Evliliğin üstündeki kutsallık örtüsü – Gülnur Acar Savran

Eşitsizliğe, toplumsal hiyerarşiye, baskıya dayalı bir kurumun gerçek yüzünü gizleyen gizemli peçeyi aralamanın ne sakıncası var? 1 Ocak 2002 tarihind

Evliliğin üstündeki kutsallık örtüsü – Gülnur Acar Savran

Eşitsizliğe, toplumsal hiyerarşiye, baskıya dayalı bir kurumun gerçek yüzünü gizleyen gizemli peçeyi aralamanın ne sakıncası var? 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun’la ilgili tartışmalar sürüyor. Tartışmaların odak noktasını, yeni yasadaki eşitlikçi (yasal) mal rejimi hükümlerinin sadece yasanın yürürlüğe giriş tarihinden sonra yapılacak evlilikler için geçerli olması oluşturuyor. Eski yasaya göre evlenmiş yaklaşık 20 milyon kadın böylece yasal haklarından yoksun bırakılmış oluyor. Gelir düzeyine göre kadınları eski kocalarına nafaka ödemek zorunda bırakacak kadar cinsiyet-körü ve soyut bir eşitlikçilik anlayışıyla hazırlanmış olan yasa, iş erkeklerin mülkiyet üzerindeki tekellerini bir ölçüde zayıflatmaya geldiğinde bu eşitlikçilikten geri basmakta ve bu kez kadınlar arasında eşitsiz bir uygulama getirmekte bir beis görmüyor.

Kadınların özerkleşme olanakları patriyarkal kapitalizmin sınırları içinde, soyut bir eşitlikçiliğin kadınlar açısından hep bir bedel ödemek, giderek sömürü, baskı ve şiddetle yüz yüze gelmek anlamını taşıdığını başka yerde çeşitli örneklerle açıklamaya çalışmıştım. (*) Burada bu konuya daha fazla girmeden yeni mal rejiminin çok önemli iki yönünü vurgulamak istiyorum: Her şeyden önce, evlilik içinde edinilmiş ve paylaşılacak mal/mülkleri olan kadınlar açısından bu yeni düzenleme, boşanma halinde karşı karşıya kalacakları mutlak yoksullaşmayı dengeleyeceği için kadınların evlilik dışına daha kolay çıkmalarını sağlayacaktır. Bu da, sayıları sınırlı da olsa bu kadınların göreli olarak özerkleşmesi, bağımsızlaşması demektir.

Öte yandan, “evlilik içinde edinilen mallara katılma”, kadınların evlilikleri sırasında ev içinde harcamış oldukları karşılıksız emeğin ayrılık aşamasında bir biçimde tazmin edilmesi, yani görünür hale gelmesi, emek olduğunun adının konmasıdır. Ne var ki, karşılıksız ev emeğinin adının konmasının kadınlar için taşıdığı önem üzerinde burada uzun uzadıya durmam mümkün değil. Ancak yeni yasadaki, karşılıksız ve görünmeyen ev emeğini görünür hale getiren tek madde yasal mal rejimiyle ilgili olanı değil. “Aile Hukuku” bölümünün eşlerin birlikte yaşamını düzenleyen maddelerinden biri olan Madde 196 şöyle: “Eşlerden birinin istemi üzerine hakim, ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal katkıyı belirler. Eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması, katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır. Bu katkılar, geçmiş bir yıl ve gelecek yıllar için istenebilir.”

Ev emeğini, sadece ayrılık aşamasında ve sadece mülk sahibi kocaların eşleri için değil, kadınların daha geniş bir kesimi olan ücretliler için ve evlilik sürerken de görünür ve (bir biçimde) karşılığı olan emek haline getiriyor, resmen emek olarak tanıyor bu madde. Ev emeğinin para türünden karşılığı? Ev emeği için ücret talebi bir zamanlar özellikle Batıda feministler arasında önemli tartışma konularından birini oluşturmuştu. Bu talebe karşı çıkanlar ev emeği karşılığı ücret talep etmenin cinsiyetçi iş bölümünü hem özel alanda hem de ücretli emek piyasasında kökleştireceğini ileri sürüyorlar, ev emeğinin karşılığının tazminat, sigorta vb. gibi, bu işi kadınların mesleği, temel faaliyet alanı olarak tescil etmeyecek biçimlerde ödenmesi gerektiğini savunuyorlardı.

İşte söz konusu yasa maddesi tam da bu kaygılara mahal vermeyecek biçimde düzenlenmiş. Maddeyi biraz açmaya çalışalım: Varsayılan durum bir anlaşmazlık durumu: Her iki tarafın da kişisel gelirinin olduğu bir evlilikte, belli ki, eşlerden biri (bilin bakalım hangisi!) diğerine, “Ben bu evin giderlerine senden daha az katkıda bulunacağım, çünkü bu evin bütün temizliğini yapıyorum, senin her şeyini yıkayıp ütülüyor, yemeğini hazırlıyorum, çocuklara bakıyorum… (Gerisini siz tamamlayın G.A.S.)

Ben ücretimin, harcadığım bu emek zamanının değerine tekabül eden bölümünü kendime ayıracağım, çünkü bunu zaten emeğimle karşılıyorum ” demiş, karşı taraf da, “Ama ben de muslukları, elektrik sigortalarını tamir ediyorum (aklınıza başka bir şey geliyor mu? G.A.S.)” diye karşılık vermiş ve soluğu mahkemede almışlar… Şimdi, ev emeği için ücret talebine karşı çıkanların bir başka itirazını oluşturan bir sorun burada da geçerli: Ev emeğinin değeri nasıl hesaplanacak? Ev emeği mesaisi olmayan ve iş süreci itibariyle birbirinden ayrışmış, birbirini izleyen bölümlerden oluşmayan, kısacası ne parça başı, ne saat üzerinden hesaplanmaya müsait bir emek harcama biçimidir: İşler iç içe girmiştir, birisi bitmeden başkasına başlanır, iki iş eşzamanlı olarak sürdürülür, olmadı gece uyku tutmadığında tamamlanır… Bu işlerin, ev dışında yabancılar tarafından kendi üretim araçlarıyla ve ücretli işçi çalıştırarak yapılan, parçalanmış ve ihtisaslaşmış biçimleri olan ütücülük, lokantacılık, temizleyicilik gibi işlerin birer ölçüt oluşturamayacağı açık gibi görünüyor. Bu durumda ücretli ev işçilerine ödenen rayiç miktar mı örnek alınacak?

Bunun umulabileceğin çok üstünde bir meblağa yol açacağını söylemek bile gereksiz! Bunun karşı kutbunda ise, hâkimlerin saptayacakları ve muhtemelen sadaka düzeyini geçmeyecek miktarlara razı olmak gibi bir seçenek var. Öyleyse bu maddenin pratikte nasıl işleyeceği tartışılmaya muhtaç. Tartışmanın da ötesinde, bu maddeyle birlikte önümüzde bir politik müdahale alanı açılıyor. Bu hesapların evliliği parasal pazarlıklara tâbi bir kapitalist işletmeye dönüştürdüğünü düşünüp bundan gocunuyor musunuz? Eşitsizliğe, toplumsal hiyerarşiye, baskıya dayalı bir kurumu deşifre edip, onun gerçek yüzünü gizleyen gizemli peçeyi aralamanın ne sakıncası var?

 

“Feminizmin İkilemleri (Teoride Aşılabilir mi?)”, Defter, sayı 44 (Yaz 2001).

Yorumlar