Ahh, unuttum tabii ya... Yaşlılık işte. Teyzeme gelin gittim ben. Anne yarısı olan var ya hani… Neyse işte... Teyzem kızmazdı bana, oynayabilirdim burada da. Misafirlere hizmet etmek benim görevimdi. Ve o yorganları, döşekleri görünce aklım çıktı. Çocuksun, ne anlarsın misafire yatak hazırlamaktan? Dizdim hepsini yan yana bir güzel. Takla atıyorum, zıplıyorum. O eve geldiğimden beri ilk defa bu kadar mutluyum, ilk defa çocuk...
Adım yok benim. Küçük bir kız çocuğuydum; çocukluğumu yaşayamadan daha, büyüdüm kadın oldum.Ben çocuk kalmak isterdim; okula gitmek, arkadaşlarımla oyun oynamak isterdim. Sokaklarda şarkı söyleye söyleye koşmak isterdim gönlümce. Olmadı. Kısmet değilmiş dedim, razı geldim. İçimdeki kız çocuğuna çok şey söylemek isterim şimdi ama… Bilmem nasıl olur ?
1935 doğumluyum ben. Tam doğum tarihim bu mu, onu da bilmiyorum aslında. O zamanlar pek önemsenmezmiş zaten. Anca birden fazla çocuk olacak da toplu yazdırılacak nüfusa ya da bir çocuk öldüğünde onun kimliği yeni doğan çocuğa verilecek. Öyleydi bu işler işte… Aslında her çocuk kimliksiz doğarmış zamanında. Büyüyünce kendini bulabilirse ne âlâ…
Adım yok benim demiştim. Binlerce kız çocuğu gibi adım yoktu doğduğumda. Doğumumdan az bir zaman önce rahmetli olan ablamın kimliği kalmış bana emanet. Sonraki zamanlarda adım gibi emanet bir hayatım olacağını bilemezdim tabii. Dedim ya, her çocuk kimliksiz doğardı bizim oralarda. Özellikle kız çocukları. Ben de kimliksiz doğdum, kimliksiz büyüdüm. Evlendiğimde bile bir kimliğim yoktu aslında.
Evlendikten bir sene sonra ben yine çocuktum. Üç sene, beş sene sonra da çocuktum. Hatta belki kırk-elli sene sonra bile yine çocuk kalacaktım. Çünkü çocukluğumu yaşayamadım. Yaşatmadılar. Çocuğun ne demek olduğunu, kendi çocuklarımı büyütürken onlarla birlikte öğrendim ben.
Evlendiğimden beri ilk defa yatıya misafirler gelmişti bize. Kaynana, görümce, kayın hep beraber kalınırdı. Ayrı ev gibi bir lüksümüz yoktu. Zaten iş falan bilmem ben o yaşta, kaldı ki bana ait bir evim olacak he? Ohoo… Akşam yatakları yapmak gerekliydi tabii. Bu görev de gelin olarak bana aitti. Çocukken, ya da şöyle söyleyeyim, evlenmeden önce her çocuk gibi yatakları birleştirip üstünde oyun oynar, takla atar, zıplardım. Burada da yapabilirim sandım. Çünkü burası teyzemin eviydi. Ahh, unuttum tabii ya… Yaşlılık işte. Teyzeme gelin gittim ben. Anne yarısı olan var ya hani… Neyse işte… Teyzem kızmazdı bana, oynayabilirdim burada da. Misafirlere hizmet etmek benim görevimdi. Ve o yorganları, döşekleri görünce aklım çıktı. Çocuksun, ne anlarsın misafire yatak hazırlamaktan? Dizdim hepsini yan yana bir güzel. Takla atıyorum, zıplıyorum. O eve geldiğimden beri ilk defa bu kadar mutluyum, ilk defa çocuk… Belki de annemin yanında olduğumu hayal ediyordum. Hatırlamıyorum, geçmiş zaman… Ben havadayken teyzem girdi içeri. Öyle bir ifadeyle girdi ki odaya, yataklar alev aldı, ben içinde yandım. Yüzüm ateş topu. O an hissettiğim o yoğun his, meğer teyzemin attığı tokadın acısıymış, sonradan anladım. “Teyzem bana kızmaz ki, annem gibidir o,” dedim. Ama çok kızdı! Oğluna almıştı beni zaten oyun çağımda. Nasıl güvenmiştim ki ona yine? Kendime kızdım. Ağlayamadım o an. Annemin dizlerinde akıtmayı çok isterdim gözyaşlarımı ama… Beni yiyip bitiren, bu ve bundan sonraki tüm gözyaşlarım olacaktı hiç şüphesiz.
Yorumlar