Berec grevine adı geçen kitap üzerinden feminist emek tarihi perspektifi ile kadın işçiyi özne alarak baktığınızda erkeklerden farklı deneyim biçimlerine, bambaşka kadın gerçekliklerine ulaşmamız mümkün. Kimdir grevci kadın işçiler? önce ona bakalım.
Kaynak: Kadın İşçi
7 Aralık 1964’de başlayan Berec Grevi, erkekler tarafından yönetilen kadın ağırlıklı bir grevdi. Kadınlar gündüz grev gözcülüğü yaptılar, dövüldüler, yaralandılar, cinsel tacize uğradılar. Ama vazgeçmediler. 41 gün süren grev kazanımla sonuçlandı.
Çıkmışım da gelmişim Çarşamba’dan Berec’e
En güzel türkülerde şimdi var şimdi yok
Bir uç kemancıyım, ulusalım, sesim ince
Orada doymadım da geldim, burada doymadım da grevdeyim…
Bu şiirin adı; Grevci Sevinç Gülsuna’nın Dedikleri, Beşiktaş Kız Lisesi Felsefe öğretmeni Mehmet Karabulut tarafından Berec Pil Fabrikası grevinde direnişçi bir kadın işçinin gazetelere verdiği söyleşi üzerinden yazılmış. Yön Dergisi’nde Ocak 1965 yayınlanmış. Petrol-İş Sendikasına üye Berec işçilerinin 7 Aralık 1964’de başlattığı bu grev, 41 gün sürdü, ücret ve sosyal haklarda ciddi kazanımlar elde edildi. Berec fabrikasında çalışan 1100 işçinin 900’ü kadındı.
Grev hakkındaki bilgilerimizi Petrol-İş Sendikası uzmanı Özkal Yici’nin grevin hemen ertesinde sendika yöneticileri nezdinde ve grev alanında olan bitenleri anlattığı “Kırkbir Uzun Gün Berec Grevi” isimli grev günlüğünün kitap haline getirilmesine borçluyuz. TÜSTAV Yayınları’ndan 2010 tarihinde çıkan kitabı yayına hazırlayan M. Hakan Koçak’tır. Kitapta greve dair pek çok fotoğraf, toplu sözleşme taslak ve belgesi ayrıca dönemin gazetelerinde çıkan haberlere de yer verilmiş.
Sunuş yazısında Petrol-İş’in ilk grevi olması nedeniyle sembolik anlama sahip olduğunu belirten Koçak, grevin diğer önemli niteliklerinden birisinin de büyük ölçüde bir kadın grevi olmasında yattığını yazar. Özkal Yici de grev günlüğünde son söz niyetine yazdığı “Tarihe Doğru” isimli bölümde “Türkiye’de ilk defa kadın işçilerin bu derece büyük ölçüde katıldığı grev” diye bir tanımlama yapıyor.
Evet, Petrol-İş Sendikası’nda sendikanın tarihini yazmaya çalışanların tırtıklayarak, çeşitli sendika yayınlarında kullandıkları grevin bir de fotoğraf albümü vardı. Tırtıklandığını şuradan biliyorum; kütüphanede albüme ulaştığımda -ki bayağı erken bir dönemdi, bazı fotoğrafların yerinde sadece izlerini görmüştüm. İşte albümdeki fotoğraflara baktığınızda grevin her aşamasında kadın işçilerin bulunduğunu görürüz. Sendika yöneticilerinin grev alanında çektirdiği fotoğraf karelerinde mutlaka ama mutlaka bir kadın işçi üçgen başörtüsü, diz hizasındaki etek ve pardösüsüyle ile karşımıza çıkıyor. Onları grev oylamasında çadırdan çıkarken, Keşanlı Ali Destanı tiyatro gösterisini izlerken, grev önlükleriyle nöbet tutarken görüyoruz.
Erkek tarihçilerin veya sendika tarihlerini yazan erkeklerin pek rağbet etmediği, ya da kürsünün önündeki erkek yöneticilere ve onların yapıp ettiklerine yöneldikleri için bakmadıkları yerlerde fotoğraflar gerçekten de önemli belgeler olarak karşımıza çıkıyor. Hiç bir fotoğraf karesinde konuşanlarla, dinleyenleri bir arada göremiyorsunuz. Sadece bu fotoğraflar üzerinden bile bir kadın grevi tarihi yazılabilir.
Berec Grevi “Ekmek ve Gül” Grevi gibi kadınların mücadele ettiği erkeklerin yöneticilik yaptığı ve kadınları kurdukları söylemlerle mistifize ederek, dönemin erkek egemen ideolojilerini de yansıttıkları bir grevdir. Şaire “Bir uç kemancıyım, ulusalım, sesim ince” dedirtilen, grevci kadın işçi Sevinç Gülsuna Hanım’ın ulusal olduğu grev sırasında kendi tanımlarken belki de hiç aklına gelmeyecek bir özelliktir.
Bir özne olarak kadın işçi
Berec grevine adı geçen kitap üzerinden feminist emek tarihi perspektifi ile kadın işçiyi özne alarak baktığınızda erkeklerden farklı deneyim biçimlerine, bambaşka kadın gerçekliklerine ulaşmamız mümkün. Kimdir grevci kadın işçiler? önce ona bakalım.
Girişteki erkek şairimize ilham veren Sevinç Gülsuna, Haftalık Yön gazetesinin 25 Aralık 1964’de çıkarılan 91. sayısında yapılan ve kitaba da alınan söyleşide şöyle anlatmış kendini: “ Ben Samsun’un Çarşamba Kazası’ndan 16 yaşında Berec Pil Fabrikası’nda 2612 Numaralı işçi kız Sevinç Gülsuna. 1960 yılında İstanbul’a geldik. İlkokulun beşinci sınıfına kadar okuyabildim. Fabrikadan aldığım parayla 7 nüfusa bakarım. Babam işsiz, annem hasta. Üç yıldır bu fabrikada çalışırım. On günde 90 Lira kazanırım. 110 Lirasını kiraya veririm. Bakkala 250 lira borcumuz var. Evimizde elektrik yok, gaz lambası yakar, odun sobasında ısınırız. Babam da benim gibi işçiydi. Yani ben de onun gibi işçi oldum. Benden küçük daha dört kız kardeşim var. İkisi ilkokula gidiyor, ikisi daha küçük…”
Onun hemşehrisi olan Fatma Aydın aynı söyleşide şunları anlatıyor“ Babam inşaat işçisiydi. Ciğer hastasıdır kendisi, babam hastalanınca müdür beye çıktım. Bana biraz avans vermesini rica ettim. Sendikaya kayıtlı olduğum için bana avans vermedi.” Babasını tedavi ettirmek için muhtardan fakir kağıdı aldığını ve ancak bu şekilde babasını Heybeliada’daki sanatoryuma yatırdığını belirten Fatma Aydın, konuşmasına şöyle sürdürüyor:
“ Annem de çok yaşlıdır çalışamaz. 10 günde 85 lira alıyorum. Bu parayla annem babam, ben ilkokula giden iki kardeşim geçinmeye çalışırız. İki ağabeyim de askerdedir, onlara da biz para göndeririz. …. Şu andaki vazifem grev gözcülüğüdür. Açlıktan ölsek de greve devam edeceğiz…” Yoksulluğu ve kararlılığı görüyorsunuz…
Erkek işçiler de vardı, elbette ama sayıları gerçekten kadınlara göre azdı. Onların anlatıları da ücret, işçi sağlığı iş güvenliği ve gündelik yaşam biçimleri üzerinden bir karşılaştırma olanağı sunuyor: “Ben Niğdeli Hayrettin İçli 5 lira yevmiye ile girdim bu işe. Şimdi 10 günde 130 lira alırım. Fabrikanın fırın kısmında çalışırım. Fırın çok sıcak olur, sucuk gibi terlenir. İkinci derecede veremim 6 ay bir yattım, 4 ay bir yattım. Et yemem lazım biliyorum. İnan olsun ki ayda 250 gram et yiyemeyiz hiçbirimiz…”
Berec kadın işçilerin yaş ortalaması çok düşüktür. İlkokulu bitiren yoksul ailelerin kız çocukları evi geçindirme derdine düşmüştür: “Ben Safiye Sarafoğlu 17 yaşındayım 3 yıldır Berec de çalışırım. Kazancım 10 günde 85 liradır. Ben de kömür dairesinde çalışırım. Ben de vücudumu arap sabunu talaş karışımı ile yıkarım. Erkek arkadaşlarımız sıcak suda yıkanır, biz ise soğuk suda… İşe arkadaşım Sevinçle gider geliriz. Pazar günleri onunla birlikte dantel öreriz. Ama çeyiz için değil para için yaparız bunu…”
Münevver de 13 yaşında işe başlayanlardandır. “Ben Münevver Kaya 19 yaşındayım 6 yıldır Berec’de çalışırım. 10 günde 120 liradır kazancım. Sinemaya eğlenceye para ile gidilir. Biz hep borçluyuz. Karnımız geçen hafta sendikanın yaptığı gıda yardımıyla doğru dürüst doyabildi. Tiyatroya hemen hemen ilk defa gittik hepimiz. Tiyatro bizim hayatımızı anlatıyordu.” Daha sonra üstlerinden yakınan Kaya şöyle devam ediyor konuşmasına “Kadın arkadaşlarımız hamile olunca onları ağır işe verirler. Ağır işte çalışsın da çocuğunu düşürsün diye. Çünkü eğer arkadaşımız doğum yaparsa izin vermek lazım…”
Bu kısa söyleşilerde bile 1960’lı yıllarda işçi sınıfı hanelerinde genellikle en büyük kız çocuklarının ilkokuldan sonra okutulmadığı ortalama 12-13 yaşlarında fabrikaya işçi olarak çalışmaya gönderildiğini çıkarmak mümkün. Kızların çoğunun babası ya hastalık, ya da yaşlılık nedeniyle çalışmıyordu ve ailenin geçimini bu küçük yaşta işe başlayan kızlar sağlıyordu.
Kadınlar düşük ücret alıyordu
Aldıkları ücret çalışılan süreye ve işin niteliğine bağlı olsa bile erkek ücretlerinden daha düşüktü… Ayrıca işin niteliği ağırlığı ya da hafifliği kadın ücretlerini pek de etkilememiş gibi görünüyor. Üç yıldır kömür dairesinde çalışan Safiye’nin 10 günlük ücreti aksi taktirde 85 lira olmazdı.
Hem işçilerden birinin hem de kadın işçilerden birinin babasının verem olması, dönemin çalışma koşulları, işci sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin yetersizliği hakkında bilgi verdiği gibi verem ve sınıf arasındaki bağlantıyı da gösteriyor bizlere. Verem ve işçi sınıfı arasındaki ilişki romanlarda, hikayelerde, şiirlerde işlenmiştir, tarihi anlatının konusu oldu mu bilemiyorum. Bu toplumsal tarih araştırmalarına düşen bir görev
Genç kadınlar geçinemedikleri için şimdi ev eksenli olarak adlandırdığımız işlerde de çalışıyorlar. Dönemin şartlarında bu ek işler dantel örücülüğüdür. Büyük bir ihtimalle dantel yapıp satan sadece Sevinçle arkadaşı Safiye değildir.
Yine kadınların anlatıları Berec’te hamile kadınların ciddi baskı ve ayrımcılığa maruz kaldığını gösteriyor. Ama ne toplu sözleşme taslaklarında ne de imzalanmış “Temin edilen sosyal, iktisadi ve iş teminatı ilgili önemli hususlar” arasında bu konuya ilişkin özel bir madde yok. O dönemde yürürlükte olan 4008 Sayılı İş Kanunu’nun 25. Maddesi’nde doğum iznine dair düzenlemeler var. Sendikacılar ya nasılsa bu uygulanmak zorundadır, diye doğum izinlerine dair bir şey koymamışlardır, toplu sözleşmeye ya da Safiye’nin anlattıklarından hareketle bu konuda işyerinde yasalara pek kulak asılmadığı için ek bir talep olarak patron nezdinde caydırıcı olabilir gerekçesiyle ek düzenlemelere yer verilmemiştir.
Berec’te işçi olarak çalışan bir genç kadınla evlenme hazırlıkları içinde olan ve başlık parasını biriktiremediği için evlenemediğini belirten Sadık Balaban isimli erkek işçinin anlattıklarından da kadın işçilerin fabrika içerisinde hemen hemen her işi yaptıklarını anlıyoruz. “Ben kömür dairesinde çalışırım, Kömür dairesinde 40 kadın-kız olmak üzere 100 kişi çalışırız. Kömür dairesi Allahın belası bir yer. Hepimiz simsiyah oluruz. Akşam olunca birbirimizin sırtını arap sabunuyla talaşı karıştırıp yıkarız… Ciğerlerimiz kömür tozuyla doludur, zehirlenmeyelim diye bize yoğurt yedirirler…”
En kötü işlerden biri olan kömür dairesinde epey fazla sayıda kadın çalışan vardır. Yani işin ağırlığına göre kadınları şu ya da bu alanda çalıştırmayalım, diye bir anlayış yoktur. Fakat erkeklerle kadınlar arasında bir ücret ayrımı vardır; Üç yıldır bu dairede çalışan Safiye’nin 10 günlük ücreti hala 85 Liradır.
Soğuk suyla yıkanıyoruz
Safiye’nin demecinden kadın ve erkek işçilerin aynı koşullarda çalışmadıklarını da anlıyoruz. Kömür dairesinde çalışırken erkeklerin sıcak suda yıkanırken kendilerinin soğuk suda yıkandıklarını belirtiyor. Neden acaba? Fabrikalarda mekan örgütlenmesi ve dizaynı erkek işçi göz önüne alınarak yapıldığı için bugün bile kimi işyerlerinde kadınların soyunma odası yoktur. Tuvaletler kısıtlıdır… Banyo olanakları bulunmaz… Berec’te de büyük bir ihtimalle kadınlara ayrılmış özel banyo alanları yoktur.
Berec’te çalışan işçilerin sendikaya üye olmaktan ve ücretlerini ve çalışma şartlarını iyileştirmeye çalıştırmaktan başka çareleri yoktur. Onlar da üye olurlar fakat patronlar toplu sözleşme görüşmelerini uzattıkça uzatıp oyalama taktiğine başvurarak, işçiler arasında birlik ve dayanışmayı parçalama yoluna giderler… Grev kaçınılmaz olur…
Grev alanında yaralandılar
7 Aralık 1964 tarihinde greve çıkılır. Fabrikanın bahçe kapısının üstüne “Berec Pil Fabrikasında Grev Var” pankartı asılır. Kadınlar grev boyunca çadırı terk etmezler, gündüzleri grev gözcülüğü yapmak onların işidir. Soğuğa kara yağmura aldırmadan nöbetlerini tutarlar. Özkal Yici ilk gününü anlatırken “ Saat 9.30’da ilk gözcüler, görevlerini genç kızlara devrettiler. Gündüz nöbetini hep kızlar, gece nöbetini de erkekler tutacaklardı.” diyor, gerçekten de öyle oldu, anne, baba, koca baskısından gece nöbetine kalamayan kadın işçiler, gündüz nöbetini tuttular ve bu nöbetler esnasında, jandarma, polis ve grev kırıcılarının saldırılarına maruz kaldılar. İçlerinde yararlananlar oldu.
Grevin dördüncü gününde sabah grev kırıcılarını taşıyan otobüsün arka camının kırılması ile başlayan olaylarda şoförün arabayı grevci işçilerin üzerine sürmesi ile iki grevci işçi yararlanır. O gün öğleden sonra da çatışma devam eder. Fabrikadan bir otobüs dışarıya çıkmak için harekete geçer. Grev gözcüleri, yasalardan kaynaklanan kontrolleri yapmak için otobüsü durdurmaya çalışırlar. Otobüs durmaz hızını artırır, Petrol İş Müfettişlerinden Nesrin Çetinkaya elini uzatarak, dur işareti yapar ama otobüs şoförü bu bileği yakalar Nesrin yerde sürüklenmeye başlar. Tekerleklerin altına girmesine ramak kalır. Grevci işçiler öne atılır, otobüsün etrafını sararlar, polis jandarma işçileri coplarla işçilerin önüne yürür…
Sabah yaralanan işçilerden biri de kadındır; Hanife Akarsu’dur adı ve göçmendir, olayın olduğu haftanın Pazar günü kendisini ziyarete gelen grev komitesi üyesi ve bir gazeteciye şunları söyler: “Bunlar insan değiller (Şoförü kastediyor. İşte gördüğünüz bu çocuklar (odada altı çocuk vardı) hepsi benim çalışmama bakıyorlar. Okuması yedirmesi giydirmesi hep bana bağlı… Ben ölseydim kim bakardı bu çocuklara…”
Greve katılan genç kadınlardan Fikriye Odaman, hikayesini editörlüğünü Hakan Kocak’ın yaptığı “ O hep Sendikacıydı. -Ziya Hepbir’in Yaşam Öyküsü” isimli kitapta Ziya Hepbir şöyle anlatır “ İşçiler fabrika kapısının önüne kalın bir zincir geriyorlardı. Fikriye isimli genç bir kadın vardı. Çok girişken ufak tefek bir kadıncağız. Grev gözcüsü iken vali geliyor fabrikaya girmek istiyor. Fikriye ‘Katiyyen bu zincirleri indirmem ancak başkan izin verirse açarım’diyor. Vali “kızım ben valiyim” diyor. “Ne olursanız olun ben açmam” diyor Fikriye…”
Fikriye’nin soyadının Odaman olduğunu da biz kadın ajandası hazırlarken Petrol-İş Dergilerini taradığımızda bulduk… Sendika Fikriye’yi görgü ve bilgisini arttırmak için iki üç haftalığına Amerika’ya yolluyor. Dergide bu ziyaret haber olarak yer alıyordu ayrıca Fikriye’nin uçağa binerken bir fotoğrafı da vardı. Fikriye’yi ya da diğer direnen kadınları daha sonra sendikanın herhangi bir yönetim kademesinde görüyor muyuz peki? Elbette hayır… Hepbir’e “göre evlenip çoluğa çocuğa karışıyor…” O zaman –esasında bugün de- sendikacılık bir “erkek mesleği çünkü”…
Cinsel taciz
Grev alanları sert yerlerdir ve grev nöbeti tutmak da erkekler ve kadınlar açısından aynı anlama gelmezler. Buralarda kadın işçi erkek şiddeti, cinsel taciz ve sataşmalarla da yıldırılmak istenir. Grevin olaylı 4. Günününde kadınlar cinsel tacize de uğramıştır. “Saat 9.15’te işveren otobüsü şoförlerinden biri gözcü kızlara sözle sarkıntılık etti. Münevver Kaya ve Fevziye Sert isimli saf ve temiz fakir çocuklar görevlerinin kutsallığına uygun olgunlukla, bu karşılarında küçülen zavallıya hak ettiği karşılığı veremediler. Bu işi Mücahit Teoman yaptı. Şoför pabucun pahalı olduğunu anlayarak biraz da ürktü ve kaçtı”
Kadın tarihi yazmanın bir kısmını da erkek olay anlatımlarının toplumsal cinsiyet temelli gözden geçirilerek yorumlanması oluşturur. Grev yerinin ve işçi sınıfının kahramanlarının bir rolü de kadınları “cinsel tacizden koruyup kollamaktır…” Buradan, erkek egemenliğinin sürdürülüş biçimlerinden biri olan koruma ve kollama, anlayışı hakkında çok şey söylenebilir ama şimdilik susalım.
Grev 41 gün sürdü. Hem ücret hem sosyal haklar bazında önemli kazanımlarla sonuçlandı. Grevi yürüten erkeklerin sendika içindeki itibarı arttı, sendikada yönetim kademelerine filan geldiler. Kadınlar ise “evlenip çoluk çocuğa karıştılar”…
Berec Grevi feminist kadın emek tarihçileri açısından çalışılması gereken bir grev olarak karşımızda duruyor. Bunu en kısa zamanda yapmalıyız.
Yorumlar