Bursa, koza sayesinde işçi kenti niteliği taşıyan bir noktada. Köylerde de şehirde de kozacılık, ipek çıkarma ve işleme alanında çok sayıda kadın çalışmakta ve bu kadınların koşulları oldukça kötü. Bir kısmı çocuk yaşta olan kadınlar, işyerlerini saran verem salgınının tam ortasında günde 15-16 saat çalışmakla birlikte karşılığında düşük ücretler almaya, sağlıksız çalışma koşullarına karşı bir şeyler yapmaya karar verdiğinde yıl 1910’dur.
Manşet fotosu: Yönetmenliğini Metin Yeğin’in yaptığı ve Bursalı ipek grevcilerini anlatan “Grev” filminden
“1 Mayıs’a giderken” diye başladığımız cümlelerde zihninizde canlanan fotoğraf karesi, kafasında baret, elinde çekiç ve benzeri bir başka alet bulunan bir erkek işçi tasviri mi hala? Hala alanları dolduran kitlede önlükleriyle en önde yürüyen erkekler mi görüyorsunuz gözünüzü kapatınca?
“Değişti o devirler” demeyeceğiz. Çünkü hep vardık üretimin de, mücadelenin de tam ortasında. Gördünüz ya da görmediniz; gösterdik. Duyurduk; duymak isteseniz de istemeseniz de. Ve dünü hiç unutmadan varız, pankartları boyamaya devam ediyoruz şu günlerde.
Flormar’da direnişin güzelleştirdiği, direnişi güzelleştiren kadınlar hemen şuracıkta. DESA’da sendikalı olduğu için işten atılıp günlerce fabrika önünde oturan Emine Arslan, emek sömürüsüne karşı yakılan her direniş ateşinin çırası olan nice kadın… Elbet 1857’de New York’taki o dokuma fabrikasında aslında kapitalist sömürüyü duman edeceğimizin sözünü veren o kadınlar… Hepsinin hikayesi her birimizin hikayesi, derdimiz de mücadelemiz de ortak.
Tarihten beri kadınlara hiçbir hak tepeden inmedi, bahşedilmedi. Kadınlar yaşadı, ezildi, anladı, düşündü, itiraz etti ve birleşti. Birleşerek cesaretlenen, cesaretlendikçe güçlenen hareketin ilklerinden birini hatırlatalım, bu 1 Mayıs’ta bizim kortejde yürüsün diye o günü yaratanlar.
Yaşadığımız coğrafyada Cumhuriyet öncesi kadın emeği ve bu alandaki mücadeleye ilişkin birkaç bilgi paylaşalım önce. Yapılan çeşitli araştırmalar doğrultusunda çıkarılan verilere göre:
Fabrikalarda çalışan kadın işçi oranının etnik kökenle ilişkili olduğu görülüyor. Örneğin; Rumeli’de kadınların fabrikalarda çalışması 1840’larda, Müslüman kadınların fabrikalarda çalışmaları 1860’lardan sonra Bursa ipek fabrikalarında başlıyor. Bununla birlikte toplam kadın işçiler arasında Müslüman kadınların oranı oldukça düşük. 1. Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte fabriklarda Hristiyan Arap, Ermeni ve Rum kadınlar çalışıyorken savaşla birlikte durumun değiştiği ve Türk kökenli kadınların da fabrikalarda çalışmaya başladığı gözlemleniyor.
Bursa, koza sayesinde işçi kenti niteliği taşıyan bir noktada. Köylerde de şehirde de kozacılık, ipek çıkarma ve işleme alanında çok sayıda kadın çalışmakta ve bu kadınların koşulları oldukça kötü. Bir kısmı çocuk yaşta olan kadınlar, işyerlerini saran verem salgınının tam ortasında günde 15-16 saat çalışmakla birlikte karşılığında düşük ücretler almaya, sağlıksız çalışma koşullarına karşı bir şeyler yapmaya karar verdiğinde yıl 1910’dur. Eşit iş için erkeklerle eşit ücret alabilmek, insani çalışma düzenini elde etmek, emeklerinin sömürülmesine itiraz etmek için grev kararı alır ve Türkiye’nin ilk kadın grevlerinden biri, 3 Ağustos 1910’da Bursa’da gerçekleşir. Clara’nın II. Enternasyonal’de 8 Mart’ın kadınlar günü ilan edilmesini önerdiği o yıl Kozahan’ın yanında bulunan Ulucami bahçesinde duyulan sesleriyle Bursa’nın ipek işçisi kadınlarının haklı ve tarihsel nitelikteki isyanı on yıllarca yankılanacaktır. Duyuyor musunuz?
Biz duyuyor ve yineliyoruz işte;
Yok sayılan emeğimiz görülecek.
Sömürü değil insanca yaşam talebimiz karşılığını bulacak.
İş yerlerinde cinsel kimliğimizden ötürü maruz bırakıldığımız baskı, şiddet, taciz sona erecek.
Sizin ‘ideal meslek’ kalıplarınızın dışında hayatın ve üretimin her yerinde var olacağız.
İyisi mi ipek böceğinin kozasına tutunduğu gibi tutunalım birbirimize, kol kola girelim yine bu 1 Mayıs’ta gönlümüzün meydanlarına.
Selamla…
Yorumlar