çıkan hastaların evlerine toplu ulaşımla dönmesine izin vererek salgının büyümesine siz neden oluyorsunuz. Siz derken nezdinizde mensubu olduğunuz hükümet partisi…

Önlemleri alın ve özellikle küçük yaş gruplarına kademeli olarak okulları yüz yüze eğitime açın!

Hadi bunun için neler yapılabileceğini de söyleyelim:

  1. Sınıfta ve genel olarak okulda metrekareye düşen öğrenci sayısı düşürülmeli,
  2. Şimdilik 1.siniflari ikiye bölmek bu ihtiyaca yönelik alınmış geçici ve yetersiz bir çözüm. Tüm sınıflar okula başladığında çift eğitim (sabahçı/öğlenci) yada hibrit sistem uygulamaları da yine yetersiz kalacak. COVID-19 pandemisinin ne zaman biteceğine dair yakın bir tarih ufkumuzda yok olsa bile başka virüs pandemilerinin olmayacağının garantisi yok. Bu durumun önüne geçmek için atıl durumdaki kamu binalarının okul olarak kullanılabilmesi için yeniden düzenlenmesi, geçici prefabrik sınıflar ve bu sınıflar için yeni öğretmen ataması yapılacaklar listesinin en başında olmalı,
  3. Temizlik, hijyen ve koruyucu malzeme (maske, temizlik malzemeleri, antiviral solüsyonlar) temininin okul ya da veli inisiyatifine bırakılmaksızın devlet tarafından ve ihtiyaca uygun miktarda karşılanmalı,
  4. Her okulda çocukların sağlık durumunu takip etmek için ateş ölçer cihazlar bulundurulmalı,
  5. Birlikte yaşadığı aile bireylerinde pozitif çıkması durumunda veli beyanına bırakılmadan e-okul sistemi ile e-nabız sistemi eşgüdümü sağlanarak temaslı çocuğun okula izolasyon süresince okula gelmesi önlenmeli,
  6. Her okulda olası hastalık durumunu hızla tespit edecek ve önlem alacak sağlık personeli bulundurulmalı ve izolasyon odaları kurulmalı,
  7. Sınıfların, koridor ve tuvaletlerin yeterince sık temizlenebilmesi için yeterli personel bulundurulmalı. Okullarda temizlik personeli genellikle okul aile birlikleri üzerinden istihdam ediliyor. Düşük ekonomik güce sahip okullar (Türkiye’deki okulların büyük kısmını oluşturuyor!) yeterli personel istihdam edemiyorlar. Temizlik personeli ihtiyacı okulların inisiyatifine bırakılmaksızın devlet tarafından karşılanmalı.                                                                                            Bu yazı sendika.org sitesinden derlenmiştir.

Yorumlar