8 Mart'ta kadınları ve LGBTİ+'ları sokağa taşıran sadece yaşamlarımızdaki eşitsizliğin pekiştiğini hissediyor olmamız değil. Bu duruma olan itirazımız, isyanımız, değiştirme isteğimiz ve en çok da buna gücümüz olduğunu görüyor olmamız
8 Mart 2022’ye feminist gece yürüyüşlerindeki direniş ve kitlesellik damga vurdu. Yasak kararlarına, polis barikatlarına, sosyal medya üzerinden dönen saldırgan tartışmalara ve iklimi altüst olmuş dünyamızın buz gibi havasına rağmen kadınlar ve LGBTİ+’lar bu 8 Mart engel tanımadı. 8 Mart kadınların 100 yılı aşkın süredir kutladığı bir mücadele günü. Ama hakkını verelim ki bu yüzyıl 8 Mart kadınlar tarafından bambaşka bir bağla sahipleniliyor. Sokağa çıkanlarımızın da çıkmayanlarımızın da mutlaka 8 Mart’a özel bir hazırlığı var. Hareketin içinde olalım ya da olmayalım patriyarka karşısında benzer deneyimlerimiz benzer hayatta kalma bilgilerimiz var. Kendimize feminist diyelim ya da demeyelim; feminizmin bütün farklı akımlarıyla birlikte dünya çapında ideolojik bir hegemonyası var.
Ülkemizde bu yıl hem 6 Mart günü yapılan gündüz eylemleri hem de 8 Mart günü ve gecesi yapılan yürüyüşler oldu. Ankara’da daha önce hiç olmadığı kadar kitlesel yapılan feminist gece yürüyüşü, Bursa’da son 3 yıldır yapılan en kitlesel eylem, Antakya ve Trabzon’da uzun zaman üstüne yeniden yürüyüş yapılabilmesi, İzmir’de, İstanbul’da barikatlarda süren mücadeleler sonucunda yapılan yürüyüşler, Antalya’da eylem sırasında olan 40 gözaltıya rağmen saatlerce devam eden kadın öfkesi, Diyarbakır ve Van’daki kitlesel buluşmalar… hangisinden bahsetsek bir diğerinin eksik kalacağı 8 Martlar geçirdik. 8 Mart eylemleri genel olarak ekonomik kriz ve yoksulluk, erkek devlet şiddeti ve savaşa karşı (her ne kadar Ukrayna savaşına karşı güçlü bir sokak hareketi hala örgütleyememiş olsak da) mücadele ve isyan vurgulu çağrılarla örgütlendi. Ancak eylem alanlarındaki dövizlerde bu çağrılardaki içerik kadar hatta belki daha fazla, patriyarkaya karşı başkaldırı ve kadınların ve LGBTİ+’ların özgürlük çığlıkları yer buldu. 8 Martların örgütlenme sürecinde görülen bir diğer şey de kadınların ve LGBTİ+’ların eylemlerin ön hazırlık süreçlerine daha çok katıldığı, sorumluluk aldığı ve mücadeleye örgütlü katılma isteğinin daha çok arttığı.
Sokağa taşan feminizm
Kadınların öfkesinin ve isyanının çok büyüdüğünü, bunun 8 Mart alanlarına mutlaka yansıyacağını öncesinde yaptığımız toplantılarda, sohbetlerde sık sık konuşuyorduk. Ama yine de 8 Mart değerlendirmesi yaparken eylemlerin örgütçülerinin “bu soğuğa rağmen/polis engeline rağmen bu kadar kadın nasıl geldi, beklemiyorduk” dediğine de tanık olmadık değil ☺
Peki kadınları inatla sokağa taşıran hangi politik atmosferdi? Buna benzer yanıtlarımız var. Biz kadınlar artık eskisi gibi yaşamak istemiyoruz. Özellikle son 10 yıldır AKP’nin kadın düşmanı politikaları karşısında gelişen kadın hareketinin bunda katkısı büyük. COVID-19 pandemisi kadınlar açısından katmerlenmiş bir sömürü ve ezilme süreci olarak yaşandı. Üstüne ekonomik kriz ve savaşın getirdiği yoksullaşma günlerinden geçiyoruz. Birçok kadın güvencesiz işlerde, kayıtsız, geçici çalışmaya mecbur bırakılırken ev içindeki bakım yükleri de azalmıyor, artıyor. Üstelik o evlerde ve iş yerlerinde iktidarın kadınların kazanılmış haklarını gasp etme politikalarından, yargının kadın katillerini cezasızlıkla ödüllendirmesinden ve tabii ki genel olarak patriyarkal sistemin tanıdığı ayrıcalıklardan güç alan erkekler var. Patriyarka, neoliberal kapitalizm ve faşist iktidarlar sınıf düşmanlığıyla, dincilikle, ırkçılıkla, cinsiyetçilikle, homofobiyle, transfobiyle, feminizm düşmanlığıyla yoğrulmuş bir bütünlük oluşturuyor. Kadınlar ve LGBTİ+’lar bu politikalar karşısında direndikçe, bu politikaların toplumsal çekirdeği aile parçalandıkça daha saldırgan, daha muhafazakâr ama toplumsal desteği giderek azalan bir yapı ile karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye kadınlar ve LGBTİ+’lar için tekinsiz bir ülke ve bu ülke topraklarında ancak direnerek, dayanışarak, birbirinden güç alarak hayatta kalmak mümkün. Ama kadınları sokağa taşıran sadece hayatta kalma güdüsü ya da yaşamlarımızdaki eşitsizliğin pekiştiğini hissediyor olmamız değil. Bu duruma olan itirazımız, isyanımız, değiştirme isteğimiz ve en çok da buna gücümüz olduğunu görüyor olmamız. Feminizm kendinde bir bilinç olarak ve kadın kurtuluş hareketinin mücadelesiyle sokağa taşmaktadır.
Devlet şiddeti ve hareket içi tartışmalar geri adım attırmıyor
Bu isyanın karşısına devlet bütün yapısal şiddet araçlarıyla çıkıyor elbette. 8 Mart’tan günler önce bütün televizyonlarda KADEM Genel Kurulu’nda Erdoğan’ın “yeri göğü inleten” diye tanımladığı kadınları kadın cinayetleri konusunda ayrımcılık yapmakla suçlayışını ve onların “cibilliyetleri bozuktur” deyişini izledik. Bizim bildiğimiz Türkiye’de yeri göğü inletenler ve kadın cinayetlerine karşı ayrım yapmaksızın sokağa çıkanlar kadın hareketinin özneleri ve feministler. Erdoğan’ın bir çırpıda savurduğu söz feminist gece yürüyüşlerine polis şiddeti olarak yansıdı ama kadınlar açısından yok hükmünde bir konuşma olarak kayıtlara geçti. İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi de kadınlar tarafından yok hükmünde sayılmıştı ve hem sözleşmenin yeniden imzalanmasını sağlayacağımızı hem de sözleşmenin maddelerinin fiilen uygulanmasının garantörü olacağımızı 1 Temmuz’da ilan etmiştik. 6284 sayılı kanun ve Medeni Kanun’daki birçok kazanılmış hakka dönük saldırı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun verdiği Hatice Kaçmaz kararı ve benzeri yargı kararları erkeklere kadınlar ve LGBTİ+’lar üzerinde şiddet uygulama serbestisi açan düzenlemeler. Ancak yine basında yer alan, Altıncı Yargı Paketi ile beklenen nafaka kısıtlamasının pakette olmayacağı bilgisini de kadın hareketinin hanesine bir başarı olarak kaydetmek gerekir. Yapısal şiddet, erkek şiddeti, toplumsal normlar, dayatmalar; hiçbiri karşısında kadınlar eşitlik ve özgürlük mücadelesinden geri adım atmıyor, itaat etmiyor.
8 Mart’ta bir yanda bu büyük saldırı ve direniş yaşanırken diğer yanda daha çok sosyal medyada dönen “trans-terf tartışması”(1) adeta bir etiket haline geldi. Bu tartışmayı “nedense” erkekler büyük bir merakla takip ediyor. Bütün bu tartışmaların eylem alanlarındaki yansımasının ufacık olduğunu, transların feminizmin örgütlü bir öznesi olarak kadın hareketinin içinde yer alma eğiliminin güçlendiğini, bu tür feminizm içi tartışmaların hareketi ilerletici politik tartışmalar olarak yapıldığında başımızın üstünde yeri olduğunu ama kadınları hedef haline getiren planlı düşmanlığın politik bir tartışmayla alakası olmadığını söylemeden geçmeyelim.
Bu 8 Mart alanlarının dolup taşmasının onlarca yıllık tarihi var. Bu tarih içinde çok fazla ayrışma ve birleşme öykülerimiz oldu. Özellikle son bir yıldır bayrağıyla isim göstermeyi politikasını göstermek olarak sayan ve aksini tektipçilikle suçlayanlar, hareketin yıllar içinde geride bıraktığı kızıl-mor tartışmalarını yeniden başlatanlar, sözleri feminist hareketin sözlerine benzese de karma eylemler yapanlar ayrışan yolları gösteriyor. Hareket içindeki farklılıkları çok fazla tartışma konusu yapmıyoruz. Belki bugün biraz daha fazla konuşmamız, eleştirileri daha açık yapıp politik farklılıkları netleştirmemiz, birbirimizin önerilerinden feyz alacaksak da bunu politika tartışarak yapmamız gerekiyor. Yine de ayrılıklarımız olacaktır ama kadın hareketi farklı yollardan yürüyüp yeri geldiğinde aynı sokağa akmayı da bilecektir.
Asıl değerlendirmeyi ise kadın hareketinin ve feminist hareketin tüm Türkiye’ye yayılan kitlesel isyanını örgütleyenlerin yapmasına ihtiyaç var. Ürettiğimiz politik içerik ve sözler çok güçlü, eylemlerimiz çok güçlü ama fazlası da mümkün. Yorgunluklarımızdan sıyrılıp eylemi iyi yapmanın ötesine geçen uzun vadeli feminist stratejiler üzerinde düşünmeliyiz. Bunun için hızlı karşılık almasak da inatla çabalamalıyız. Savaşlar, ekonomik krizler, salgın hastalıklar ve diktatörlükler çağını tersine çevirecek olan bir feminist politika üretebiliriz. Buna uygun bir dayanışma ve mücadele programı çıkarabiliriz. Milyonlarca kadının baktığı bir hareket olarak kadınların üretimden ve yeniden üretimden gelen gücünü gösterecek itaatsizlik eylemlerini, feminist grevleri gündemimize alabiliriz. Dünya bir kaosun içine yuvarlanırken yeniden ve yeniden örgütlenen yapısal şiddet ve erkeklik karşısında kadınların feminist özsavunma ağlarını kurabiliriz.
Giderek politikleşen kadınların ve LGBTİ+’ların aklına ve gücüne güvenerek gireceğimiz kendi sınırlarımızı zorlayan örgütlü kavgalar bizi bekliyor. Sadece eylemlerde ortaya çıkan bir kalabalık olarak değil, örgütlü bir hareket olarak ilerleyebilmek için mahalle mahalle, işyeri işyeri, okul okul çalışalım. Ama tek başına kendi örgütlerimizi büyütmek için değil bu ülkeyi ve dünyayı birlikte değiştirebilmek için. Binlerce yıllık kökleri olan patriyarkal sistemi yıkacak olan devrime, feminist devrime giden süreci “birkaç arpa boyu” daha ilerletmek için.
(1) Trans-exclusionary radical feminist – terf ve feminizmin öznesi tartışmalarına dair tartışmanın maddi temelini ortaya koyarak daha ayrıntılı konuşmaya ve yazmaya ihtiyacımız var.
Yorumlar