Covid-19 sağlık krizi derinleşirken, küresel üretimdeki kısa vadeli çöküşün son 150 yılda, yani kapitalizmin tarihi boyunca yaşanan tüm resesyonları aşacağı giderek daha da net görünmeye başladı. ILO krizin 195 milyon istihdamın yol olmasına yol açacağı tahmininde bulunuyor.
Benzersiz bir kriz: Covid-19 pandemisinde toplumsal yeniden üretim ve kapitalist hayatın tekrar üretimi
İşe geri dönüş!
Covid-19 sağlık krizi derinleşirken, küresel üretimdeki kısa vadeli çöküşün son 150 yılda, yani kapitalizmin tarihi boyunca yaşanan tüm resesyonları aşacağı giderek daha da net görünmeye başladı. ILO krizin 195 milyon istihdamın yol olmasına yol açacağı tahmininde bulunuyor. Yani, Covid-19’un epidemiyolojisini enine boyuna tartıştıktan sonra, medyanın dikkati artık giderek küresel ekonomik aygıtın nasıl yeniden başlatılabileceğine odaklanmaya başladı. Hala ölülerimizin yasını tutuyor olsak da, artık, kapitalizm koşullarında ekonomik sağ kalımın üretime ve çalışmaya dayandığını tartışma vakti gelmiş gibi görünüyor. Burada bu makaleyi yazdığım BK’da, “Britanya’yı işe geri döndürmek”, lideri hala virüsten yeni yeni iyileşmekte olan iktidarın yeni sloganına dönüşüyor. Artık pandemi açık seçik biçimde küresel bir sağlık tehdidinden küresel bir ekonomik tehdide dönüşmüşken, benzer kaygılar dünya çapında tartışılıyor. Yine de sosyal mesafeyi koruyarak dünyayı “işe geri döndürmek” hiç de kolay bir iş olmayacak. Küresel kapitalizm sosyal etkileşimlere dayalı. Aslında, küresel evresi sadece çalışanlar arasındaki değil, aynı zamanda ülkeler, piyasalar, metalar ve tüketiciler arasındaki sosyal mesafeyi silmeyi amaçlıyordu. Ama mevcut durumda, kapitalizm koşullarında hayatı yeniden üretme yollarımız bizi kelimenin tam anlamıyla öldürebilir ve bu da Covid-19 krizinin yarattığı açmazı izah ederken basit bir ayrıntı değil. Tersine analizin başlangıç noktası olarak ele alınmalı. Nihayetinde, mevcut pandemi, bir üretim krizine dönüşmeden önce, sistemik bir toplumsal yeniden üretim krizi yarattı. Tithi Bhattacharya’nın ileri sürdüğü gibi, pandemi hayatı üreten faaliyetlerin kapitalizmin işleyişi bakımından ne kadar merkezi olduğunu gösterdi. Dahası, aynı zamanda bakım faaliyetinin değerini ve yer küredeki farklı topluluklar ve bireyler tarafından tecrübe edilen keskin bakım faaliyeti eşitsizliklerini de gösterdi. Bu her bakımdan, önceden benzeri olmayan bir yeniden üretim krizi.
Toplumsal yeniden üretim krizi olarak pandemi
Feminist kuramcı Nancy Fraser kapitalizmin, farklı evrelerinde, nasıl farklı toplumsal yeniden üretim rejimlerini devam ettirdiğini; yani çeşitli yeniden üretimsel toplumsal ilişkiler ve kurumlar setlerinin değişen tarihsel momenti boyunca kapitalist hayatı yeniden üretebildiğini gözlemliyor. Örneğin, batı dünyasının büyük çoğunluğunda, neo-liberal küresel evre, metalaşmış, piyasa temelli bir toplumsal yeniden üretim rejiminin yükselişine tanıklık etti. Ama aslında pandeminin de açıkça gösterdiği gibi, bunun aslında hayatın kendisine yönelttiği tehdit mevcut sahici ulusal sağlık sistemi içinde, örneğin ABD’deki özelleştirilmiş sağlık sistemi ile İtalya, Almanya veya Fransa gibi kamusal sistemler arasında büyük farklılıklar gösteriyor. Neo-liberal yeniden üretimin rejiminin yükselişi ve kurulması sadece, örneğin kadınların emek piyasalarına kitlesel biçimde girişinde olduğu gibi, neo-liberal üretim modelinin gelişimi için araçsal olmakla kalmadı, aynı zamanda onun kurucu eksenlerinden birisi oldu. Buradan hareketle, mevcut kriz, “sadece” bir üretim krizi değil; çok daha derin bir toplumsal yeniden üretim krizi. Kapitalist krizler daima yeni toplumsal üretim rejimlerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. Ancak, bu olağanüstü bir kriz, çünkü hayatı korumak için temelde tam da ekonomik temelini zayıflatmamız gerekiyor ve daha görünürde bir alternatif yok. Bu nedenle insanlara yapılan “işe dönme” çağrıları, bu geri dönüşün nasıl olacağını izah edemiyor. Bu kriz en az üç bakımdan benzersiz: bunlar sömürme yeteneğindeki azalma, ücretli çalışma ve yeniden üretim zamanının iç içe geçmesi ve büyük ölçekli ölümler gerçeği ve siyaseti.
Sömürülemezlik
Öncelikle, mevcut kriz geniş ölçekli kapitalist sömürü ihtimalini zayıflatıyor. Kapitalizm koşullarında, “sömürülmenin sömürülmemeden daha iyi olduğu” yolundaki o rezil slogan, hiç şimdi olduğu kadar anlamlı olmamıştı. Dünyanın büyük bir çoğunluğu geçimlerini emek güçlerini satarak karşılarken, bunu yapmanın imkânsız hale gelmesi, bizi Covid-19’dan korusa da, hayatın kendisini tehdit ediyor. Üstelik daha da önemlisi, önceki krizlerde, sermaye ekonomik yükleri işçilerin, devletin veya her ikisinin sırtına yıkarak, ekonomik kayıpları toplumsallaştırmayı başardı. Hem Küresel Kuzey hem de Güneydeki işçiler ekonomik daralmanın yükünü sırtlarken, batılı bankaların ulusal hükümetlerce fiilen kurtarıldıkları 2008 krizinde olan tam olarak buydu. İşçiler arasında en şanslı olanlar daha düşük gerçek ücretlere karşı daha yüksek vergiler ödeyip kamusal hizmetlerde büyük kesintilerle karşı karşıya kalırken, daha şanssız olanlar işlerini ve muhtemelen (sub-prime ipotekli) evlerini tamamıyla kaybettiler. Mevcut krizde, sermaye henüz kendi krizini emeğin krizine dönüştüremedi. Binlerce fabrika tamamen kapandı ve birçok ülkede zorunlu olmayan mal ve hizmet üretimleri durdu. Hem işverenler hem de işçiler aynı anda piyasadan çekilip evlerine kapanmak durumunda kaldılar. Daha önce kapitalizmin tarihi boyunca, herhangi bir kaynağın, örneğin savaş veya piyasa çöküşüyle fiziksel veya finansal olarak yok olmadığı herhangi bir kriz yaşanmamıştı; piyasalar elbette şu an yeniden hareket ediyor ama yine de ekonomik çöküş genelleşiyor. Hayatta kalmak için sömürüye yaslanan küresel bir sistemden sömürüyü çekip aldığınızda elinizde kalan işte bu. Pandemi bütün değerlerin üretiminde insan emeğinin ne kadar merkezi olduğunu tartışmasız biçimde gösterdi. Silvia Federici’nin ifade ettiği gibi, insan bedeni ve bu bedenin barındırdığı emek-gücü, kapitalizm tarafından şimdiye dek “icat edilmiş” en büyük makine.
İronik biçimde, sermaye, sömürme ve mevcut yeniden üretim krizini aşma yeteneksizliğiyle, yeni kar kaynakları ve seçime dayalı konsensüs bulma uğruna, toplumsal yeniden üretimin kendisini yeni bir metaya ve siyasal sınıra dönüştürüyor. Böylece, BK’da, çok ihtiyacı duyulan ventilatörlerin üretimi görünüşe bakılırsa hükümetin hangi imalatçılarla üretim sözleşmesi yapılacağını seçme uğraşları nedeniyle ertelenmiş durumda. ABD’de, Trump’ın – zayıf bilimsel kanıtlara rağmen- hidroksiklorokini etkin bir Covid-19 tedavisi olarak ileri sürmesi, kamuyu ekonomiyi yeniden açmaya hızla ikna etmeyi amaçlıyor. Bu ekonomik ve siyasal oyun, yeniden üretim işçilerinin, özellikle de dünyanın her yerinde, BK’da, ABD’de, İtalya’da, İran’da, Hindistan’da ve diğer yerlerde, çok ihtiyaç duyulan koruyucu ekipmandan yoksun olan sağlık çalışanlarının hayat kurtaran çalışmalarına karşı oynanıyor.
Ücretli çalışma ve yeniden üretim zamanının iç içe geçmesi
Bu krizi benzersiz hale getiren ikinci faktör, ücretli çalışma ve yeniden üretim zamanını iç içe geçirme dayatması. Aslında, bu durum, çoktan insanların evlerinin genellikle yerel ve hatta uluslar arası piyasalara yönelik geniş bir ekonomik faaliyetler yelpazesine ev sahipliği yaptığı Küresel Güneyin birçok yerindeki kayıt dışı istihdamın bir özelliği olmuştu. Ancak, bu iç içe geçmeyi hızlandıran ve Covid-19 karantinası altındaki dünya nüfusunun kitlesel bir yüzdesi bakımından yaygınlaştıran yöntemlerin şu ana dek benzeri görülmüş değil. Karantina dayatmaları içinde yaşadığımız kapitalist dünyanın keskin sosyo-ekonomik eşitsizliklerini daha da görünür hale getirdi. Aslında, bize sürekli olarak evde kalmamız söylenirken, ortaya çıkan ilk en önemli eşitsizliklerden birisi evleri olmayanları veya evlerine kolayca ulaşamayacak olanları vuran eşitsizlikler. Park alanlarında aralarına mesafe koymaya çalışan Las Vegaslı Amerikan evsizlerine veya Hindistan’ın, kamusal ulaşımın iptal edilmesi ve endüstriyel koğuşlardan atılmaları nedeniyle köylerine yürüyerek dönen milyonlarca göçmen işçisine dair dramatik görüntüler, “evde kal” mesajının hiç de evrensel sonuçlar üretmediğini gösteriyor. Ama güya geri gidecekleri bir evleri olduğu için şanslı olanlar bile son derece farklı zorluklarla karşılaştılar. Batı medyası ücretli izin ile evde eğitim alan çocukları arasında akrobasi yapan orta sınıf mücadelelerine çok fazla yer verirken, – ben de ayrıcalıklı bir akademisyen olarak bu gruba dâhilim- aslında birçok insan işlerini kaybetti. Bazıları da tehlikeli ev ortamlarında– pandemi sırasında ev içi şiddet oranları dünya çapında rekor ölçüde arttı-, veya başlıca zorluğun ücretli çalışmayla- ev işini birlikte yürütmekten çok, hayatta kalmak olduğu son derece rahatsız küçük evlerde sıkışıp kaldı. Karantina deneyimlerinin son derece sınıflı, toplumsal cinsiyetli ve ırklı deneyimler olması ve hepimizin aynı gemide olmadığı gerçeğine tanıklık etmesi şaşırtıcı değil. Kapitalizm koşullarında zaten aynı gemide değildik. Karantinanın kendisi tam da istisnai olması sayesinde mümkün; evlerin içine kapanmış olsak da kendi gıdamızı yetiştirme veya kendi ihtiyaçlarımızı giderme yeteneğine sahip olmadığımızda, hayatımızı sürdürmemiz sadece depo çalışanları, posta ve kargo işçileri, çiftçiler ve gıda zinciri işçileri sayesinde mümkün olabilir. Bu kilit sektörlerdeki işçilerinse çoğu asgari ücrete bile zar zor ulaşabiliyor ve yine de karantina koşullarında yeniden üretimimizi garanti altına alıyor.
Trajedi ve büyük ölçekli ölüm siyaseti
Bu krizi bugüne kadar gördüğümüz her şeyden ayıran belki de en tanımlayıcı ve berbat gösterge ise, ölüm, ölüm oranları ve ölüm siyaseti. Bu –kelimenin tam anlamıyla- ölümle sonuçlanan benzersiz bir toplumsal yeniden üretim krizi. Küresel kapitalizmin çalışan çoğunluğun hayatına karşı daima kayıtsız olduğu doğrudur. Siyah köleler rutin biçimde ölümüne çalıştırılmıştır; endüstri işçilerinin ömürleri kısadır ve birçok hastalıkları vardır. Yine de bu – çok daha az bağlaşımlı olan ve tıbbi anlamda daha az gelişmiş bir dünyada yaşandığı varsayılan, çok daha öldürücü 1918 İspanyol gribi salgınındaki birçok benzerlik bir yana bırakılırsa- küresel kapitalizm çağında tecrübe ettiğimiz, büyük ölçekli bir imhanın tüm sınıflara vuruyor gibi göründüğü, ilk gezegensel pandemi. Kast ettiğim şey Boris Johnson’ın da hasta olması. Ancak, yüksek ölüm oranları sağlığa erişimde yaşanan sınıfsal ayrışmaların çirkinliğinin üstünü kapatamadı. Kapitalizmin nekro-politikası bu pandemide, olağan halin de ötesinde, kimin ölüp kimin yaşayacağına karar veriyor. ABD’de, örneğin, siyahların Covid-19’dan ölme ihtimalleri çok daha yüksek. ABD nüfusunun geri kalanından daha yoksul ve hasta oldukları için hepsi de tehlikeli ko-morbiditeler olan diyabet, yüksek tansiyon veya kalp hastalığına sahip olma ve özel sağlık sigortaları olmadığı için hastanelerden geri çevrilme olasılıkları daha yüksek. Altta yatan sağlık koşullarına ilişkin tartışma ise dışlayıcı, engelli-ayrımcı ve yaş-ayrımcı. Öte yandan, neo-liberal bakım faaliyeti yaşama hakkını yalnızca en sağlamların ve en “hak edenlerin” hayatta kalması olarak yorumluyor. Yaşlılar arasındaki yüksek ölüm oranları kaçınılmazmış ve virüsün etkilerinden çok önceden mevcut olan sağlık koşullarına bağlıymış gibi gösteriliyor. Ama yaşlı bir yurttaş, ne kadar yavaş yürüse de, karşıdan karşıya geçerken araba çarptığında sadece yaşlı olması yüzünden ölmez. Buradaki mesele, birçok ülkede hayat kurtaran ventilatörlerin ve hastane yataklarının sayısız Hobbesvari öykü yaratmış olması. BK’da, bazı genel pratisyenler, çalışma yaşındaki otizmli kimselerin veya hasta çocukların hayata döndürülmemesini (DNR) açıktan önerebildi. Yaşam mücadelesinde, insan insanın kurdudur. Dünyanın birçok yerinde, sağlık hizmetine ulaşımdaki bu adaletsizliğe varoluşsal eşitsizliklerin tırmanması eşlik ediyor. Küresel Güney’de kanıtlar, pandemiden ziyade açlık ve zorlukların binlerce insanı öldürdüğünü gösteriyor. Kayıt dışı ekonomideki milyonlarca Hintli işçi için, pandemi sırasında geçimini kazanmak imkânsız hale geldi. Pandemi ayrıca kast ayrımcılığını pekiştiriyor ve karantina kuralları hakkındaki hükümet tavsiyelerini yerine getirmedikleri için Dalit kökenli ailelere yönelik saldırılar yaşanıyor. Kenya’da, kayıtsız dükkânların kapanması büyük çaplı yoksulluk ve gıda stoklarının imhasıyla sonuçlanıyor. Kayıt dışı geçim kaynakları konusundaki kaygılar, gecekondu bölgelerindeki temel hizmetlerin, “kendi” yoksulları arasındaki ölüm oranlarını azaltmak için yerel karantinalar uygulayan yerel uyuşturucu baronları ve suç çeteleri tarafından sağlandığı Latin Amerika’da da yaygınlaşıyor.
Yeni Bir Dünya mı yoksa kâbus mu?
Toplamda sömürülemezlik, yeniden üretim zamanından ayrı ücretli çalışma zamanı bakımından yaşanan çöküş, büyük ölçekli ölüm trajedisi ve dışlayıcı siyasetler, yakın kapitalist tarihte benzeri görülmemiş olan bu yeniden üretim krizini biçimlendirdi. Henüz bir çıkış da görünmüyor; büyük finali hayal etmekte zorlanıyoruz. Arundhati Roy pandemi güçlerinin bizi dünyayı yeniden düşünmeye zorladığını söylüyor; bu güçler eski dünya ile bir sonraki, yeni çağ arasında bir geçit oluşturuyor. Öğrenecek miyiz, değişecek miyiz? Kapitalizmin benimsediği bir sonraki toplumsal yeniden üretim rejimi krizler esnasında bile hayatı sürdürmeye daha uygun olacak mı? Belki de. Ancak, “sürü bağışıklığı” ve bağışıklık pasaportları gibi kavramlarla biçimlenen mevcut karantinadan çıkış tartışmaları, korkutucu biçimde, bireylerin ve toplumların yeniden üretimsel özelliklerinin daha da saldırgan biçimde metalaştırıldığı, “immüno sermaye” [sosyal sermaye kavramına atıf, ç.n.] merkezli yeni sosyo-ekonomik eşitsizlikleri tetiklemesi muhtemel bir geleceğe işaret ediyor.
MROnline’daki 23 Nisan 2020 tarihli orjinalinden (A crisis like no other: social reproduction and the regeneration of capitalist life during the Covid-19 pandemic) Çiğdem Çidamlı tarafından Kadın Savunması için çevrilmiştir.
Yorumlar