Meğer ne kadar kıymetli ve politikmiş el vermek. Krizin, üzüntünün, hayat pahalılığının, bedeninin, kimliğinin, arzularının, varlığının görünür olması bir el vermekle başlayabilirmiş. Uzun uzun yazılabilir belki. Ama bu yazı sessiz çığlığımın bir fısıltısı olsun.
Dayanışmak, uzun uzun zaman önce benim için çok önemsiz bir kelimeydi. Ne önemini, ne de gücünü anlayabilmiştim. Dayanışma kelimesini dayanmak üzerinden düşünüyordum sanırım. Bir olaya, bir kişiye, acıya, sıkıntıya dayanmak üzerindendi bakış açım. Belki sorunlu bir bakış değil ama benim baktığım yerden çok bireysel bir bakıştı bu. Kimseye söylemeden, kendini açmadan, ses çıkarmadan olayların geçmesini, acının dinmesini, kişilerin vazgeçmesini beklemekti benim dayanmam. Ama görüyoruz ki klişe olacak belki ama hayat akıp gidiyor ve sen bu girdabın içinde ufacık bir kum tanesi gibi bir yerdesin. Ama herkes bir kum tanesi ve biz birlikte o denizin yakınında serilen kum taneleriyle harika bir tabloyu dolduruyoruz.
Geç tanıştım belki dayanışmakla ama iyi ki tanıştım dediğim bir dönemde hem de ülkenin yaşadığı koşulları düşündüğümüzde kum taneleri için zorunlu, etkili, direngen, büyüten ve yaşatan bir yerde dayanışma. İstanbul’da var olma savaşı veren genç işsiz bir kadın mühendis olarak yaşamaya çalışıyorum. Ne iş görüşmeleri beni var edebilecek, insani koşullarda yaşatabilecek bir imkâna sahip, ne de zaten hadi gel başla diyen iyilik perileriyle çevrili iş dünyası. Hemen hemen hepsi az parayla günü kurtarma, şirkete kâr üstüne kâr katma, sessiz, sinmiş, itaatkâr, idare eden bir personel alma derdindeler. Nasıl var olacağız, nasıl hayatta kalacağız sorularıyla geçen bir yaşam kavgası hepimizin derdi. Beni görün, beni duyun, beni fark edin çığlıklarımız ki bunların geneli sessiz ve bizi içten kemiren çığlıklar arasında bir yay teliyiz. Ama hep gergin kalmış bir yay.
İşte bu noktada kendimi biraz şanslı hissediyorum. Çünkü bir kadın örgütünün, feminist ilkelerle hareket eden bir topluluğun parçasıyım. Tek tek hepimiz biriciğiz ve yaşadığımız tüm sorunlar ne kadar ortak olsa da hepimizin bir hikayesi mevcut. Kimimiz ailemizde tanıştık, kimimiz iş yerimizde, kimimiz sevgililerimizde… Bu listeye biricik kadınlar kendi hayat hikayelerini ekleyebilir. Biricik hayat hikayelerimiz, ortaklıklarımız, farklılıklarımız bizi diri tutuyor. Yaşama kafa tutuyoruz. O biricik hikayelerimizi konuşabilmek, sessiz çığlıklarımızın bazen bir fısıltı ile bile olsa canlanması bizi güçlendiriyor. Birimiz güçlendikçe diğerimiz de güçleniyor. Elbette bu süreçler hemen etkilemiyor bizi, bazen çok yavaş, bazen ansızın ama hep bir dönüşüm, hep bir kavuşma yaşıyoruz.
El vermek deyimini çok severim. Büyükannemden gördüğüm ilk dayanışma temasıydı. Meğer ne kadar kıymetli ve politikmiş el vermek. Krizin, üzüntünün, hayat pahalılığının, bedeninin, kimliğinin, arzularının, varlığının görünür olması bir el vermekle başlayabilirmiş. Uzun uzun yazılabilir belki. Ama bu yazı sessiz çığlığımın bir fısıltısı olsun. Fısıltım dolaşsın tınısı her kadına değsin. Dayanışmanın güzelliğinde, el vermenin gücünde buluşalım daima. Cahit Külebi’nin şiiriyle bitireyim.
“Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın,
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın.
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın.
Mavi bir gökyüzümüz olsun, kanatlarımız
Dokunarak uçalım.”
Birbirimize dokunmaya…
Yorumlar