Kendi içimde haykırışlarımı sürdürürken, rutubet kokan evimiz tahterevalli gibi bir sağa, bir sola sallanmaya başladı. Ev salladıkça ben de yerimde sallandım. Yağmur damlalarının her bir tanesi yere bir bir düştükçe, tenimde karanlık bir gölge oluştu.
Uzun süredir yağmurlu havalardan çok korkuyorum. Oysa bana hep yağmur damlalarının iyileştirici gücünden bahsettiler. Al yanaklı babaannem:“Yağmur damlaları, bitkilere can verir. Cildimizi yumuşacık yapar. O küçük damlacıklar masunluğu simgeler. Yeryüzünde yaşayan tüm kirli insanları temizler” derdi. Şimdi pencerenin önünde oturmuş ellerimi, kollarımı, ayaklarımı, saçlarımı inceliyorum. Çürümüş ağaç kabuğu gibi, kuru ve cansızlar. Al yanaklı babaannem şimdi yanımda olsaydı, tüm gücümle ona haykırırdım.
“Babaanne neden bana yalan söyledin? Milyonlarca yağmur damlasının neden bir tanesi bizim evimizdeki kirli eli temizlemedi? Ben her gün burada oturuyorum. Korkarak yağmurun yağışını izliyorum…”
Kendi içimde haykırışlarımı sürdürürken, rutubet kokan evimiz tahterevalli gibi bir sağa, bir sola sallanmaya başladı. Ev salladıkça ben de yerimde sallandım. Yağmur damlalarının her bir tanesi yere bir bir düştükçe, tenimde karanlık bir gölge oluştu. Gölge yavaş yavaş bana yaklaştı. Kafamı kaldırdığımda, gölge babamın yüzüne dönüştü. “Hışş! Sessiz ol.” dedi… Kollarımla ittim, tüm gücümle duvara fırlattım. Tekrar geri geldi. Nefesini kulaklarıma bırakarak “Beraber yağmurda ıslanmak ister misin?” dedi. Yine tüm gücümle bağırdım. “Neden?” dedim. Ama atmakla, fırlatmakla, bağırmakla son bulmadı. Sürekli gölgesini üzerimde gezdirdi. Yağmurun hoyratça sesinden kimse beni duymadı. Karanlık gölgesinden korumadı…
Annem: “Melekler, küçük kız çocuklarını korur.” derdi. Neden Melekler beni korumadı? Diğer kız çocuklarını her gün izledim penceremden. Benden farkları neydi? Benim saçlarım onlarınki kadar uzun değildi. Belki de bu yüzden benim kız olduğumu fark etmediler. Korkuyla yerimde sallanırken, aşağıdan annemin sesini duydum. “Yukarısı soğuk, üşüteceksin.” Yavaş adımlarla aşağıya inerken, kendi kendime “Anne, ben her saniye üşüyorum görmüyorsun?” dedim…
Çoğu zaman annemin de benim gibi, yağmurlu havalardan korktuğunu düşünürüm. Yağmurlu bir sabah, küçük kız kardeşim dünyaya gelmişti. Sonra kardeşimi bir daha hiç görmedim. Annem: “Kardeşini leyleklere verdim. Çok uzaklara gitti” dedi. Nedenini sordum. “Topalım kendimi zor taşıyorum. Kardeşini taşıyamazdım” dedi.
Ben de evimizin çatısına çıkıp, her sabah leyleklere sesleniyorum “Kardeşimi sakın buraya geri getirmeyin, bizim evimize çok yağmur yağar. Onun üzülmesini istemem. Sakın getirmeyin olur mu? Kardeşim çok küçük, babamın karanlık gölgesinde kaybolur” diyorum.
Merdivenlerden aşağıya inerken, annemin yüzünü görüyorum. Dalgın bir halde patates soyuyor. Annem çok güzel patates yemeği yapar. Yanına yaklaştım, topal ayağına sarıldım. “Anne çok üşüyorum” dedim. Duymadı annem beni. Patatesler o an daha çok önemliydi. Annemin patates soymasını izledim. Annem, patatesleri hiç üzmedi. Küçücük elleriyle, şefkatlice tuttu. İçimden “Keşke bir patates olsaydım. Belki babam o zaman bana dokunmazdı. Elleri bahçemizdeki kaktüslere benziyor. Dikenlerini bedenimden söküp atamıyorum. Bir patates olsaydım, sert kabuklarım olurdu. Kendimi sonsuza kadar korurdum.
Keşke kocaman bir patates olsaydım. Belki annem beni de taşıyamazdı. Kardeşimi, verdiği gibi beni de leyleklere verirdi. Hiç dönmemek üzere babamın karanlık gölgesinden kaçıp, bir leyleğin kanadında yağmursuz havalara uçardım…”
Yorumlar