“Sindrella’nın pazara yolculuğu”(1), Neoliberalizmin tahribatı – Saniye Dedeoğlu

Kadın istihdamının boyutlarını incelerken sadece ekonomik teoriler yeterli olmamakta, toplumsal ve uluslararası yapısal dönüşümlerin etkisini analize dahil etmek gerekmektedir.

“Sindrella’nın pazara yolculuğu”(1), Neoliberalizmin tahribatı – Saniye Dedeoğlu

Feminist araştırmaların temel hedeflerinden biri, kadınların üretim süreçlerine katılımlarının aile içindeki konumlarında yarattığı değişiklikleri incelemek olagelmiştir. Kadınların liberalizasyonu ya da özgürleşmesi olarak adlandırılan bu değişimlerin, yani kadınların önce kamusal ondan sonra da özel alanda ikincil cins olarak kurumsallaşan ‘kadınlık’ konumlarındaki değişimlerin ancak üretim alanındaki görünürlüklerinin artması ile sağlanabileceği feminist literatürün gizil varsayımı olmuştur. İşte bu varsayım nedeniyle, kamusal alanda kadın varlığının sayıca tespiti ve bu artan sayının ev içi rolleri nasıl kadın lehine dönüştürdüğü ya da dönüştürebileceği, feminist araştırmaların temel taşlarındandır. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde kadınların sınai üretime katılımını inceleyen geniş bir feminist literatürün asıl sorunsalı, çalışma yaşamının kadının ev-içi karar alma mekanizmalarına katılımını nasıl etkilediğini incelemektir.

Bu temel çıkarsamadan hareketle, bu yazıda yapmak istediğim ise yukarıdaki yaklaşımı baş aşağı ederek, Türkiye’de toplumsal cinsiyet rollerinin ve kadının ev içindeki rollerinin kadınların emek piyasalarına katılımını nasıl etkilediğini irdelemektir. İlk bakışta statik bir analiz gibi görünse de, kadının işgücüne katılımını bu bakış açısından incelemek, Türkiye’deki emek piyasalarının işleyişi ile ilgili önemli ipuçları verecektir. Yazıda temel olarak kullanacağım bu perspektif aynı zamanda; Türkiye özelinde yaşanan toplumsal modernleşme sürecinin yarattığı sosyal dönüşümleri üretim ve yeniden üretim alanları arasında bir köprü kurarak, bu sürecin sonuçlarını kadın bakış açısından yeniden inceleme ve analiz etme fırsatı verecektir. Aslında yazının temel sonuçlarından biri, ailenin yapısı, ihtiyaçları ve belli ölçülerde bu ihtiyaçlar etrafında şekillenen aile içi ilişkilerin, kadınların emek piyasasına katılımı ve bu katılımın biçimleri üzerinde çok önemli bir etkisi olduğudur. Bu bağlamda, emek piyasaları toplumsal cinsiyet ilişkilerinin izlerini taşıyan ve içinde bulunduğu toplumsal örüntüden soyutlanamayan sosyal bir kurum olarak ele alınacaktır.

Türkiye’de Aile Yapısı ve Modernleşme

Türkiye’de toplumsal değişimi analiz etmeye çalışan hemen her araştırmacının vurguladığı ve toplumda köklü değişimlerin göstergesi olarak kullandığı en belirgin dönüşüm, Türkiye’nin çok kısa bir dönem içinde inanılmaz boyutlarda yaşadığı kırdan kente göç olgusudur. Kente göç, toplumda birçok dönüşümün ortaya çıkacağının sinyalini vermektedir. Üretimin tarımdan sanayi ve hizmet sektörlerine kaydığı, nüfusun artık daha çok kentsel alanlarda yaşayacağı, üretim formatının değişmesiyle birlikte sınıflar arası ve sınıf içi ilişkilerin dönüşeceği, toplumsal değişimin devlet ve politik yapı üzerine etkileri ve yine aile içi ve aileler arasındaki ilişkilerin dönüşeceği ve belki de bu yazı için en önemlisi kadın-erkek arasındaki ve kadının sosyal çevresiyle ve toplumla kurduğu ilişkilerin farklılaşacağı gibi noktalar toplumsal dönüşümün bazı alanlarına işaret etmektedir.

Türkiye’de yaşanan göçle birlikte aile yapısında ortaya çıkan değişimlerin boyutu ve toplumsal yapıdaki yerinin neler olduğu tartışmaları, 1960’lı yılların başından beri Türkiye’deki sosyolojik tartışmaların önemli alanlarından biri olmuştur.(3) Aile yapısında yaşanan değişmeleri incelemenin önemli araçlarından biri, ekonomik kalkınma ile birlikte değişen toprak ya da mülk sahipliğidir. Timur’un 1968 yılındaki ulusal araştırma sonuçlarını kullanarak yaptığı çalışma, aile genişliği ve toprak sahipliği arasında güçlü bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu çalışmanın sonuçlarına göre topraksız tarım işçileri arasında çekirdek ailenin oranı %79’a ulaşmaktayken; toprak sahibi çiftçilerde bu oran %44’tür. Kentsel mekânlarda ise, çekirdek ailenin oranı profesyonel olarak çalışanlar ve devlet memurları arasında %77’lik bir orana ulaşmaktadır. Aile yapısındaki değişimin altında yatan en önemli itici faktör, genel olarak değişen üretim ve mülkiyet ilişkileridir.

Modernleşme teorisinin yukarıda bahsedilen varsayımları hem teorik olarak hem de ampirik bulgulara dayanarak eleştirilmektedir. Türkiye verilerine dayanarak yapılan çalışmalar da bu eleştirel saflarda yer almıştır. Örneğin, Duben ve Behar’ın İstanbul hanelerine ilişkin yaptıkları çalışmada, 19. yüzyılın sonunda İstanbul’da çekirdek ailelerin çoğunlukta olduğunu, geniş ailenin ise daha çok gelir düzeyi yüksek kesimlerde yoğunlaştığını vurgulamaktadırlar (Duben ve Behar 1996). Ayrıca yine aynı zamanlarda, boşanmış ya da hiç evlenmemiş yalnız yaşayan kadınlardan oluşan ihmal edilemeyecek oranda ailelerin varlığına işaret etmektedirler. Buna karşılık günümüzde yalnız kadınların oranı tam tersine önemli ölçüde düşük çıkmaktadır. Türkiye’deki aile yapısı ele alındığında, modernleşme yaklaşımına yöneltilebilecek ikinci eleştiri ise geniş ailenin ilişkisel varoluşunun aslında çekirdek aile yapısında da devam ettiğidir. Kentsel alanlarda ortaya çıkan genel eğilimde ise, ailelerin genel yapısı çekirdek olsa dahi, güçlü akrabalık ve hemşehrilik bağları ve geniş ailenin ilişkisel yapısı devam etmektedir (Kıray, 1985).

Aile yapısında zaman içinde meydana gelen dönüşümleri, modernleşme teorisinin öngördüğü gibi ya çekirdek ya da geniş aile tanımlaması içinde incelemek yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, toplumda egemen aile yapısını incelemek için, ailede var olan hâkim ilişki tarzının belirli tarihsel ve kültürel ortamda ve toplumsal yeniden üretimini sağlayan ilişkiler bütünü içinde ele alınması gerekmektedir. Bu bakış açısı bize hane halkı içinde yaşanan dönüşümü ve ilişkileri daha iyi anlama, aileyi dönüşen ve esnek sosyal bir kurum olarak algılama fırsatı vermektedir. Kıray (1985) aileyi bir tampon kurum olarak görmektedir; ona göre bu kurum kendi işlevini dönüştürerek, toplumsal dönüşüm sürecinde yaratılan yeni talepleri karşılamakta ve aynı zamanda çeşitli yollarla bireylerinin güvenliklerini sağlamayı sürdürmektedir.

Bu vurgudan hareketle, Türkiye’deki hane halkı büyülüklerine bakarak egemen ilişki tarzını anlamanın pek mümkün görünmediği söylenebilir. İstatistiksel veriler Türkiye’deki bütün ailelerin %70′ ten fazlasının çekirdek aile olduğunu göstermektedir. Hane halkı büyüklüğü ise, 1990 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre, 4.9 kişidir (Güvenen 1999). Fakat aileler ayrı mekânlarda yaşasalar bile, geniş aile hâlâ güçlü bir kültürel yapı olarak durmaktadır (Kandiyoti 1988: 278). Abadan-Unat bu tip aileleri ‘fonksiyonel olarak geniş aile’ olarak adlandırmaktadır (Abadan-Unat 1986: 186). Türkiye gerçeğinde ortaya çıkan bu yapı, aile tipinin geniş aileden çekirdek aileye doğru bir dönüşüm göstermiş olmasına rağmen, çekirdek ailelerin işleyişini ve varoluşunu yönlendiren ilişkilerin daha çok geniş ailelerde yaşananlara benzediğini göstermektedir.

Türkiye’de kırdan kente yoğun bir şekilde yaşanan göçün ailenin formasyonu ve aileyi çevreleyen sosyal ilişkileri nasıl etkilediğini çeşitli yazarlar farklı açılardan incelemişlerdir. Kongar’ın çalışması, kentsel alana yeni gelen göçmen ailelerin yaşadığı sosyal ve kültürel değişim hakkında bize modernist teori perspektifinden ipuçları vermektedir. Kongar’a göre bu ailelerin yaşadıkları en önemli değişim şudur: “… göçmen aileler kendilerini kentsel atmosfere çabucak uydurmakta ve akrabalık ilişkilerine bağlanmaktan vazgeçmektedirler” (Kongar 1976: 215). Bu aileler kırsal alanda var olan akrabalık ilişkilerinin yerine, yeni bir sosyoekonomik ortamda yaşabilmek ve varolabilmek için, daha çok formel kurumları, işyerlerinde edinilen arkadaşları ve komşuluk ilişkilerini geçirirler. Kongar’ın tartışmasında da açıkça görüldüğü gibi modernist literatür kente göç eden ailelerin belli bir süreden sonra şehir yaşamına adapte olacağını varsaymaktadır. Vergin ise daha farklı bir görüşü savunmakta ve şunu iddia etmektedir: kentleşme akrabalık ilişkilerinin ya da başka bir deyişle anonim ilişkilerin çözülmesine yol açmamıştır. “Ailede doğrusal bir değişimi öngören evrimci teorilerin aksine, farklı değişim yönlerini öngören bir model aile yapısında muhtelif değişimlerin olabileceğini hesaplayabilmektedir” (Vergin 1985: 574).

Türkiye kentlerinde yaşananlar Vergin’in görüşünü desteklemektedir. Her ne kadar köylerdeki ilişkiler birebir yaşanmıyor da olsa, Dubetsky’nin de gösterdiği gibi, şehre göçle birlikte göçmen aileler tarafından geliştirilen kişisel ve sosyal ilişki ağları güncelliğini korumaktadır. Dubetsky, akrabalık ve yerel fabrika organizasyonu üzerine yaptığı çalışmasında gösterdiği üzere; kırdan kente göçle birlikte, şehre gelen aileler hem geniş aile formatına dayalı ilişkileri korumakta hem de “hemşerilik” olarak adlandırılan yeni bir tür akrabalık bağı geliştirmektedirler (Dubetsky 1976). Merkezinde güven ve karşılıklı yardımlaşmanın yattığı hemşerilik ilişkileri, ilk kuşak göçmenler için kentsel hayatın her aşamasında yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bu bağlamda, formel kurumların hızlı kentleşme ile hayata geçmediği bir ortamda bu sosyal bağlar göçmen ailelerin yaşam yerlerini seçmelerinden kentteki iş olanaklarına ulaşmalarına kadar birçok alanda çok etkili olmaktadır. Erder (1996), Ümraniye üzerine yaptığı araştırmasında, çeşitli mahallerin İstanbul’a aynı yörelerden gelen akraba ve hemşerilerden oluştuğunu belirtmektedir. Bunun yanı sıra, yine belli mesleklerin belli yöreden gelenler tarafından egemenlik altına alındığı görülmektedir.

Kente göçle birlikte oluşturulan bu yeni ve özgün sosyal ilişki tarzlarının kadınlar ve kadınların istihdamına olan etkileri ise ilginç sonuçlar doğurmaktadır. Daha ileride detaylı olarak inceleneceği gibi kentte yaşamak kadınlar açısından hem yeni fırsatlar hem de yeni kuşatılmışlıklar anlamına gelmektedir. Örneğin, kadınların endüstriyel istihdama katılımları, başka ülke verileriyle karşılaştırıldığında daha sınırlı olmakla beraber, kırsal alana oranla iş olanakları çeşitlenmektedir. Fakat burada belirtilmesi gereken temel nokta, yeni iş koşullarının daha çok enformel sektörde artış göstermesidir. Çalışma koşullarının kötü olduğu ve genellikle daha az ücret ödendiği enformel sektörde, kadın işgücünün önemli bir yer tuttuğunu ve kadınlık konumunun belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda en çarpıcı bulgular, İstanbul’da evde parçabaşı üretim yapan gecekondulu kadınları inceleyen White’dan gelmektedir. White, Dubetsky’in bulgularından hareketle bu hemşehrilik ve akrabalık ilişkilerinin kadınların çalışma yaşamını nasıl etkilediğini incelemektedir. White’in bulguları yazının ilerleyen aşamalarında daha detaylı olarak ele alınacaktır.

Toplumsal Cinsiyet İlişkileri ve Hane Halkı Organizasyonu

Türkiye’de kadın istihdamı ve hane halkı arasındaki ilişkinin boyutlarını daha yakından irdelemeye geçmeden önce, aile içindeki ilişkiler yoluyla yeniden üretilen ve devam ettirilen toplumsal cinsiyet ilişkilerine bir göz atmamız anlamlı olacaktır. Türkiye’deki aile yapısı, aile yaşamını düzenleyen günlük yapısal format anlamında oluşumu ve biçimi farklılıklar gösterse bile, Kandiyoti’nin klasik ataerkil aile olarak tanımladığı aile yapısıyla genel anlamda benzerlikler göstermektedir. Bu benzerlik kendini daha çok, ataerkil aile yapısında var olan egemenlik ve kontrol biçimlerinde bulmaktadır. Ataerkil geniş ailede yaşlı erkek, genç erkekleri de içerecek biçimde ailenin bütün üyeleri üzerinde bir otoriteye sahiptir. Genç gelin, başka bir erkeğin reis olduğu bir aileye ve kocasının yakın kadın akrabalarının (kocasının annesi, kız kardeşi, vb.) kendisi üzerinde önemli derecede bir güç uyguladığı bir aileye getirilir.

Bu sosyal yapı içinde hem erkekler hem de kadınlar evliliğin gerekli olduğuna inanarak sosyalleşirler ve evlilik hem erkeğin hem de kadının toplumun bir üyesi olarak kimlik kazanmalarında önemli bir rol oynar. Evli bir kadın saygı duyulacak bir kadındır ve aynı zamanda fikirleri benzer durumdaki kişiler içinde belli bir önem taşımaktadır. Kontrollü ve kısıtlanmış bir şekilde de olsa evlilik kadına belli bir statü kazandırmaktadır. Delaney bu durumu şöyle vurgulamaktadır: “Evli olmayan kadın sosyal olarak tamamen görünmezdir” (Delaney 1987: 42). Karı ve koca arasındaki ilişki daha çok görevler ve sorumluluklar temelinde kurulmakta, erkek evin ekmeğini kazanmakla ve ailesinin geçimini sağlamakla yükümlüyken, kadın annelik, bakım ve beslenme gibi temel ev içi faaliyetlerden sorumlu olmaktadır.

Kandiyoti ataerkil ailedeki egemen ilişkilerin kadının emeğine hem el koyduğunu, hem de kadının emeğini ve ailenin devamlılığı için yaptığı katkıları görünmez kıldığını ileri sürmektedir (Kandiyoti 1988: 279). Kandiyoti tartışmayı bir adım öteye taşıyarak, böyle otoriter bir yapı içinde kadının konumunu ve gücünü değerlendirirken çok önemli bir vurgu yapmakta ve kadınların ataerkil ilişkiler ağı içinde sadece pasif ve boyun eğen kişilikler olmadığını; kadınların “ataerkil pazarlık” yapan bireyler olduğunu ve var olan toplumsal cinsiyet ideolojisi içinde belli anlamlarda güçlü olduklarını ve manevra alanları olduğunu vurgulamaktadır. Bu pazarlık aşaması, genelde kadının var olan sistemi içselleştirmesiyle sonuçlansa bile, Kandiyoti’nin sunduğu perspektifin kadınların toplumsal çerçeve içinde aktif birer aktör olarak tanımlanması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Yaşanan süreçte eve gelen gelin erkek çocuk doğurmakla ev içinde hem statü kazanmakta hem de ekonomik olarak kendisini güvenceye almaktadırlar. Gençken yaşanan zorluklar zaman içinde kayınvalidelerin gelinleri üzerinde kurdukları otorite ve kontrol ile bir şekilde hafifletilmektedir. Kadınların yaşam döngüsü içinde zamanla değişen güçlerinin doğasının incelenmesi bir kadının başka bir kadın üzerinde kurduğu egemenlik ilişkisini açığa çıkarmaktadır.

Kandiyoti, aile içinde kadının gücünün ve otoritesinin doğası ve kadınların erkeklere olan ekonomik bağımlılıkları düşünüldüğünde, klasik ataerkil yapı içinde kadınların güvenliklerini sağlamak için kocalarının ya da oğullarının sevgilerini manipüle ettiklerini öne sürmektedir. Bu durum kadınları tutucu bir eğilim içine sokmakta ve var olan eşitsizlik üzerine kurulu ilişkinin devamlılığına ve içselleştirilmesine yol açmaktadır (Kandiyoti 1988: 280). Öte yandan White bu durumu kadınla erkek arasında olan bir pazarlık sürecinden öteye taşıyarak şöyle söylemektedir (White 1994: 61):

…bu pazarlık daha çok grupla kişi arasında olan bir pazarlık olarak görülebilir ve evlilik bağıyla oluşan aile bu toplumun bir parçasıdır. Anne, komşu ve eş olarak topluluğun moral ve emeğe ilişkin sorumluluklarını yerine getirmekle, kadın grup güvenliğinin ve devamlılığının dayandığı karşılıklı sorumluluklar ağı içinde olmak isteğini göstermektedir.

Toplumsal cinsiyet ilişkileri kadın ve erkeğin sadece dişil ve eril olmadığı fakat aynı zamana anne ve baba, kız çocuk ve erkek çocuk, karı ve koca olduğu bir sosyal ilişkiler toplamını ifade etmektedir. White, kadınların bir dizi kompleks sömürü ilişkisinin içinde bulunduğunu belirtmektedir, ama bu ilişkiler aynı zamanda akrabalık ve komşuluk etrafında gelişen karşılıklı güven ve dayanışma ilişkileridir. Topluluk içinde geliştirilen bu ilişkilerin, kadınlar için erkeklerin ve oğulların sevgisinin manipüle edilmesi kadar önem taşıdığı ve bireyin yaşamının devamı için önemli olduğu söylenmektedir. White’ın analizinde toplumsal cinsiyet rollerinin belirlenmesinde sadece kadın-erkek arasındaki ilişki değil, akrabalık-hemşerilik ilişkileri de önemli bir rol oynamaktadır. Kadının işgücüne katılımının daha çok enformel işlerde olduğu düşünülürse, akrabalık-hemşerilik ilişkileri işçi-işveren ilişkilerini düzenlemede kilit öneme sahip olduğundan, kadınların iş hayatını yakından etkilemektedir (White 1994). Kadınların çalışma yaşamlarının bu ilişkiler bütünü içinde gerçekleşmesi, kadının emek gücüne katılımının niteliğini ve bunun aile ile etkileşimini anlamak için önemli ipuçları vermektedir. Fakat bu ipuçlarını daha yakından incelemeden önce, Türkiye’de kadın istihdamının makro boyutlarına bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Aile, Toplumsal Cinsiyet ve İstihdam İlişkileri

Yukarıda aile organizasyonu ve toplumsal cinsiyet rollerinin değişen toplumsal yapı içindeki yerini ve durumunu belirtmeye çalıştım. Kadınların bir toplumdaki ev içi konumları ve toplumsal cinsiyet rolleri birbiriyle yakın ilişkide olan bir dizi sosyal ve bireysel faktör tarafından belirlenir. Hal böyleyken, kadınların emek piyasasına girmesinde hem kadının aile içi konumu hem de var olan toplumsal cinsiyet rolleri önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü bu iki faktör, o toplumda kadınların ne yapıp ne yapmaması gerektiği ve kadınlardan beklenen davranışların neler olduğu konusunda belirleyici olmaktadır. Özellikle aile, Anker ve Hein’e göre, kadınların çalışmasında sadece kültürel ve sosyal değerler yoluyla etkili olmamakta, aynı zamanda kadınların hayatları üzerinde önemli bir karar alma aracı olarak da etkin olmaktadır (Anker ve Hein 1986). Çünkü ailenin organizasyonu, aile içi kaynak aktarma ve karar alma mekanizmaları ile ev içinde ve dışında kimin ne alacağı ya da ne yapacağı gibi sorunların çözüldüğü yerdir. Bu süreçlerin kadınların hayatları üzerine etkisi, onların beslenmelerinden eğitimlerine, ortalama yaşam sürelerine kadar birçok şeyi kapsamaktadır. İşte bu etkilerin, çalışan kadınları nasıl etkilediğini anlamak için öncelikle Türkiye’deki kadın istihdamının genel özelliklerine kısaca bir bakmak gerekmektedir.

Kadın İstihdamının Genel Özellikleri

Bu bölümde kentte yaşayan kadınların istihdamı ve hane halkı arasındaki etkileşimin boyutlarını, endüstriyel işgücüne formel ya da enformel yollardan katılan kadınlar üzerine yapılan çalışmalar çerçevesinde incelemeye çalışacağım. Resmi istatistiklere göre, yalnızca 10 yetişkin kadından 3’ü ev dışında ücretli bir işte çalışırken, bu rakam erkeklerde 7’ye çıkmaktadır. Bu durum bir başka şekilde şöyle ifade bulmaktadır: 10 kadından 7’si ücretsiz aile işçisi yani ev kadını olarak hesaplanmaktadır (DİE 1996). Ücretli işlerde çalışan kadınların ortalama maaşlarının erkeklerin maaşlarından daha düşük olması ve kadınların sosyal güvenlik dışında çalışma oranının daha yüksek olması, kadın işgücünün genel özellikleri olarak sıralanabilir (Kasnakoğlu ve Dayıoğlu 1997). İşgücü verilerinin tarihsel incelemesi kadınların işgücüne katılım oranlarının 1955 yılında %70 iken 1990’larda %30’a düştüğünü göstermektedir. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 2002 yılı II. dönem hane halkı işgücü verilerinde ise, Türkiye’de 15 yaş ve üzeri çalışabilir durumdaki 23.3 milyon kadın nüfusun sadece 5.9 milyonu (%25.5) çalışıyor. Çalışabilir durumdaki 19.1 milyon kadının %61.2’si ise ev kadını ya da çalışmıyor olarak görünmektedir (DİE 2002).

Kadınların işgücüne katılımlarının düşük artışlar göstermesinin arkasında birbirine bağlı iki sebep olduğu görülebilir. Birinci sebep, tarımsal alanlardaki üretimin mekanizasyonun, tarımla uğraşanların sayısını oransal olarak azaltmış, dolayısıyla köyden kente göç olgusunu başlatmış olmasıdır. İkinci sebep ise, sanayi sektörünün tarımdan kopan fazla emek arzını emecek kadar istihdam fırsatı ve kapasitesi yaratamamasıdır. İstatistik kayıtlarında genellikle tarımsal üretimde çalışan ücretsiz aile işçisi olarak geçen kadınlar, şehre göçle birlikte emek piyasasına girmeyip ev kadını olarak kaldılar. Bu verileri incelerken, göz ardı edilmeyecek çok önemli bir olgu ortaya çıkmaktadır. İdeolojik ve sosyal faktörler kadınların tarımsal üretimdeki payının, ev işlerinin bir uzantısı gibi görülmesine ve ücretine el konulmasına yol açarken, kentte yaşayan kadınların endüstri ya da servis sektöründe çalışmasını da imkânsız kılmaktadır. Bu olgu, sosyal ve ideolojik faktörlerin ekonomik faktörler kadar kadın istihdamını yakından etkilediğini göstermektedir. Ekonomi büyüdükçe kadının işgücüne katılımını azaltan bir diğer faktör ise istatistikler tarımsal alanlarda yaşayan bütün kadınları aktif olarak işgücüne katılıyor olarak hesaplarken, kentsel alanlarda yaşayan kadınların, belli anlamlarda ücretli işlerle uğraşsalar bile ev kadını olarak kayıtlara geçmesidir.

Bu alanda ilgiye değer bir diğer olgu ise kadınların görünmez emeği konusudur. Kadınların ‘iş’ olarak kavramlaştırdıkları uğraşların ancak fabrikalarda yapılan işe tekabül ettiğini araştırmacılar vurgulamışlardır (Özbay 1990; White 1994). Evde yapılan elişleri ya da parça-başı işler para karşılığı yapılıp satılsa bile, kadınlar tarafından iş olarak nitelendirilmemekte, boş zaman faaliyetleri olarak görülmektedir. Özbay, Ereğli’de yaptığı çalışmada, kendini ev kadını olarak tanımlayan kadınlarla derinlemesine görüşme yaptığında, son zamanlarda kazanç getiren bir iş yapıp yapmadığı sorulan kadınların bir çoğunun çiftçilik, sebze satıcılığı, dikiş, gündelikçi işçilik gibi işlerde çalıştıklarını ortaya çıkarmıştır (Özbay 1990). Burada altı çizilmesi gereken olgu, kadınların ücretli iş ile para karşılığı yapılan ve biraz da onların ev içi faaliyetlerinin uzantısı gibi algılanan işler arasında yaptığı ayrımdır. Bu sadece toplumsal değer yargılarının kadınların yaptığı işlere yüklediği değerin düşüklüğüne değil, aynı zamanda kadınların kendi üretimlerini nasıl algıladıklarına ilişkin ilginç bir durumdur.

İşgücü içindeki kadınların yaş dağılımına bakıldığı zaman, 12-19 yaşlarında bekâr kadınlardan oluşan grupta katılımın arttığı, 20-24 yaşlarında ise katılımın en yüksek noktasına ulaştığı görülmektedir. Kadınlar 30’lu yaşlara gelip evlendiklerinde ve çocuk doğurduklarında bu katılım düşmeye başlamakta, 35-44 yaş grubunun işgücüne katılımı ise daha yüksek bir oran göstermektedir, çünkü çocukları büyüyen kadınlar yine işgücüne katılmaktadır (Özar 1994; Özbay 1994). 50’li yaşlarda katılım oranı yine düşüktür. Türkiye’de, kadınların ücretli işte çalışma süreleri ortalama olarak 8 yıl ile sınırlı kalmaktadır. Fakat kadınların yarısından fazlası evlilik ve hamilelik öncesi yaklaşık 5 yıl kadar çalışmaktadırlar (Özar 1994).

Kadınların çalışma yaşamına sektörel olarak katılımları incelendiğinde, iki temel sektörün öne çıktığını görmekteyiz. Bunlardan ilki kadınların tarımsal üretime katılma biçimidir. Kadınların tarımsal üretime katılımları daha çok ücretsiz aile işçisi olarak ortaya çıkmakta ve kadınların payları zamanla erkeklere göre oransal olarak yükselmektedir. Tarımsal alanlarda toprak mülkiyeti daha çok küçük toprak sahipliği şeklinde olduğundan, burada ücretsiz aile işçiliği belirleyicidir. Tarımın milli gelir içindeki payı 1955’te %77 iken, sanayi üretiminin payının ve şehirleşmenin artmasıyla birlikte 1990’da %53’e gerilemiş, kadınların tarımsal işgücü içindeki payı artış eğilimi göstererek 1990’da %55’e yükselmiştir (Özar 1994). Tarımda mekanizasyonla birlikte, bazı araştırmalar kadınların tarımsal mekânlardaki faaliyetlerinin, tarım dışı faaliyetlere kaymaya başladığına dikkat çekmektedirler. Sermaye yoğun tahıl üretiminin yapıldığı alanlarda halı dokumacılığı kadınların temel faaliyetlerinden biri olarak ortaya çıkmıştır (Berik 1987).

Sosyal dönüşümünle birlikte tarımsal alanlarda kadınların statülerinde ve iş yüklerinde önemli dönüşümler gözlenmiştir. Kapitalist sistemin yayılması, kadınların ev içi yeniden üretim ve tarımsal üretime koydukları emek zamanı üzerinde çeşitli etkiler yapmaktadır. Bu etkilerden biri, kadınların ev işlerine ayırdıkları zamanı, bu alanda yapılan işleri teknolojik aletlere bırakarak veya ev içinde üretilen malların metalaşmasıyla, pazardan alınmasını mümkün kılarak azaltmaktadır. Bir diğer etki ise tarımsal üretime ayrılan emekte ortaya çıkmakta ve ağırlıkla küçük toprak sahipliğinde tarımsal işgücü feminize olmaktadır. Tarımda artan teknolojiyle birlikte erkekler, kadınları arkada bırakarak alternatif gelir kaynakları için kente giderken, kadınlar tarımsal üretimin tek sorumlusu olarak kalmaktadırlar. Bu durum kadınlar için daha çok otonomi anlamına gelmemekle birlikte, kırsal kesimde yaşayan kadın tarımsal üretimin bütün yükünü omuzlamaktadır. Bütün bu açıklamalar, tarımsal üretimin devamının ancak kadınların daha şiddetli bir şekilde sömürülmesi ve boyunduruk altına alınmasıyla sağlandığına işaret etmektedir (Kandiyoti 1989).

Burada incelemek istediğim ikinci grup ise, kentte yaşayan düşük gelirli ailelere mensup çalışan kadınlardır. Bu gruptaki kadın işgücünü etkileyen en önemli gelişmelerden biri, 1970 ve 80’lerde birçok gelişmekte olan ülkede, düşük ücretli emeğin kullanıldığı emek yoğun sektörlerin ekonomideki ağırlığını artıran ihracata yönelik sanayileşme stratejisinin uygulanmaya başlanmasıdır. Bu gelişme, kadınların işgücüne olan katılımlarını hızla artırmış ve işgücünün feminize olması diye adlandırılmıştır. Fakat Türkiye’de ihracata yönelik üretimin ve küresel piyasalarla entegrasyonun artmasına rağmen, kadınların sanayi işgücü içindeki oranında paralel bir dönüşüm yaşanmamış ve kadınların katılım oranı düşük düzeyini korumuştur. 1985’ten bu yana kadınların imalat sanayiinde çalışan işgücü içindeki payı %17 civarında kalmıştır. Çağatay ve Berik (1991), kamu kesimi imalat sanayii işgücünde kadın çalışanların oranında bir azalma varken, özel sektörde, özellikle ihracata yönelik sektörlerde genellikle kadın emeğinin yoğun olarak kullanılmasından dolayı ufak artışlar gözlendiğini vurgulamaktadırlar.

Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük olması emek piyasasındaki talep faktörlerinden sosyal değerlere, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin ideolojiden aile faktörlerine kadar farklı değişkenlerle açıklanabilir. Kandiyoti bu olguyu, mavi yakalı aile reisinin düzenli gelire sahip olması, kadınların erken yaşta evlenmesi, çok sayıda okul-öncesi çocuk sahibi olunması, kreşlerin sınırlı olması ve kadın akrabalardan yeterli destek gelmemesi gibi faktörlerle açıklamaktadır (Kandiyoti 1982: 190). Kandiyoti’nin bu vurgusuna ters düşen gelişme ise, 1980 sonrasında işçi sınıfının gelirlerine vurulan büyük darbedir. Bu gelişme, kentli ailenin parasal gelire olan ihtiyacını artırmakta, bu gelir ya kadınların enformel çalışmasıyla karşılanmakta ya da evdeki diğer aile bireylerinin (genç erkek ve kız çocuklar) erken yaşta emek piyasasına katılmak zorunda kalmasıyla sonuçlanmaktadır. Sabit gelirli ailelerin düşen gelirlere karşı geliştirdikleri stratejilerden bir diğeri ise, kırsal alanla sürmekte olan sıkı bağlar nedeniyle, oradan hem ayni olarak hem de nakdi olarak aktarılan kaynaklardan faydalanmaktır (Kıray 1999).

Şenyapılı’nın araştırması kentin gecekondu alanlarında ve bu alanlarda yaşayan kadınlarda yoğunlaşmaktadır. “Ailedeki kişi sayısı zamanla azalmakta olduğundan ve kızlar genç yaşlarda evlenme eğiliminde olduklarından gecekonduda yaşayan kadınlar tam zamanlı çalışma eğilimi göstermemektedir. Ne zaman ekonomik zorluklar baş gösterse, o zaman kadınlar genellikle emek piyasasına dalmaktadırlar” (Şenyapılı 1981: 209). Bu alıntının da vurguladığı gibi gecekondu alanlarında yaşayan kadınlar geçici ve uydu işgücü olarak algılanmaktadır. Şenyapılı, kadınların işgücüne bu temellerde katılmalarının hiçbir zaman kadınla erkek arasında sosyal bir eşitlik ve iş tatmini sağlamayacağını; tam tersine işgücünün organize olmamış, marjinal doğasından dolayı, kadınların daha da çok sömürüye maruz kaldıklarını belirtmektedir. Şenyapılı’nın vurgusu emek piyasasına katılımın temel itici gücünün ekonomik sıkıntılar olduğu ve kadının yaptığı işin marjinal olduğu üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Kentli işçi kadınlar üzerine yapılan araştırmalar, bu kadınların daha çok birinci ya da ikinci kuşak göçmenler olduğunu göstermektedir. Bu grubun ücretli iş piyasasında fırsatları, ancak sanayideki emek yoğun üretime dayanan düşük ücret ödeyen, monoton veya evde yapılan parça başı işler olmakta, ya da hizmet sektöründe kötü çalışma koşullarında yapılan işlerle sınırlı kalmaktadır. Daha önce de vurgulandığı gibi bu gruptaki kadınların emek piyasasına katılımı çok düşük kalmakta, fakat bu durum biraz daha yakından incelendiğinde, bu ilişkilere içkin olan bir dizi “gizli” olguyu içinde taşıdığı görülmektedir. Alt gelir gruplarından gelen ve şehirlerde yaşayan kadınlar ev dışında çalışmak için çeşitli güçlükleri aşmak zorunda kalırlar ki birçok kadın bu güçlükleri aşacak ortamı yaratamamaktadır. Bu güçlükler kadınların ev içindeki ağır sorumluklarından, geleneksel baskılardan, kadınların yapabilecekleri işlerdeki çalışma koşullarının zorluklarından ve düşük ücretlerden oluşmaktadır. Böylece, kadınlar yoğunlukla hem para kazanabilecekleri hem de evdeki sorumluluklarını yerine getirmelerine olanak veren, evlerinde yapabilecekleri enformel işlerde çalışmaktadırlar.

Türkiye’de 1980’lerde uygulamaya konan yapısal uyum programlarıyla birlikte, enformel sektörde belli alanlarda kadınların yoğunluğu artmaya başlamıştır (Çınar 1994). Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de emek piyasaları katmanlıdır ve bu katmanlaşma kadın işçiler için bir dezavantaj yaratmaktadır. Örneğin, kadınlar düşük gelir getiren ve emek yoğun işlerde erkek işçilere oranla daha düşük ücretlerle çalışmaktadırlar. Yaşanan endüstrileşme sürecinin kentte yaşayan düşük gelirli kadınlar üzerinde yarattığı en önemli etkilerden biri, üretim sektöründe evden yapılan işlerde artışa neden olmasıyla ilişkilidir. Kente yeni gelmiş ve düşük eğitim düzeyine sahip kadınların ekonomik zorluklarla karşı karşıya kaldıklarında, evlerinin bütçesine maddi katkı yapmalarının en kolay yolu küçük konfeksiyon atölyelerinde ya da evde parça başı yapılan ücretli işlerden geçmektedir (Çınar 1994).

Çınar’ın tahminlerine göre 1989 yılında İstanbul’da 88 bin kadın evde parça başı iş yapmaktadır. Bu şekilde yapılan işlerin çoğu hazır-giyim ve yüksek ihracat potansiyeli olan endüstriler tarafından yaratılmaktadır. Kadınların yaptıkları bir başka çeşit enformel iş ise aile işletmelerinde yoğunlaşmaktadır. Bu alanda yapılan işin fark edilmemesinin sebebi sadece bu tür aile işletmelerindeki işbölümü ve üretimin organizasyonu değil, kadınların kendilerinin de ev işi ve ücretli iş arasında yaptıkları ayrımdır. Çınar ve diğerleri şöyle söylemektedirler: “Yapılan üretimin doğasından dolayı kadın emeğini kullanamayan işletmeler, pazar şartları kötüleştiğinde iyi performans gösterememişlerdir” (1988: 299). Kısaca, kadınların enformel sektör faaliyetleri ailenin kadın istihdamına olan etkilerini anlamak için çok önemlidir, çünkü kadınların evden iş yapmaları dışarıda ücretli bir işte çalışmalarından daha kolaydır ve bu iş kadınların ev işlerinin bir uzantısı olarak algılanmaktadır.

Çınar vasıfsız kadınların neden formel işlerde çalışmadıklarına ilişkin sosyolojik nedenler sıralamaktadır: (1) küçük çocuklu anneler için esnek çalışma saatlerinin önemi, (2) koca iznine ilişkin karşılaşılan sorunlar, (3) komşuların ve yakınların gözünde itibar yitirme, (4) erkek işçilerle karşılaştırıldığında işte yükselme ve maaş artışlarında karşılaşılan güçlükler, (5) potansiyel olarak işyerinde karşılaşılabilecek taciz olayları. Bu nedenlerin de işaret ettiği gibi, kadınların yaptıkların işin niteliğini ve emek gücüne katılmasını belirleyen faktörler kadınların yeniden üretim faaliyetleriyle ve aileyle yakından ilgilidir.

White’ın evlerinde parça başı üretim yapan kadınlar üzerine yaptığı çalışma, kadınların organize olmamış ve düşük ücret veren işlerle ilişkisinin genellikle zorunlu olarak sömürücü ve marjinal olmadığını vurgulayarak, kentte yaşayan yoksul kadınların enformel sektör faaliyetlerine alternatif bir boyut getirmektedir. White, var olan ataerkil toplumsal cinsiyet ideolojisi ve kültürel faktörlerin etkisinin, yoksul kadınların marjinal ve düşük ücretli işler yapmalarına yol açtığını vurgulamaktadır. Evden yapılan parça başı üretimde çalışmak, bu kadınların sosyal kimliklerinin oluşmasında önemli bir rol oynar. White’ın ifadesiyle “ailede ya da toplulukta olsun, emek, grup üyeliğinin vurgulandığı, tanımlandığı ve dayanışmanın üzerinde yaratıldığı sosyal değişimin aracı olan temel para birimi gibidir” (1994: 15). Bu durumda, karşılıklı güven ve dayanışma yerel toplulukta kadınların hayatını organize eden belirgin prensiplerdendir. White’ın çalışması önemlidir, çünkü genellikle sadece sömürü ilişkisi üzerine kurulduğu öne sürülen, kadınların enformel sektördeki işlerde çalışmalarına ve katılımlarına pozitif bir önem atfetmektedir.

 Ailenin Kadın İstihdamı Üzerine Etkileri

Yazının daha önceki bölümlerinde de belirttiğim gibi, hem emek piyasasına farklı bireyler sağladığı, hem de bu bireylerin değişen faaliyetlerine göre kendini değiştirdiği için aile, birey ile toplum arasında önemli bir role sahiptir. Kadın istihdamı üzerindeki tek belirleyici etkiyi aile yaşantısı ve ilişkileri olarak tanımlamak bir eksikliğe işaret etmekle birlikte, kadının çalışması üzerinde ailenin değişik ve çok boyutlu etkileri olduğu bir gerçektir. Bu yazı boyunca bu etkileşimi kapalı da olsa farklı boyutlardan incelemiş bulunuyorum. Bu bölümde yapmak istediğim, kentsel alanda çalışan kadınlarla ilgili araştırmalardan yola çıkarak bu etkinin boyutlarını çizmeye çalışmaktır.

Kentsel alanda çalışan kadınlar üzerine yapılan etnografik çalışmalar genel olarak çok yetersizdir. Örneğin Ecevit’in çalışması, kadın fabrika işçisi imajının ideolojik olarak oluşturulması ve kadın işçilerin ev içindeki sorumluluklarına dikkat çekmektedir. Kadınların ne tür iş yaptıkları toplumda var olan cinsiyet ideolojilerinin bir yansıması haline dönmektedir. Çalışmaya başlayan kadınların yaptıkları işler daha çok kadınlara uygun olarak görülen işlerden oluşmakta ve böylece annelik ve kadınlık ideolojisinin bir uzantısı emek piyasalarındaki işbölümünü de yakından etkilemektedir. Bu konu hem toplumsal cinsiyet rollerinin, hem de bu rollerle emek piyasası arasında kurulan görünmez bağın anlaşılması açısından önemlidir. Çünkü bu roller sadece emek piyasasındaki katmanlaşmayı ve işbölümünü bir anlamda evde kadın ve erkek arasında var olan işbölümüne benzetmekle kalmaz, aynı zamanda bu işbölümünde ortaya çıkan değişimleri var olan toplumsal cinsiyet ideolojileri içinde yeniden tanımlar. Ecevit’in araştırması, kadınların çalışma yaşamına katılmasının ev içindeki konumlarını iyileştirmesiyle birlikte, ev içindeki cinsiyete dayalı işbölümünün neredeyse aynı kaldığını göstermektedir. Bulgular şunu göstermektedir ki, çalışan kadınlar hem ev dışında hem de ev içinde çalışmanın çifte yükünü omuzlarında taşımaktadırlar.

Türkiye’de çalışan kadınlar üzerine yapılan çalışmaların ortak bulgularından biri, ailenin erkek üyelerinin kadınların çalışmalarına “izin” vermemeleridir. Bu durum, kadınların emek piyasasına katılmalarının önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Koca izni olarak adlandırılabilecek bu olgu bence kadınların çalışması ve aile arasındaki etkileşimi çok iyi gösteren örneklerden biridir. Y. Ecevit’in Bursa’da fabrikada çalışan kadınlar arasında yaptığı araştırmanın bulgularına göre, görüşülen ve çalışmak için izin almakta zorluk çeken kadınların %40’ı kocalarının itirazıyla karşılaşmışlar, %40’ı babalarının ve %20’si ailenin diğer üyelerinin onayını almakta zorlanmışlardır (1991: 59). Evde çalışan kadınlar arasında yapılan araştırmada ise koca ya da babanın izin vermemesi evde çalışmaya iten en önemli etkenlerden biri olarak dile getirilmiştir (Çınar 1994). Bu durum, kadınları ücretli bir iş aramaktan alıkoymaktadır. İdeolojik olarak kocalar eğer eşleri fabrikalarda çalışırlarsa kendilerinin toplumsal saygınlıklarını yitireceklerini düşündüklerinden, eşinin veya kızının çalışmasına izin vermek bir anlamda erkeğin ailesine iyi bakamadığını herkese ilan etmesi olarak algılanmaktadır.(4)

Eraydın ve Erendil’in konfeksiyon sanayiinde çalışan kadınlar üzerine yaptıkları araştırmanın bulguları da, koca izni konusunun kadının çalışmasını etkileyen önemli faktörlerden biri olduğunu vurgulamaktadır. Çalışan kadınların %57.7’sinin kocası eşlerinin çalışmasından memnun değildir. Fakat çalışan kızlardan %83.7’si çalışmak konusunda hiçbir bir itirazla karşılaşmadıklarını belirtmişlerdir. Konfeksiyon sanayiinde çalışan işgücü içinde kadınların sayılarının diğer sektörlere göre yüksek olması, bu sanayideki işletmelerin küçük ölçekli ve genelde mahalle içlerinde olması ile açıklanabilir. Böylece kadınlar kendi mahallelerinde kurulan atölyelerde çalışmak için izin almakta zorlanmamaktadır. Eraydın ve Erendil’in çalışması da, görüşülenlerin %78.8’inin çalıştıkları yerde ya aileden ya da komşularından birinin bulunduğunu vurgulamış olduğunu göstermektedir (Eraydın ve Erendil 1996: 282). Kadınların çalışma yaşamına katılabilmeleri aileden ya da akrabalardan biri aynı işyerinde olduğu sürece daha kolaylaşmakta, böylelikle kadınların işyerlerindeki tavırları daha yakından takip edilebilmektedir. Aile üyelerinin ve akrabaların aynı işyerlerinde çalışmaları bir anlamda endüstrinin son zamanlarda uyguladığı işgücü bulma stratejilerinin de altını çizmektedir. Bu firmaların veya atölyelerin küçük ölçekli olması ve yüksek rekabet koşullarının varlığı ucuz emek gücüne olan bağımlılığı artırmakta, bu şekilde ucuz işgücü de ancak aile ya da akraba üyelerinin oluşturduğu “güvenilir” ucuz işgücü havuzundan sağlanmaktadır.

Kadınların ev içindeki yeniden üretim rolleri çocuk büyütmekten ev işlerine kadar geniş bir alanı kapsamakta ve onların çalışma yaşamları üzerinde önemli etkiler yaratmaktadır. Kadınların ev dışında çalışmaya başlamasıyla birlikte, iş yüklerinin erkeklerin ev işlerine sınırlı katılımı ya da hiç katılmaması nedeniyle ikiye katlandığı birçok kez vurgulanmıştır. Türkiye’de yapılan araştırmaların verileri de benzer sonuçlar vermektedir. Kıray, evdeki yeniden üretim faaliyetlerinin tamamen kadınların sorumluluğunda olduğuna ve ücretli işte çalışsalar dahi bu alandaki anne ve eş rollerinde pek bir değişikliğe rastlanmadığına dikkat çekmektedir (Kıray 1985). Eraydın ve Erendil’in bulgularına göre, kadınların %51’i kocalarından hiçbir “yardım” olmadan bütün ev işlerini yaptıklarını, %24.1’i ise ya kız kardeşlerinden ya kaynanalarından ya da kendi annelerinden yardım gördüklerini belirtmektedirler (261). Çocuk bakımı için hem devlet kurumlarında hem de firmalarda kreş yetersizliği olduğundan, kadınların bir çoğu çocuk bakımı için kendi kadın akrabalarından ya da komşularından yardım almaktadırlar. Burada kadınların yine karşılıklı dayanışma ve yardımlaşmaya dayalı bir sosyal ağ içinde bulunmaları onların çalışma yaşamına girmekle karşılaştıkları çelişkileri hafifletmeye yardımcı olmakta ve yaşam mücadelesini kolaylaştırmaktadır (Eraydın ve Erendil 1996)

Türkiye’nin dört büyük şehrinde yapılan bir araştırmaya göre, şu anda çalışmayan fakat hayatlarının belli bir döneminde çalışmış kadınların çalışma yaşamlarında aileyle ilgili sorumluluklarının çok önemli bir yeri olduğu vurgulanmıştır. Bu kadınlardan %52’si evlilik, hamilelik ve doğum gibi ailevi sebeplerden dolayı işlerini bırakmışlardır (Eyüboğlu ve diğ. 1998). İlkkaracan’ın (2000) bulgularında ise, şu anda çalışan ama daha önce yaptığı işi bırakan kadınlar arasında ailevi nedenle son işlerini bırakan kadınların oranı %53’e yükselmektedir. Yine İlkkaracan’ın aynı araştırmasının örneklemesinde, hayatları boyunca hiç çalışmamış kadınların %35’i ailenin erkek bireyleri tarafından çalışmaktan alıkonmuştur.

Sonuç Yerine

Bu yazının amacı aile ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kadın istihdamı üzerindeki olası etkilerini incelemekti. Teorik tartışmaların ve araştırmaların sonuçlarının gösterdiği gibi, gerek emek piyasalarının verili yapısı gerekse kadınların emek piyasasına işçi ya da çalışan olarak kendilerini hazırlamaları bir dizi sosyal değer yargısının ve toplumsal cinsiyet ideolojilerinin etkisinde gerçekleşmektedir. Bu çıkarsamadan varılacak nokta şudur: Kadın istihdamının boyutlarını incelerken sadece ekonomik teoriler yeterli olmamakta, toplumsal ve uluslararası yapısal dönüşümlerin etkisini analize dahil etmek gerekmektedir. Örneğin, küreselleşen endüstriyel üretim birçok gelişmekte olan ülkede birçok kadına iş olanağı yaratırken, bu gelişme hangi toplumda ortaya çıktıysa oradaki değerlerden ve yerel yaşantının örgütlenmesinden etkilenir hale gelmiştir. Bazı toplumlarda kadınlar yığınlar halinde kentlere göç edip bu işlerde çalışırken, bazı toplumlarda kadının endüstriyel istihdamı ancak enformel sektörde ortaya çıkabilmiştir.

İşte bu farklılıkları ve değişkenleri açıklayabilmenin bir yolu da, kadın istihdamı ve aile gibi aslında ilk bakışta birbirinden ayrılmaz görünen iki olgu arasındaki ilişkinin, çok yönlü olarak açıklanmasından geçmektedir. Türkiye örneğinde göstermeye çalıştığım gibi, aile ve kadınlık-erkeklik konumlarının sosyal varoluş biçimleri, kadınların eğitim seçiminden ev içinde karar almaya kadar birçok konuyu yakından etkilemektedir. Kadınların ne tür işlerde ve kimlerle çalıştığı, emek piyasasına katılıp katılmamaya ilişkin seçenekler, ailenin kişi sayısı ve organizasyonunun birbiriyle yakından ilgili ve etkileşim halinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de enformel sektörde çalışan kadınların sayısının, formel endüstride çalışan kadınların sayısından daha hızlı arttığı görülmektedir; bu durumda, küresel endüstriyel üretime katılmanın kadınların istihdamı açısından sonuçları, kadınların ev içindeki ağır sorumlulukları ve sosyal değer yargılarının da etkisiyle ancak enformel olarak ortaya çıkabilmektedir.

Türkiye özelinde, aile ilişkilerinin kadın istihdamına olan etkilerinin daha net ve ilişkisel bir çerçevede incelenmesi daha fazla araştırmayı gerekli kılmaktadır. Bu araştırmalar için gerekli olan perspektif, toplumsal cinsiyet ideolojisinin merkeze konduğu bir bakış açısıyla, konumlandırılmış feminist ve ilişkisel bilgi üretimini gerektirmektedir. Böylece, aile ve üretim arasındaki, kadınların hayatlarında yaşamsal değeri olan köprülerin kurulabileceğini düşünüyorum.

 

Kaynaklar

Abadan-Unat, N. (1986), Women in the Developing World: Evidence from Turkey, Denver: University of Denver Press.

Anker, R. ve Hein, C. (1986) (der.), Sex Inequalities in Urban Employment in the Third World, Houndmills, Basingstoke: Macmillan.

Berik, G. (1987), Women Carpet Weavers in Rural Turkey: Patterns of Employment, Earnings and Status, Cenevre: ILO.

Çağatay, N. ve Berik, G. (1991), “Transition to Export-led Growth in Turkey: Is There a Feminization of Employment?”, Capital and Class, cilt 43, Bahar, s. 153-77.

Çınar, E. M. (1994), “Unskilled Urban Migrant Women and Disguised Employment: Home-Working Women in Istanbul, Turkey”, World Development, c.22,no.3, 369-80

Çınar, E. M. ve diğ. (1988), “The Present-Day Status of Small-Scale Industries in Bursa: Turkey”, International Journal of Middle East Studies, cilt 3, no. 20, s. 287-301.

Dedeoğlu, S. (2000), “Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Aile ve Kadın Emeği”, Toplum ve Bilim, Güz 86, s. 139-70

Delenay, C. (1987), “Seeds of Honor, Fields of Shame”, D. Honor and Shame and the Unity of the Mediterranean içinde, D. Gilmore (der.), American Anthropology Association, Special Publication no: 22.

Devlet İstatistik Enstitüsü (1996-2002), Hanehalkı İşgücü İstatistikleri, Ankara.

Dubetsky, A. (1976), “Kinship, Primordial Ties, and Factory Organization in Turkey: An Anthropological View”, International Journal of Middle East Studies, cilt 2, 433-51.

Duben, A. ve Behar, C. (1996), İstanbul Haneleri: Evlilik, Aile ve Doğurganlık, İstanbul: İletişim.

Ecevit, Y. (1991), “Shop Floor Control: The Ideological Construction of Turkish Women Factory Workers”, Beyond Employment: Household, Gender and Subsistence içinde, N. Redclift ve E. Mignione (der.), Oxford: Blackwell.

Einhorn, B. (1993), Cindrella Goes to Market: Citizenship, Gender, and Women’s Movements in East Central Europe, Londra, New York: Verso.

Eraydın, A. ve Erendil, A. (1996), New Production Processes in Export-Oriented Garment Industry and Different Ways of Participation of Female Labour to This Process, İstanbul: Türkiye Sosyal Bilimler Derneği.

Erder, S. (1996), İstanbul’a Bir Kent Kondu: Ümraniye, İstanbul: İletişim.

Eyüboğlu, A., Özar, Ş. ve Tufan-Tanrıöver, H. (1998), “Kentli Kadınların Çalışma Koşulları ve Çalışma Yaşamını Terk Nedenleri”, İktisat, Kadınlar ve Çalışma Yaşamı Özel Sayısı, no. 377, Mart 1998.

Güneş-Ayata, A. (1991), “Gecekondularda Kimlik Sorunu, Dayanışma Örüntüleri”, Toplum Bilim, V: 51/52.

Güvenen, O. (1999), Türkiye’nin Orta ve Uzun Dönem Stratejik Hedefleri: Genel Yorumlar, DPT.

İlkkaracan, İ. (2000), “Why Are There So Few Women in the Urban Labor Markets in Turkey? Findings from an Action-Research Study”, IAFFE Konferansı’na sunulan tebliğ, İstanbul, 15-17 Ağustos 2000.

Kandiyoti, D. (1982), “Urban Change and Women’s Roles in Turkey: An Overview and Evaluation”, Sex Roles, Family and Community in Turkey içinde, Ç. Kâğıtçıbaşı (der.), Indiana: Indiana University Turkish Studies.

—– (1988), “Bargaining with Patriachy”, Gender and Society, cilt 2, no. 3, 274-90.

—– (1989), “Women and Turkish State: Political Actors or Symbolic Pawns?”, Women-Nation-State içinde, N. Yuval-Davis ve F. Anthias (der.), New York: St. Martin’s Press.

Karpat, K. H. (1976), Gecekondu: Rural Migration and Urbanization, Londra: Cambridge University Press.

Kasnakoğlu, Z. ve Dayıoğlu, M. (1997), “Female Labour Force Participation and Earnings Differentials Between Genders in Turkey”, Economic Dimensions of Gender Inequality: A Global Perspective içinde, J. M. Rivs ve M. Yousefi (der.), Londra, Connecticut: Praeger.

Kıray, M. (1985), “Metropolitan City and the Changing Family”, Family in Turkish Society içinde, T. Erder (der.), Ankara: Türkiye Sosyal Bilimler Derneği.

—– (1999), Toplumsal Yapı: Toplumsal Değişme, İstanbul: Bağlam.

Kongar, E. (1976), “A Survey of Familial Change in Two Turkish Gecekondu Areas”, Mediterranean Family Structure içinde, J. G. Peristiany (der.), Cambridge: Cambridge University Press.

Köse, A. H. ve Öncü, A. (2000), “İşgücü Piyasaları ve Uluslararası İşbölümünde Uzmanlaşmanın Mekânsal Boyutları: 1980 sonrası Dönemde Türkiye İmalat Sanayii”, Toplum ve Bilim, no. 86, Güz.

Kümbetoğlu, B. (1996), “Gizli İşçiler: Kadınlar ve Bir Alan Araştırması”, Kadın Araştırmalarında Yöntem içinde, S. Çakır ve N. Akgökçe (der.), İstanbul: Sel.

Lordoğlu, K. (1990), Eve İş Verme Sistemi İçinde Kadın İşgücü Üzerine Bir Alan Araştırması, İstanbul: Friedrich Ebert Vakfı.

Özar, Ş. (1994), “Some Observations on the Position of Women in the Labour Market in the Development Process of Turkey”, Boğaziçi Journal: Review of Social,

Economic and Administrative Studies, cilt 8, no. 1, s. 21-43.

Özbay, F. (1990), “Kadınların Eviçi ve Evdışı Uğraşlarındaki Değişme”, Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın içinde, Ş. Tekeli (der.), İstanbul: İletişim.

—– (1994), “Women’s Labour in Rural and Urban Settings”, Boğaziçi Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies, cilt 8 no.1, s. 5-19.

—– (1998), “Türkiye’de Aile ve Hane Yapısı: Dün, Bugün, Yarın”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler içinde, A. B. Hacımirazoğlu (der.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Şenyapılı, T. (1981), “A New Component in Metropolitan Areas: The Gecekondu Women”, Women in Turkish Society içinde, N. Abadan-Unat (der.), Ankara: Türkiye Sosyal Bilimler Derneği.

Timur, S. (1972), Türkiye’de Aile Yapısı, Ankara: Hacettepe Üniversitesi.

Vergin, N. (1985), “Social Change and the Family in Turkey”, Current Anthropology, cilt 26, no. 5 s. 571-4.

White, J. B. (1994), Money Makes us Relatives: Women’s Labour in Urban Turkey, Austin: University of Texas Press.

Wilkinson-Weber, C. (1997), “Skill, Dependency, and Differentiation: Artisans and Agents in the Lucknow Embroidery Industry”, Ethnology, cilt 36, no. 1, s. 49-65.

 

Notlar

 

(1) Bu başlık B. Einhorn’un Cindrella Goes to Market adlı çalışmasının başlığından uyarlanmıştır. 

(2) Birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kapitalizmin gelişimi ve modernleşme süreci hem var olan aile yapısı üzerinde hem de kadın istihdamındaki genel trendler üzerinde belirleyici olmaktadır. Burada yapmak istediğim ise bu makro ya da yapısal değişmeleri tek tek açıklamak değil, daha çok ailenin ve kadın istihdamının bu yapısal dönüşümler içinde ne tür biçimler alarak birbirlerini etkiledikleridir. 

(3) Türkiye’de aile yapısında ortaya çıkan değişmelere ilişkin teorik tartışmaların seyri; genelde modernleşme sürecini gelişmekte olan ülkeler için analiz eden teorilere benzerlik göstermektedir. Genel bir başlık altında, modernleşme ya da evrimleşme teorisi olarak adlandıracağımız bu teoriler; modernleşme ile birlikte geniş aileden çekirdek aileye doğru bir değişim olduğunu göstermektedir. Aile yapısında yaşanacak dönüşüm varsayımı iki nedenle bu teorinin merkezinde durmaktadır: Birincisi, aile yapısında meydana gelecek dönüşüm modernleşmenin mihenk taşı olarak görülmektedir. İkincisi, bu dönüşüm kadınların kurtuluşu ya da diğer bir deyişle daha eşitlikçi bir toplumda yaşamalarını sağlayacak faktörlerden biri olarak görülmektedir. Aile ve kadın emeği arasındaki ilişkileri inceleyen teorilerin kısa bir özeti için bkz. Dedeoğlu (2000). 

(4) Bu konu ile ilgili olarak bkz. Çınar (1994), Kümbetoğlu (1996), Lordoğlu (1990). 

 

Yorumlar